Ülkede, hakiki anlamda ilk yerleşim için kurallı nâzım planları, iklimin 1961-63 anayasası ile demokrasiden yana estiği günlere rastlamıştı. O gün yapılan planlarda ne Karadeniz sahillerinde yapılaşma izni vardı ne de özellikle İstanbul’da tarihi ve doğal yapıyı bozacak yapılaşmaya…

 

 

 

 

Liberalzimde kutsanan serbest piyasa düzeni, demokrasiye, insan haklarına, uygarlığa açılabildiği ölçeklerde, insanı ve çevreyi katletmeyecek bu alanda ödün verilmeyecek nâzım planlar yapmış. Ancak ülkede, 2000’li yılların başında 1.6 milyon olan riskli bina sayısını bugün bilmiyoruz bile.

 

 

İstanbul için de ne rastlantıdır değil mi? Cumhuriyet kuruluş yılları sonrası, ilkeli nâzım planların hazırlanması 1961-63 demokrasiye açılım anayasası ile yasaların yürürlüğe girme süreçlerinin sonrasında gündeme girmiş. Cumhuriyet’te profesyonel gazeteciliğe başlamamın ilk yıllarında, İstanbul Nâzım Planı çalışmalarının yapıldığı merkezde, İstanbul’un nâzım plan haritalarını haberleştirme şansını yakalamıştım..

 

 

Özetle İstanbul’un, sadece güzelim doğa yapısının, o zaman için zengin ormanlarının, kıyılarının korunması için değil.. Binalara, temel olacak toprak yapısı, hava akımları, tüm doğal karakteristik nitelikleri, korunması zorunlu tarihi yapıları, kültürel birikimlerinin de korunması için çaba sarfedilecekti. Asla ve de katiyen Karadeniz kıyılarının açık sahillerinde yapılaşma akıldan bile geçirilmeyecekti. Şehir kaçınılmaz büyümesi, kentleşmesinde bir yanı ile Kocaeli’ne, diger yanı ile Tekirdağ’a doğru yatay büyüyecekti.

 

Yık-yap tutkunları

 

Elbette nâzım plana göre, dünyanın gelişmiş bütün uygarlıklarının ürünü kentleşmelerde olduğu üzere, kent merkezlerinin tarihi yapılaşmasına dokunulmayacaktı. Görgüsüzce kentlerin uygarlaşmasını görenler, göremeyenlere de “rant, kısa dönemli vurgun olarak, yık-yap” tutkularının uzun dönemde kendilerinin kısa dönemli kazançlarını da öğretmekle yükümlüydüler. Oysa gelişmiş uygar hem de liberalizmi kutsayan siyasetler, Viyana’nın, Londra’nın merkezlerini oldukları gibi korumuşlardı.

 

Dönemin nâzım plan bürosu kadroları, elbette rant, vurgunla çekici siyasetin büyüsünden kurtulamayan kamu yönetimi erklerinden odaklanarak, planlamanın ilkelerini bozan uygulamalardan dertliydiler. Örneğin kıyıların kamuya açık olması ilkesi İstanbul’da çok yerde, en çok da Kumburgaz gibi örneklerde kıyıya apartman dikilmeleriyle ayaklar altındaydı.
Kum yeniden ürer

 

O tarihlerde geçerli tek tesellilerini, “Üzülme Marmara kıyıları, şiddetli lodosların katkılarıyla, kıyı şeridinin derin olmaması sayesinde de, yakın zaman dilimleri içinde yeniden güzelim ince kumsallarını üreteceklerdir. Yeter ki çarpık siyasi rant, vurun, kıyı kapatma kültürünü aşalım..” olarak açıklamışlardı.

