Lörcher'in Ankara'sı - MİMDAP
Ana Sayfa Bağlantılar Biz Kimiz İletişim Mimar İş İlanları
ANA SAYFA
Lörcher’in Ankara’sı
Share 15 Temmuz 2009

Anti-Modernist Ve Otoriter Eğilimleri Yansıtan Bir Şehir Tahayyülü

Mimarlık ve şehir planlaması, cumhuriyetin kurulduğu yıllardan itibaren Kemalist rejim tarafından ideolojik bir biçimde sahiplenilmiş, iktidarın sağlamlaştırılması ve güç temsili amacıyla rejimin en etkili propaganda araçlarından biri olarak kullanılmıştır. Bunun en somut haliyle gözlemlendiği yer hiç kuşkusuz yeni başkent Ankara’dır. Kurtuluş Savaşı’nın merkezi olma prestijini de taşıyan Ankara, bundan böyle rejimin siyasi emellerinin ve yerleştirilmek istenen devlet modelinin mekânsal platformunu, aynı zamanda da yeni kent kurgusunun örnek şehrini oluşturacaktır.

Bu yazıda Ankara’nın ilk şehir planlamacısı olan Carl Christoph Lörcher’in planları ana temayı oluşturmaktadır. Bu konuda Ali Cengizkan’ın kitabı oldukça ayrıntılı ve zengin bir kaynak sunmaktadır.1 Cengizkan’ın kitabından farklı olarak, burada rejimin ideolojik programlarının şehir planlamasına olan etkileri araştırılacak ve rejimin siyasal söylemleri doğrultusunda Lörcher’in izlediği stratejiler açıklanmaya çalışılacaktır. Ankara’nın ilk planları, Alman sermayesi ile işletilen “Keşfiyat ve İnşaat Türk Anonim Şirketi”ne ısmarlanmış-tır. Planlar şirketin şehircilik bölümü uzmanlarından Carl Christoph Lörcher tarafından hazırlanmış ve Türk Anonim Şirketi tarafından Ankara Şehremaneti’ne teslim edilmiştir.2

1-1.jpg

Başkent Ankara’ya ait Yeni İmar Planı [Bebauungsplan der Türkischen Haupt- und Residenzstadt Angoral, Carl Christoph Lörcher, 1924. Deutsche Bauzeitung Stadt und Siedlung. 59/2 (17 Ocak 1925).

Lörcher’in Ankara için iki planlaması mevcuttur. Bunlardan ilki, 1924 tarihinde tasarlanmış olan ve eski şehre ait projedir. Gelecekte yaklaşık iki yüz bin kişilik bir nüfusu hedeflemekte olan proje, genel hatlarıyla Kale ve tren istasyonu arasındaki alanın yeniden düzenlenmesini öngörmekteydi. Planlamadaki en dikkat çekici unsurlardan birisi, Lörcher’in özellikle üzerinde durduğu, “yönetim kompleksi” kurma projesidir. Yönetim binalarının kentsel mekâna hâkim bir düzenlemesini öngören proje, aynı zamanda başkent Ankara’nın yeni kent merkezini de belirlemektedir. İktidarın varlığını ve egemenliğini kent ölçeğinde dile getiren proje, eski iktidarın etkilerinden sıyrılıp, siyasal altyapısını güçlendirmeyi hedeflemekte olan yeni rejim için son derece önemli bir propaganda niteliği taşımaktadır. İşte, Lörcher’in yeni bir imar planının hazırlanması ile görevlendirilmesi yine aynı ideolojik temele dayanmaktadır. Rejim, iktidarını temsil edecek çok daha gösterişli bir planlamanın beklentisi içerisindedir. Eski şehrin güneyinde yeni bir şehir kurulmasını öngören ikinci proje 1925 yılında teslim edilmiştir. Planlama şu başlığı taşımaktadır: “Türkiye Başkenti’ne ait Yapılaşma Planı – Angora – Eski Şehir ve Yönetim Şehri = Çankaya.” Eski şehirden bilinçli olarak yalıtılmış bu yeni şehir, isminden de anlaşıldığı üzere, başlı başına bir “yönetim şehri”dir. Bu planlamalar, Lörcher’in rejimin ideolojik beklentilerini gayet iyi kavradığını ve bunları gerçekleştirebilmek amacıyla bilinçli şehircilik stratejileri geliştirdiğini göstermektedir.

Lörcher’e göre mimarlık ve şehircilik, zaten politikanın ayrılmaz birer parçasıdır. Almanya’daki siyasi ve mesleki kariyeri de planlamacının bu tutumunu açıkça ortaya koymaktadır. Daha 1931 yılında -yani henüz Nationalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei (NSDAP) INasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi] lideri Hitler iktidarı ele geçirmeden önce- partinin paramiliter bir yan örgütü olan Sturmabteilung’a (kısaca, SA) üye olan Lörcher, mimarlık çevrelerinde Nazi yanlısı görüşleri ile tanınmaktadır. 1933 yılında ise, Hitler rejiminin iktidarı ele geçirmesi ile beraber, Reichserziehungsministerium’a (Eğitim Bakanlığı] bağlı Reichstelle für Raumplanung [Planlama Dairesi] başkanlığına getirilmiştir. Aynı yılın haziran ayında Deutscher Werkbund (DWB) [Alman Sanat ve İşadamları Federasyonu] adlı kurumun yönetim kurulu başkanlığına atanmış, kasım ayında ise Bund Deutscher Architekten (BDA) [Alman Mimarlar Birliği] başkanı seçilmiştir.3 Lörcher’in başkanlıklarını yaptığı Deutscher Werkbund ve Bund Deutscher Architekten, 1930’lu yılların başında mimarlık alanında iktidar için rekabet eden en önemli üç örgütten ikisidir. Diğer örgüt ise, Nazi partisinin 1928 yılında Alfred Rosenberg önderliğinde kurmuş olduğu ve Lörcher’in de yönetiminde görev aldığı Kampfbund Deutscher Architekten und Ingenieure (KDAI) [Alman Mimar ve Mühendisleri Mücadele Birliği] adlı kuruluştur. Bu üç örgüt arasındaki siyasal çekişmelerin ayrıntıları, bu yazının kapsamı dışında kalmaktadır. Bizi burada ilgilendiren, 1927 yılından başlamak üzere her üç organizasyonun da kadro değişimi ile yavaş yavaş Nazi partisinin kontrolüne girerek, partinin propaganda organına dönüştürülmüş olmalarıdır.

23.jpg

Carl Christoph Lörcher’in işçi kolonileri için eskizleri.
Archiv der Universität der Künste, Berlin. Carl Christoph Lörcher, Teilnachlass

Partinin ideolojik söylemleri, Kampfbund Deutscher Architekten und Ingenieure adlı örgütte bir dizi konferans aracılığı ile yaygınlaştırılmıştır. Alfred Rosenberg ve bu örgüte 1929 yılında üye olan Paul Schulze-Naumburg gibi koyu nasyonal sosyalist ideologların başını çektiği bu konferanslar, özellikle Weimar Cumhuriyeti’ndeki modern mimariyi hedef almaktadır. Paul Schulze-Naumburg, Eugen Hönig, German Bestelmeyer gibi Nazi mimarlarla birlikte İsviçre asıllı mimar Alexan-der von Segner de 1931 yılında parti denetimindeki bu örgüt aracılığıyla modern mimarlığa saldırmakla görevlendirilmiş ve “yeni mimari”ye-yani, modernist mimariye- karşı yürüttüğü radikal polemikle tamamen ari ırka ait olacak milli bir mimari stilin yaratılması gerektiğini savunmuştur. Yürüttüğü kampanyalarda, Le Courbusier, Wassily Kandinsky, Ernst May gibi önde gelen isimlerin Sovyetler Birliği’ndeki çalışmalarını örnek göstermekte ve buna dayanarak modern mimariyi, “Bolşevik mimarisi” olarak karalama politikası gütmektedir. Nazi partisinin yayın organı Völkischer Beobachter gazetesindeki yazılarda Walter Gropius kibar ve şık bir “salon Bolşeviği,” Bauhaus da “Marxism Katedrali” olarak aşağılanmaktadır. Diğer bir propaganda da Yahudi sanatçılara yöneliktir. Modern sanat, “Yahudi sanatı” veya “yozlaşmış ırkın sanatı” olarak damgalanırken, Lörcher’in başkanlığındaki Deutscher Werkbund, Walter Gropius, Martin Wagner ve Wilhelm Wagenfeld’in karşı oylarına rağmen, 1933 yılı içerisinde aldığı bir kararla ari ırka ait olmayan mimar ve mühendislerin -yani Yahudilerin üyeliklerine son vermiştir. Rejimin Yahudilere karşı yürüttüğü ırkçı politikaya destek veren tek mimarlık örgütü Deutscher Werkbund değildir. 23 Mart 1933 tarihinde Bund Deutscher Architekten’in yönetim kurulunda da değişime gidilmiştir. Hans Poelzig, Wilhelm Kreis ve Friedrich Kallmeyer’den oluşan eski yönetim kurulu istifaya zorlanırken, Nazi Eugen Hönig kurulun tek başkanı olarak göreve getirilmiştir. Yahudi üyeler konusunda Bund Deutscher Architekten de Deutscher Werkbund’un yürüttüğü politikayı izlemektedir. 1933 yılının sonuna gelindiğinde bu üç meslek birliğinin siyasal görüşleri hemen hemen birbirinin aynıdır. 15 Kasım 1933 yılında Hitler Reichskammer der Bildende Künste [Güzel Sanatlar Odası] adıyla tüm sanatsal faaliyetleri partinin denetimi altına alan bir örgütün kurulması kararını alarak BDA, KDAİ ve DWB arasındaki iktidar mücadelesini, Hönig’in başkanlığına getirildiği bu yeni devlet kurumu lehine sonuçlandırmıştır.4

Hönig’in takipçisi konumunda olan Lörcher’in bu süreçte hem Deutscher Werkbund hem de Bund Deutscher Architekten’in başkanlıklarına atanmış olması rastlantı değildir. Lörcher, yeni Alman mimarisinin her anlamda Nazi partisinin ideallerini yansıtması gerektiği ve her mimarın bu amaçla çalışmasının bir vatan borcu olduğu görüşündedir.5 Çeşitli mimarlık dergilerinde bu görüşlerini açıkça dile getiren Lörcher’in, 17 Ağustos 1934 tarihinde Nazi partisinin en önemli yayın organlarından olan Völkischer Beobachter gazetesinde yayınlanan “Aufruf der Kulturschaffenden” [Kültür Yaratıcılarının Çağrısı] altında da imzası bulunmaktadır. Sanatçıların Hitler’e olan sadakat ve bağlılıklarını dile getiren beyanname, 19 Ağustos 1933 tarihinde yapılacağı ilan edilmiş olan halk oylamasında Hitler’e destek vermek için yapılan propaganda faaliyetlerinden birisidir. Bilindiği gibi bu oylama, Cumhurbaşkanı Hindenburg’un ölümünden sonra hem başbakanlık (Reichskanzlersamt) hem de cumhurbaşkanlığı (Reichspräsidentenamt) makamlarının Hitler’in şahsında birleştirilmesini hedeflemektedir. Beyannamede Lörcher ile rejimin ideolog mimarlarından Profesör Paul Schultze-Naumburg ve Profesör Eugen Hönig’in yanında, bugünkü Kızılay Meydanı’nda bulunan Emniyet Abidesi’nin -yani Güven Anıtı’nın-heykeltıraşı olan ve aynı zamanda Nazi heykel sanatının önde gelen isimlerinden Joseph Thorak’ın da imzası bulunmaktadır (bkz., Resim 1).

33.jpg

Ankara için yeni bir sokak düzenlemesi, Carl Christoph Lörcher. Deutsche Bauzeitung Stadt und Siedlung. 59/2 (17 Ocak 1925), s.

Lörcher’in mimari ve şehir planlamasındaki görüşleri, genel olarak modern karşıtı ve muhafazakâr unsurlar içermektedir. 1919 yılında zamanın en önemli konut ve yerleşim derneğinin inşaat bölümünün yöneticisi olarak kariyerine başlayan Lörcher, Almanya’da Siediung6 uzmanı olarak tanınmaktadır. Aynı zamanda Berlin-Charlottenburg’daki Vereinigten Staatsschulen für Freie und Angewand-te Kunst adlı güzel sanatlar okulunda Yapı ve İskân Bölümü profesörü olan planlamacının, geleneksel köy evlerinin yeniden yapılanması konusundaki teorik çalışmalarının yanında, bu fikirlerini hayata geçirdiği çeşitli köy projeleri de mevcuttur (bkz., Resim 2 ve Resim 3).

Tarım ve ziraat, nasyonal sosyalist rejimin önemle üzerinde durduğu konulardandır. Köylü, saf ve bozulmamış “Alman ırkı”nın simgesidir. 1933 yılında Nazi partisi köy ideologu Richard Walther Darré’nin 1930 yılında yayınladığı Neuadel aus Blut und Boden kitabının adıyla anılan ve rejimin bu alandaki sloganına dönüşecek olan “Kan ve Toprak” ideolojisi belirlenmiş olmaktadır.7 On dokuzuncu yüzyıl ırkçı ve milliyetçi düşüncelerinden türetilmiş olan ideoloji, soy (kan) ve toprak (halkın besin ve yaşam kaynağı) sembolleri ile köylüleri ve köy yaşamını idealize etmektedir. Böylelikle bir yandan halkın mesleki sınıflandırılmasının, etnik bağların kurulması ile önüne geçilirken, diğer yandan da büyük şehirlere göç edilmesi engellenmeye çalışılmaktadır. 1933 yılında köy yaşamının desteklenmesini ve mevcut köylerin sayısının artırılmasını öngören iki kanun çıkarılmıştır. Bunlardan ilki 14 Haziran 1933 tarihli “Gesetz über die Neubildung deutschen Bauerntums” [Alman Köylülüğünün İhyası Kanunu], diğeri de 29 Eylül 1933 tarihli “Reichserbhofgesetz” [Toprak Kanunu] adlı kanundur.8 Aynı yıl Lörcher’in Baugilde dergisinde, başlığı “Alman Köylerinin ve Köy Yapı Tarzının Yeni Köy Kültürünün Hizmetinde Yeniden Yapılanması” olarak Türkçeleştirilebilecek bir makalesi yayınlanır. Bu makalede yeni köy planlamasının nasıl olması gerektiğine dair fikirlerini anlatan Lörcher, şöyle yazmaktadır: “Amacımız, bugüne kadar yapılageldiği gibi göçmen evleri ve göçmen çiftlikleri kurmak olmamalıdır. Amacımız köylülerden oluşan cemaatler [bäuerliche Gemeinschafjt] kurmak olmalıdır. Ama bu köyler bir dizi evin bir araya getirilmesi şeklinde değil, köylülerin organik bir topluluk oluşturmasına elverişli bir düzenleme ile imar edilmelidir. Yani yeni ödevimiz, geçici göçmen çiftlikleri yerine, halkına ve vatanına bağlı köylülerin ikamet edeceği yerleşik köylü çiftlikleri kurmaktır.”9

Lörcher yeni köy kurgusunda iki önemli noktaya işaret etmektedir. Birincisi etnik köklere bağlı cemaatlerin oluşmasını desteklemek, diğeri de toprağına bağlı köylülerden ibaret köy yaşamının kurulmasını sağlamak. Lörcher’in köy planlamalarında öne çıkan ortaçağ romantizmi, bahçeli küçük konutlar, kırma çatılı köy ev stili, 1934 yılından itibaren NS-siedlung’larının tipik Özellikleri olmuştur (bkz., Resim 4 ve Resim 5).10 Özellikle işçi siedlung tasarımlarında, bu öğeler işçilerin vatan toprağı ile özdeşleştirilmesi, savaş durumunda beslenme sıkıntısını önlemek ve işçileri politikadan uzak tutmak gibi ideolojik işlevlere hizmet etmekteydi.11

Lörcher’in, Ankara’daki ikamet bölgelerinin planlamasında, yukarıda bahsettiğimiz ilkeleri uygulamaya çalıştığı görülmektedir. Yeni bir sokak düzenlemesi eskizinde de görüldüğü gibi, tasarım gelişmiş bir şehir görünümünden uzak olup, daha çok küçük bir kasaba izlenimi vermektedir (bkz., Resim 6). İki katlı müstakil evler, dar, kıvrımlı sokaklar tasarımın ana motifini oluşturmaktadır. Bu tasarımın eski şehirdeki mevcut bir sokağın restorasyonu olduğunu kabul etsek bile -ki Lörcher bunun yeni bir sokak tasarımı olduğunu yazmaktadır- yeni yapılmasını önerdiği siedlung’lar yine benzer unsurları ihtiva etmektedir. Biri eski, diğeri yeni şehirde olmak üzere iki siedlung’un planlamasından bahsedilmektedir. Bunlardan ilki, eski şehrin güney doğusunda yer almaktadır. Bu yerleşim alanının düşük gelirli halk tabakası için planlandığını belirten Lörcher, burada küçük, bahçeli evlerin yapılacağını yazmaktadır.12 İkinci siedlung ise yeni şehirde yer almaktadır. Perspektif çizimlerinde görüldüğü kadarıyla, burada yine tek veya en fazla iki katlı binaların inşası düşünülmektedir (bkz., Resim 7). En çok üzerinde durulan konu, halkın toprak ve açık alanlara olan ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Jansen planlamasında da oldukça muhafazakâr ideolojilere gönderme yapan bahçe şehir yaklaşımının benimsenmiş olması, Kemalist rejimin de bu ideolojiyi paylaştığını düşündürtmektedir. Bununla beraber Lörcher, iş devlet yapıları ve kamu alanlarının planlamasına gelince, tamamen farklı stratejiler izlemektedir.

1924 yılında Ankara’nın başkent olarak yapılanma projesinin hazırlanması için çalışmalarına başlayan Lörcher, öncelikle milliyetçi ideolojilerin mimari alandaki hâkim etkileri ile karşılaşmıştır. 1925 yılında yayınlanan bir Alman mimarlık dergisindeki makalesinde, Lörcher şöyle yazmaktadır:

“İnşa tarzı son derece basit olup, kerpiç tuğla örgü yarım kargir duvar üzerine kerpiç sıva ve beyaz kireç badanadan oluşur. Yeni kamu binaları ise kesme granit taşı ile inşa edilmekte ve kısmen de sıva ile kaplanmaktadır. Sadece betonarme konstrüksiyon ile inşa edilen örnekler de mevcuttur. Bütün çabalar, yeni çağı temsil edecek ulusal bir üslup oluşturmaya yönelik; ne var ki, başlangıç pek de sevindirici değil. Mevcut geleneksel yapılara dair ayrıntılı bilimsel araştırmalar ve eğitim konularında eksiklikler gözlenmekte. Kentsel düşünme ve duyarlılık ise henüz söz konusu bile değil.13

Buna benzer bir yorum, dönemin önemli devlet yapılarının inşasında görev almış şehir tarihçisi Behçet Ünsal tarafından gelmektedir. Tek parti döneminin mimarlık üsluplarını değerlendirirken, cumhuriyetin ilk yıllarında yeni bir Türk kimliği oluşturmaya yönelik ideolojik söyleme karşılık gelecek bir mimari programın henüz oluşmadığına atıfta bulunan Ünsal’ın şu sözleri dikkat çekicidir: “Planda Türklüğün ne olduğu belirlenmemişti. Mongeri ‘Planları değil evvela fasadları görelim,’ derdi. Zira mimarî fasad sanatçılığı olarak yorumlanıyordu. “14 Gerçekten de cumhuriyetin ilk yıllarının hâkim mimari üslubu olan “Birinci Mimari Üslup,” Osmanlı klasik elemanlarıyla bezeli cephe kompozisyonları ve İslam motiflerine yapılan simgesel göndermeleri ile, rejimin “Osmanlı geçmişinden radikal biçimde kopma” idealine tamamen tezat bir görünüm sergilemektedir.15

Oysa dışarıdan gelen bir şehir planlamacısı olan Lörcher, “Türklüğün mimari ve şehircilikteki temsili” konusundaki fikirleri ile Türk meslektaşlarından ayrılmaktadır. Genelde Osmanlı kültüründe yetişmiş olan ve gayri ihtiyari bu kültürün mimari birikimi ile hareket eden Türk mimarlarının aksine, Lörcher Türk milli mimarisinin temellerini İslamiyet öncesi Anadolu uygarlıklarına dayandırmaya çalışmaktadır. 30 Mart 1924 tarihinde sunduğu “Ankara İmar ve İnşa Planına Aid İzahnamesidir” adlı raporunda, şehrin Helenistik çağlardan itibaren pek çok büyük imparatorluğun merkezi olduğuna dair kanıtlar göstermekte ve yeni başkent Ankara’nın Roma İmparatorluğu gibi Batı uygarlıkları ile tarihsel bağlarını kurmaya çalışmaktadır.16 Ankara Kalesi’ni, Augustus Mabedi ve Julianus Sütunu ile birlikte Anadolu-Türk kültürüne dair önemli bir tarihi abide olarak gören Lörcher, bir mimarlık dergisinde şöyle yazmaktadır: “Kalenin duvarları, bu [İslamiyet öncesi] çağlara Şehri’nin ait izleri yansıtan kültürel ve tarihi hazinelerdir.”17 Bununla beraber Lörcher, kaleyi salt tarihi ve kültürel bir nesne olarak korumak yerine, şehir planlamasında aktif, sembolik bir öğe olarak kullanmayı tercih etmektedir: “Kale içinde daha sonra yukarıda yüksekçe bir teras üzerinde, yönetim binaları yer alacaktır.”18 Böylece Kale tarihsel içeriğinden soyutlanıp, doğrudan Kemalist rejimin iktidar sembolüne dönüşmektedir. Bu güçlü sembolik anlamı ile kalenin abidevi etkisi şehir siluetinde de ön plana çıkarılmaktadır.

Bu noktada, benzer kentsel stratejilerin aynı yıllarda Mussolini yönetiminde de etkin olduğunu hatırlatmakta fayda vardır. Bunların başında, arkeolojik kazılar ve restorasyon programları gelmektedir. Pek çok şehir tarihçisinin de değindiği gibi, bu programların özünde, “Roma İmparatorluğu’nun ihtişamlı geçmişinin yirminci yüzyıl İtalya’sında yeniden canlandırılması” fikri ve Mussolini yönetiminin kendisini “bu kudretli imparatorluk ile özdeşleştirmesi” gibi ideolojik hedefler yatmaktadır.19 1923 yılında kurulan bir komisyon ile restorasyon programları, Roma’nın imar programına eklemlenmiştir. 1923-1924 yıllarında Forum Romanum arkeolojik alanı dahilinde Fortuna Virilis Mabedi’nin kazılarına başlanmış, 1932 yılına gelindiğinde, bu tapınağa ek olarak Traiani Mabedi, Forum Augusti, Forum Cæsaris ve Nerva Forum tamamen gün ışığına çıkarılmıştır. Kazı çalışmalarına paralel olarak, aynı zamanda dar ve dolambaçlı sokakların ayırdığı mabetleri birbirine bağlayacak, 30 metre genişliğinde ve 900 metre uzunluğunda anıtsal beton bir bulvarın inşası öngörülmektedir. Estermann-Juhler, Roma şehrindeki “kazı ve düzenleme çalışmalarının gerçekleştirilmesi uğruna caddelerin, evlerin ve hatta eski semtin tamamının kurban edildiğini yazmaktadır.20

41.jpg

Çankaya’daki konut yerleşiminin (Siedlung) kuşbakışı perspektifi, Carl Christoph Lörcher, Berlin/İstanbul, 1924-1925.
Die Bauwett, Zeitschrift für das gesamte Bauwesen, 16/28 (9 Haziran 1925), s. 6

Mussolini yönetimindeki örnekler kadar büyük çaplı olmamakla beraber, arkeolojik kazı ve restorasyon programları Kemalist yönetimin de üzerinde durduğu konular arasındadır. Öyle ki, Kemalist yönetimin bu uygulamaları ile Mussolini yönetimi arasında doğrudan bağlantı kurmak mümkündür. Mustafa Kemal’in, İtalya’nın yanında Türkiye’yi de içine alan Roma tarihinin uzun arkeolojik geçmişine büyük saygısı olduğunu belirten Güven, onun görevine yeni atanmış İtalya’nın Ankara Büyükelçisi Vincenzo Lojacono ile yaptığı görüşmede Roma’nın “görkemli tarihi”ne değinirken “yıllanmış ağaçların Türk ve İtalyan ulusları gibi derin köklerinin bulunmasının” gerekliliğine işaret ettiğinin bilindiğini yazmaktadır.21 Ankara’daki Augustus Mabedi’nin ortaya çıkarılması projesi, İtalya’nın Roma tapınakları ile ilgili programlarında olduğu gibi Kemalist rejim için de büyük önem taşımaktadır çünkü, Türk ulusunun Avrupa kültürünün doğrudan mirasçısı olduğuna dair görsel bir kanıt olan Augustus Mabedi, rejimin Batılılaşma konusundaki ideolojik söylemlerine meşrulaştırıcı zemin oluşturabilmektedir. Bu sebeple, daha 1924 yılında Mustafa Kemal’in direktifi ile Türkiye’ye Alman uzmanlar davet edilmiş ve arkeolojik kazı çalışmalarına başlanmıştır.

Augustus Mabedi Lörcher’in planlamasında da şehrin önemli nirengi noktalarından biri olarak ele alınmıştır. Alman restoratörlerin Augustus Mabedi’nin onarımı ve yeniden inşası projelerine karşı çıkan Lörcher’e göre, bu “muhteşem” yapının anlam ve önemini dile getirecek en güzel etki, kalıntıların olduğu gibi bırakılıp, bunların yüksekçe bir zemin üzerinde sergilenmesi ile sağlanabilecektir.22 Lörcher, kalıntıların şehir siluetindeki etkisini daha da güçlendirmek için, mabedin etrafındaki yapıların yıkılmasını ve mabede giden dolambaçlı yolların düzenlenmesini gerekli görmektedir. Ek olarak, tapınak geniş ve dümdüz bir bulvar ile şehrin batısında inşa edilecek olan ulusal park ve sergi bahçesi ile bağlanacaktır. Tarihi ve yeni yapıları belirli bir şehircilik stratejisi bağlamında bir arada düzenleyen bu “kadim geçmiş” ve “yeni zaman” arasındaki bilinçli ideolojik kurgu ile rejime “zaman dışı” ve “ebedi” bir karakter kazandırılması hedeflenmektedir.

Rejimin otoriter düzenini ve gücünü yansıtan stratejik yaklaşımlar, şehrin planlama ilkelerinde de kendini göstermektedir. Katı bir düzen ve hiyerarşik bir sistemin öngörüldüğü planlamada, önem sırasına göre kamusal alandan özele doğru belirgin bir kademelenme mevcuttur. Sıralamanın en üstünde görkemli yönetim binalarıyla şehir merkezi yer alırken, bunu belli işlevlere göre gruplandırılmış olan kamu yapıları takip etmektedir. Şehir merkezi ile bağlantılı olarak, batıda spor ve sergi alanları, güneybatıda kültür ve eğitim yapıları, güneyde ise sağlık binaları yer almaktadır. İskân alanı için, yeni merkezin doğusu düşünülmektedir. Eski yapıları ve dar sokakları ile gösterişten uzak olan bu alan, şehrin ilk gelişiminin vuku bulduğu tarihi kenttir. Sıralamanın en altında ise fabrikalar ve sanayi bölgesi yer almaktadır (bkz., Resim 8).

Kemalist rejimin idari yapılanmasını imar planına yansıtan bu hiyerarşik planlama prensibi, aynı zamanda Osmanlı şehirlerinin geleneksel yapısına bilinçli bir tezat oluşturmaktadır.

Planlamanın en çarpıcı bölgesi, hiç kuşkusuz eski meclis binasının bulunduğu Hâkimiyet-i Milliye Meydanı -daha sonra Millet Meydanı ve bugünkü adıyla Ulus Meydanı- ve civarıdır çünkü Lörcher Planında yeni şehir merkezi olarak tanımlanan Hâkimiyet-i Milliye Meydanı, aynı zamanda yeni rejimin gücünün sergileneceği temsil mekânıdır. Kurtuluş Savaşı yıllarında milli mücadelenin yönetildiği merkez haline gelen meydan, mücadelenin başarıya ulaşması ile beraber halkın ortak belleğinde “ulu önder”in kahramanlıklarının yansıtıldığı mekânsal simgeye dönüştürülmüştür. Ankara cumhuriyetin yeni başkenti ilan edildikten sonra burada, ciddi maddi sıkıntılara rağmen çok kısa bir süre içinde önemli yönetim ve kamu binalarının inşası tamamlanmıştır. Başkent, artık Osmanlı şehirlerinde olduğu gibi pazar ve ticaret merkezleri ile değil, hükümetin simgesi olan bakanlıklar ve diğer yönetim binalarıyla temsil edilecektir.

Hâkimiyet-i Milliye Meydanı ve civarının programlı şehircilik ilkeleri doğrultusunda, kentsel mekânda baskın bir yönetim merkezi olarak düzenlenmesini öngören ilk planlama, Lörcher tarafından hazırlanmıştır. Lörcher, “memleketin kurtuluşunun doğduğu bina” olarak nitelendirdiği Birinci Meclis Binası’nı, yaratılacak ulusal kimliğin tarihsel dayanağı ve aynı zamanda başlangıç noktası olarak planlamanın merkezine oturtmaktadır. Meclis binasının daha vurgulu bir ifade kazanması için meydanın dikdörtgen formlu rasyonel bir düzenlemesi öngörülmektedir. Orta noktada ise Mustafa Kemal’in yüksek bir kaide üzerine yerleştirilmiş, askeri üniformalı abidesi yer alacaktır.23 Böylelikle, meydanın ve meclis binasının Kurtuluş Savaşı ile olan tarihi bağları, “ulu önder”in kahramanlıklarını ebedileştiren bu anıt aracılığı ile görsel olarak tekrar vurgulanacak ve daimileştirilecektir.

51.jpg

Tiyatro Meydanı’ndan eğitim kompleksi ve oyun alanlarına bakış, Carl Christoph Lörcher.
Deutsche Bauzeitung Stadt und Siedlung. 59/2 (17 Ocak 1925), s. 13.

Lörcher’e göre mimarlık ve şehircilik zaten politikanın ayrılmaz birer parçasıdır. Almanya’daki siyasi ve mesleki kariyeri de planlamacının bu tutumunu açıkça ortaya koymaktadır. Daha 1931 yılında -yani henüz Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi lideri Bitler iktidarı ele geçirmeden önce- partinin paramiliter bir yan örgütü olan Sturmahteilung’a (SA) üye olan Lörcher, mimarlık çevrelerinde Nazi yanlısı görüşleri ile tanınmaktadır.

Kamusal hayatın bu yeni merkezde yoğunlaştırılması, farklı şehircilik stratejileri ile de desteklenmektedir. Bunların başında, meydanın yeni bulvarların düğüm noktası olarak düzenlenmesi gelmektedir. Doğu-batı aksı, şehrin geçit törenleri ve merasimlerinin gerçekleşeceği prestij caddesidir. Lörcher bu caddenin Cumhuriyet Caddesi veya İstiklal Caddesi gibi yüksek bir isim bahsi ile onurlandırılmasını tavsiye etmektedir. Batı yönünde trafiğe kapalı, yürüyüş ve gezi amaçlı planlanmış olan bulvar, daire şeklinde düzenlenmiş kavşağın arkasında, Ulusal Park ve Sergi Bahçesi’ne açılmaktadır. Burada inşa edilecek bir halkevi, bu aksın batı kanadındaki bitiş noktasını oluşturacaktır. Doğu yönünde de trafiğe kapalı olan bulvar, Kale’nin eteklerinde meclis binası ile son bulmaktadır. Bulvarın her iki bitiş noktası, sembolik çağrışımları olan bilinçli düzenlemelerdir. Bu konuda Lörcher şöyle yazmaktadır: “Yolun mihver-i vasatisinde lorta ekseninde] istihlâs-ı memleketin [memleketin kurtuluşunun] binâ-yı mevlüdü [doğduğu bina] olan Meclis-i Millî binası, yolun müntehâ-yı şarkiyesinde de [doğu tarafının sonunda] timsâl-i azamet ve haşmet olan kal’a burçları bulunur ki, yeni Meclis-i Millî binası, yeni hükûmet-i müstakilenin bir merkez-i kuvvetini temsil eylediği gibi mütenâzıran [karşılıklı duran] yolun müntehâ-yı garbisindeki [batı tarafının sonundaki] millî eğlence binası da hür ve serbest bir millet halkının refahına dâll [delil] olan zevk ve huzûr-ı fikrîsini tevsîk eder [belgelendirir].”24

Şehri kuzeyden güneye iki büyük parçaya ayıran kuzey-güney aksı, doğu-batı aksından farklı olarak, şehrin ulaşım ihtiyaçlarına hizmet etmektedir. Kuzeyde, şehrin ana girişini oluşturan bulvar, Maarif Vekâleti binasının yanından doğruca şehir merkezine bağlanmaktadır. Güney istikametine doğru, “U” formlu iki abidevi bina tarafından tanımlanmış olan tiyatro meydanı ile kesiştikten sonra, demiryolunun üzerinden Çankaya’daki açık alana doğru devam etmektedir. Burada, üzüm bağları içinde, bakanların ve bürokratların villaları yer almaktadır. Bulvarın Hâkimiyet-i Milliye Meydanı ile Tiyatro Meydanı arasında kalan bölümünde, yine prestij amaçlı bir gelişim öngörülmektedir. Banka genel müdürlükleri, kamu kurumları ile otel binalarının yer alacağı hat, şehrin ticaret merkezi olarak planlanmaktadır.

Milli mücadele yıllarında Mustafa Kemal’i ağırlamış olan diğer bir önemli tarihi yapıt, Merkez İstasyonu’dur. Bu bina, Hâkimiyet-i Milliye Meydanı’nda kesişen üçüncü aksın -yani İstasyon Caddesi’nin başlangıç noktasını oluşturmaktadır. İkinci Meclis Binası ve Ankara Palas gibi kilit yapıları da üzerinde bulunduran bulvar, her iki yanda düzenli ağaç dizileri ve ortada yeşil bir bant ile süslenmiştir. Böylelikle bulvara abidevi bir etki kazandırılması amaçlanmaktadır. Rejimin siyasal gücünün halka sergilenmesi konularında hizmet gören bu tür uygulamalar, yeni şehrin imarında, çok daha vurgulu bir ifade ile şehir siluetini biçimlendirecektir.

Kemalist rejimin önemle üzerinde durduğu diğer bir alan da halkın eğitimidir. Kültür ve eğitim yoluyla yeni insan ve vatandaş oluşturma ödevini üstüne alan devlet, merkezi ve tek tip bir sistem kurmayı hedeflemektedir. 3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu, eğitim kurumlarının tek bir çatı altında toplanması ve eğitim sisteminin milli bir nitelik kazanması yolundaki ilk adımdır. Kanun ilkönce medreseler, türbeler ve tekkeler gibi Osmanlı dini eğitim kurumlarını ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Ne var ki, aynı kanun yalnızca bu kurumların ve mahalle mekteplerinin değil, aynı zamanda azınlıkların kendi dillerinde eğitim veren okullarının da kapatılmasını meşrulaştırmaktadır. Kars, bu konuyla ilgili şunu yazmaktadır: “Vilâyette eğitim ve okulların durumu şöyleydi: Merkezde özel idareye ait 9 mektep vardı. Bunların 4’ü erkek, 5’i kız mektebiydi. Yine merkezde Maarif Vekâleti’ne bağlı bir Dar-ül Muallimin [Öğretmen Okulu], bir kız ve bir de erkek olmak üzere iki lise, özel olarak biri kız diğeri erkek olmak üzere iki Musevi mektebi ile bir Ermeni Katolik mektebi vardı. Bunlardan başka merkez vilayette Kayabaşı, Leblebici, Yeşil Ahi, Bostaniye ve Erzurum mahalle mektepleri vardı. Ancak Tedrisat-ı İptidaiye Meclisi’nin 5 Temmuz 1340 [1924] tarih ve 151 sayılı kararıyla bu mahalle mektepleri kapatıldı. Yeniden inşa edilen mektepler ise, Latife Gazi Mustafa Kemal Kız Numune Mektebi ile Gazi Mustafa Kemal Numune Mektepleriydi.”25

Rejimin merkezi bir eğitim sistemi kurma arzusu Lörcher planlamasında da yankısını bulmaktadır. Lörcher, bütün eğitim yapılarını Hâkimiyet-i Milliye Meydanı’nın güneyinde bir araya getirecek büyük bir kompleksin inşasını öngörmektedir (bkz., Resim 9). Oldukça anıtsal bir etkiye sahip olan kompleks, geniş bir aks etrafında biçimlenmektedir. Doğu yönüne doğru, Kale ile görsel ilişki kuracak şekilde planlanmış aksın bitiş noktasını, kompleksin en yüksek noktasında yer alan Latife ve Gazi Numune Mektepleri oluşturmaktadır. Kars’ın da ifade ettiği gibi, Ankara’daki medrese ve azınlıklara ait diğer eğitim kurumlarının kapatılmasından sonra inşa edilmiş olan bu ilkokul binaları, rejimin yeni eğitim ideolojisini simgeleyen ilk örnek eğitim yapılarıdır. Lörcher’in eğitim kompleksini bu sembolik yapılarla ilişkilendiren tasarımı, projeye ideolojik bir anlam yüklemeye yönelik, tipik uygulamalardandır.

Eğitim programları çerçevesinde rejimin önemle üzerinde durduğu konulardan birisi de beden terbiyesi ve disiplindir. Rejim, gürbüz ve sağlıklı nesiller yetiştirmeyi hedeflemekte ve ahlaki eğitim ile beden eğitimi arasında doğrudan bağlantı kurmaktadır. 1923 tarihli hükümet programında şu maddeler yer almaktadır: “Halkın talim ve terbiyesi için gece dersleri ve çırak mektepleri tahsis olunacak, halk lisanı ile halkın ihtiyacına muvafık millî güzidelerin yetiştirilmesi için istidat ve kabiliyeti tebarüz eden ve ailesinin kudret-i maliyesi müsa-id olmayan gençler orta ve yüksek mekteplerde suret-i mahsusada himaye ve muavenete mazhar olacakları gibi ihtisas peyda etmeleri için Avrupa’daki irfan mekteplerine gönderileceklerdir. Muhtelif şuabat-ı ilmiye ferdin bedenî ve fikri kabiliyetleri gibi ahlâkî ve içtimaî kabiliyetleri de inkişaf ettirilecektir. Bu maksada vusul için bir Terbiye-i Bedeniyye Dar-ül Muallimi’ni açılacak, izcilik teşkilatına ehemmiyet-i mahsusa verilecek, programlar ile mektepler teşkilâtı tedricen içtimaî esasata tevcih olunacaktır…”26 Hükümet programında bahsi geçen Terbiye-i Medeniyye Dar-ül Muallimi, 1926 yılında Ankara’da “Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü” adı altında kurulup hizmete girmiş, buna ilaveten ilkokul ve liselerde beden eğitimi dersleri zorunlu kılınmıştır.

Rejimin gençlerin eğitimi ve izcilik teşkilatları ile ilgili uygulamaları, Mussolini yönetimindekiler ile büyük paralellikler göstermektedir. İtalya’da 8-14 arası yaş grubunda, erkek çocuklar için “Balilla,” kız çocuklar için “Piccole Italiane” ve 14-18 yaş arası için “Avanguardisti” ve 18-21 yaş arası kızlar ve delikanlılar için “Giovani Fasciste” olarak devlet kontrolü altında toplanan gençlik örgütlerinde, okullara destek olarak, gençlerin bedeni ve ahlaki terbiyelerinin geliştirilmesi öngörülmekteydi.27 Erkek çocuklara askerlik terbiyesi, kız çocuklaraysa hastabakıcılık ve dikiş gibi kursları da düzenleyen bu uygulamalar, Kemalist yönetimin izcilik örgütlerine olduğu gibi, daha sonra da nasyonal sosyalist rejim altında kurulacak Hitler Gençlik Örgütlerine de model oluşturmaktadır.

Beden eğitimi, spor ve sağlık, resmi ideolojiye paralel olarak, Lörcher’in de şehir planlamasında öncelik verdiği konular arasında yer almaktadır: “Halkın sihhat-i umumiyesi nokta-i nazarından bir şehir belediyesinin şehrin nevâhi-i muhtelifiyesinde [çeşitli taraflarında] serbest meydânlar bırakması ve bu meydânlardan hareket ihtiyâcında olan gençliğin bilâ-mâni’a [engelsizi istifâde eyleyebilmesi şart-i aslîdir [esas şarttır]. Bu meydânların yanıbaşında mekteb çocukları ile yetişmiş çocukların harekât-i bedeniye ta’lîmleri ve oyunları için mümkün olduğu kadar esâs şehir menatık-ı asliyesinde [asıl mıntıkalarında] münkasım [bölünmüş] olmak üzere oldukça büyücek oyun ve spor meydânları tertîb olunmalıdır.”28 Dikkat edilirse, şehir planında da çeşitli yerlerde park ve açık meydanlar ile bağlantılı olarak spor alanlarının inşası önerilmektedir. Bunlar arasında Ulusal Park’ın yanında yer alan spor alanı (büyük bir ihtimalle stadyum), spor etkinliklerinin yanında, rejimin gösteri ihtiyaçlarına da hizmet vermek amacıyla tasarlanmıştır.29 Bu sebeple Lörcher, stadyumu şehrin en önemli prestij bulvarı üzerine konumlandırmıştır. Bu bulvar resmi geçit ve askeri törenlerin vuku bulacağı doğu-batı aksıdır. Stadyum, şehir planındaki bu kilit pozisyonu ile, sadece spor etkinlikleri için değil, aynı zamanda toplu gösteriler için de ideal bir mekân olarak hizmet görecektir.

Lörcher’in eski şehre ait planlaması, rejimin ulus-devlet kurma hedeflerine tarihi ve otantik sembolleri ile meşrulaştırıcı zemini hazırlarken, yeni şehrin imarı ise Osmanlı geçmişinden kopuşun mekânsal ölçekte somutlaşması anlamına geliyordu. Burada artık var olan değerlere geri dönülmeyecek, sıfırdan “yepyeni” bir şehir yaratılacaktır. Rejim, “yeni bir devrin kurucusu” sıfatıyla, ülkenin “tek” meşru yöneticisi olma iddiasını haklı çıkarmayı amaçlamaktadır. 13 Aralık 1924 tarihli 400 milyon metrekarelik bataklık arazinin istimlakini öngören yasa tasarısının meclisten geçmesi ile 24 Mart 1925 tarihinde yeni şehrin kuruluşunun temeli atılmış olmaktadır. Aynı yıl içerisinde Lörcher, başkent için yeni şehir planlamasını teslim etmiştir. Plan eski şehrin güneyinde yer alacak bir “yönetim şehri’nin kurulmasını öngörmektedir. Eski şehirden tamamen yalıtılmış “yeni şehir” projesi, geleceğin ideal şehri olarak planlanmaktadır.

6.jpg

Eski ve yeni şehre ait imar planı[Plan zum Aufbau der Türk. Hauptstadt — Angora — Altstadt u. Regierungstadt = Tschankayal, 1924/25, Carl Christoph Lörcher, Berlin/ İstanbul, 1924-1925.

Ali Cengizkan, Ankara’nın İlk Planı 1924-25 Lörcher Planı: Kentsel Mekan Özellikleri. 1932 Janten Planı’na ve Bugüne Katkıları. Etki ve Kalınlıları (Ankara: Ankara Enstitüsü Vakfı ve Arkadaş Yayıncılık Ltd. ortak yayını, 2004), s. 245.

Bu projenin arka planında, Kemalist rejim ve yönetici seçkinlerin pozitivist ideallerini gerçekleştirme çabalarının önemli rol oynadığı görülmektedir. Türkiye’de ilerlemenin evrimsel olarak gelişmesine müsait bir ortam ve gerekli zamanın bulunmadığı kanısında olan Mustafa Kemal ve yandaşları, “muasır milletlerin seviyesine” ancak radikal ve otoriter metotlarla ulaşılabileceğine inanmaktadırlar. Parti programında, ulusal egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu vurgunlasa da, Kemalistlere göre halk henüz kendi çıkarlarını temsil edebilecek konumda değildir. Bu bakımdan, doğruyu bilen yönetici seçkinler kendi belirledikleri gelişme ilkeleri doğrultusunda halkı biçimlendirecektir. Mustafa Kemal, bu konudaki görüşlerini daha 1918 yılındaki bir konuşmasında şu şekilde dile getirmiştir:
“Neden ben bu kadar senelik tahsil-i âli gördükten, hayat-ı medeniye ve içtimaiye-yi tedkik ve hürriyet-i tezevvük için sarf-ı hayat ve evkat ettikten sonra avam mertebesine ineyim. Onları kendi mertebeme çıkarayım; ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar.”30

Kemalist seçkinler, kültürel alanda olduğu gibi yaşam alanı ile de halka öncü olmayı hedeflemektedir. Kurulacak “yeni şehir,” temiz, geniş bulvarları, görkemli binaları ve modern spor tesisleri ile “eski şehre” ideolojik bir tezat oluşturacaktır. Bu ayrımı netleştirmek amacıyla, eski şehrin bilinçli olarak yeni şehirden yalıtılması öngörülmektedir. Şehir planında demiryolu ve İncesu Deresi ile sağlanan bu ayrım, demiryolunun her iki tarafının genişletilip ağaçlandırılması ile daha da vurgu kazanmaktadır (bkz., Resim 10).

Eski şehir ile yeni şehrin arasındaki tek bağlantı, yönetim şehrinin yeni prestij aksı olarak inşa edilecek olan Millet Caddesi ile kurulacaktır. Eski şehirdeki kuzey-güney aksının uzantısı olan bu yeni prestij bulvarının tasarımında, Avrupa’nın lüks bulvarları mimari model olarak alınmaktadır. Oysa şehir planındaki kurgusu incelendiğinde, bulvarın modern bir görünüm çizmekten çok daha temel bir fonksiyonu olduğu görülmektedir. Bulvar şehirde rejim için ideolojik önem taşıyan bütün simgesel yapıların ana bağlantı ekseni olarak tasarlanmıştır. Yani, modern görüntüsünün arkasında bulvar, öncelikle devletin otorite ve hâkimiyetini daimi olarak günlük şehir yaşamına dâhil etmeye yönelik bir ideolojik programa hizmet etmektedir. Bulvarın eski şehirdeki başlangıcı, “Ankara Yönetim Şehri” adını alacak “yeni” bir tren istasyonu ile belirlenmektedir. Bulvar buradan doğruca hükümet meydanına bağlanmaktadır. Şehrin en önemli düğüm noktasını teşkil edecek olan bu meydanın etrafında, Lörcher tiyatro, müze gibi görkemli ve kültürel değer taşıyan yapıların inşa edilmesini önermektedir.31

Yeni şehirdeki diğer önemli odak noktası ise şehrin en yüksek bölgesidir. Lörcher, hükümet merkezinin doğusunda yer alan bu tepeyi eski şehirdeki kalenin karşılığı olarak görmektedir. Bu sebeple burada milli değerleri çağrıştıracak bir planlama düşünmektedir. Lörcher’in teklifi, bu bölgede hemen hemen yönetim kompleksinin