 

Olmadı, olamadı en ağır, en çarpık boyutlarıyla, siyasal kimliğinin güçlenmesini inşaatla büyüyen saltanata bağlamış 16 yıllık iktidarlarındaki İstanbul kentleşmesinin ürkütücü büyümesindeki yapılaşmalarda yüzleşildi.. Nelerin olup bittiğine yeni tehditlerin boyutlarına zum yapan, meslek örgütlerinin bilimsel verilere dayalı raporlarını elbette paylaşacak yerimiz yok. Ancak kendiliğinden çöken yapılar gerçeği ile yüzleşmenin de utancı içinde, yaklaşan İstanbul depremlerindeki yıkımlara da en hazırlıksız yakalanma koşullarında.. Mete Akalın ile Nüsret Suna’nın sorgulamalara verdikleri kimi kısa anlamlı yanıtlarla nokta koymak istedik…

 

 

20 yıldır stoklar taranamadı

 

 

Mete Akalın: 1999 depreminin ertesi gününden başlayarak, İstanbul’daki yapı envanterinin çıkarılması önceliğimiz var. İstanbul bölgelere ayrılarak, inşaat mühendislerinin öncülüğünde, gerekirse ön gözlem konusunda hızlı eğitimden geçirilmiş mühendislik-mimarlık öğrencilerinin de katkılarıyla yaratılacak ekiplerle bina stoklarının taranması seferberliğini hep istedik. Aradan geçen 20 yılda bu başarılamadı. Çoğu yerde deprem riski taşıyan, hemen yıkılması gereken yapılar yerine, rant sağlanacak bölgelere yönelindi. Kentsel dönüşüm, rantsal bölüşüme dönüştü.

 

 

Silivri sahilleri rant uğruna aşırı yapılaşmaya maruz kaldı.

 

 

Göç tersine çevrilmeli

 

 

Göçü tersine çevirecek dinamizim yaratmak dışında bir çıkış yolu görünmüyor.

 

Mete Akalın, İstanbul’u gökdelenler, su emecek toprak bırakmayacak şekilde betonlaşma, İstanbul’a sıkıştırılmış yıkımı bekleyen çaresizler için değil sadece, ülkenin tüm yaşayanları için krizler üreten sorunlar bütünlüğü içinde, insan, çevre odaklı habitat ruhuna sığınıyor.

 

Yer kazanma adına, söyleşinin bütünlüğü içinde buluşulmuş konuları, soruları farklı gündem başlıklarını da atlayarak farklı kimi satırbaşlarına öncelik vermede yarar var..

 

 Kamu yararı adına, insan odaklı planlama çok ama çok önemli. Habitat raporunu hazırlayan ekibin içinden olarak, tezimizi tekrarlamak istiyorum. Kentlere yoğun akım yerine bunun tersine dönüştürülmesi. Kentlerin doğru bir kırsal kentleşme planlamasıyla oralara doğru yönlenmesi. Şimdi yeniden aynı şeyi düşünüyoruz. Sokaktaki insanımızla konuşuyoruz. Onlar da İstanbul’da kilitlenmiş trafik içinde şoförlük yapmak yerine, şehrine, köyüne dönüşü yeğliyorlar. 1950’li yıllarda bile TMMOB çatısı altında Türkiye’yi planlayacak bir yapılanma gereksiniminin altı çizilmişti. Bence ülkeyi halk yararına planlama yükümlülüklerimiz günümüz için çok daha da yaşamsal. 1960 yılında kurulan DPT (Devlet Planlama Teşkilatı) 2011 yılında kapatıldı.

 

 İstanbul’da beklenen depreme dönersek, bir an önce sağlıklı bir yapı envanterinin çıkarılmasına ilişkin çalışmaları istemek çok daha yaşamsal. Doğru yapı envanterleriyle en acillerine öncelik verilerek yeniden yapılanma ile ancak depreme, en az zararlı yıkıma hazırlanabiliriz. İlerlemiş teknoloji biliminin de katkılarıyla var olan yapı stoklarında güçlendirme çalışmalarına hız vermeliyiz. Elbet ilk yılların uygulamalarında güçlendirmeler alanında da çok büyük teknik yanlışlar, olumsuz katkılar, pahalıya yanlış güçlendirmelerin bedelleriyle yüzleştik. Haksız kazançlarla bilime ters işler kimi örneklerde de yarar yerine zarar getirdi..

 

– Son söz olarak göçü tersine çevirecek bir danimizim yaratabilmenin dışında bir çıkış yolu göremiyorum. Habitat ruhundan çok uzağa düşmüş durumdayız. Nâzım plan döneminden bu yana, en son İstanbul Mastır Planı da rafa kaldırıldı.

 

 

Sahte mühendis enflasyonu

 

 

Rant üzerinden inşaatla büyüyen ekonomik modelden, siyasetten, öncelikle inşaat sektöründe rant getirisinin götürüye dönüşmesi çıkmazındayız.

 

İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı Nüsret Suna’nın depremsiz yıkımlar travmasının yaşandığı günümüzde yaklaşan İstanbul depremi tehdidine karşı alınması gereken önlemleri şöyle sıraladı:

 

 

 İstanbul’da her gün bir yenisi ile yüzleştiğimiz, kaçak yapıların kendiliğinden çökmesi örnekleriyle, ileri teknolojili büyük yatırımlarda da yine çok yönlü denetim kaçakları, ucuz taşeronluk altyapı çalıştırma ağları içindeki yıkım örnekleriyle yüzleşmekteyiz. Bunun odağında bilinçli bir şekilde mühendisliğin itibarsızlaştırılması olgusu var. İmar barışı çıkarıldıktan sonra da ruhsatların üzerindeki mühendislik imzaları kaldırıldı. İşin esas sahibi de ortadan kalktı. Bina yapıldıktan sonra mühendisin haberi olmadan bu yapı üzerinde yapılanların denetimi de tümden ortadan kaldırıldı. Yapı sahipleri istedikleri tasarruflara sahipler. Ortalık sahte mühendislerden bile geçilmiyor.

 

 20 yıl sonra elimizde hiçbir şey yok. Depremden sonra yapılmış master planlar, üniversitelerin katıldıkları değerli çalışmalar vardı. En baştan yapılması olmazsa olmaz yapı envanterleri bilinmiyor. Riskli bina yapısı sayısı 1 milyon 600 bin civarı olarak biliniyordu. 2001 yılında da yapılmayan, ya da bizim için bilinmeyen envanterlere göre riskli yapılar öncelik sıralamasına göre yıkılıp yenilenecekti. Güçlendirilmesi olabilecekler güçlendirilecekti. 20 yıl önce yapılması gerekenler yapılmış olsaydı, Kartal’daki, benzeri Zeytinburnu ve her yerde yaşanan çökmeler olmayacaktı. 20 yılda İstanbul yaşanabilir bir kent olacaktı.

 

 İstanbul’da deprem kapıya dayanmış, yıkılması yaşamsal yapı stokunda yüz binlerle artışlar olmuş. Bütün bunları yıkıp yapacağız demek hayal. En acil yıkılması gerekenler öncelik verilmiş olarak, yine yapı stokunun belirlenmesi, ona göre yola çıkılması koşuluyla bu kez rant-vurgun odaklı olmamak koşulu ile, depreme en acil en hızla hazırlanmanın yollarını koşullarını üretmek zorundayız. Acil yıkımı zorunlu yapılaşma gerçeğinin koşullarında, büyük bilgi birikimi ile tersine kaynak israfı gerçeği ile yüzleşmiş olarak siyasi iktidarın rant gerçeğini tersine çevirmek zorundayız. Rantın getirisinin götürüye dönüşmesi çıkmazından çıkmak noktasındayız. Demokrasiyi oturtma, teknolojide en donanımlı sürecin gerçekleriyle sil baştan öncelikleri belirlemek noktasındayız. İstanbul’da 2 milyona ulaştığı söylenen yapı stoku gerçeği için de rantsal dönüşüme karşı savaşmak zorundayız..

 

BİTTİ

 

 

 

Kaynak : Cumhuriyet

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir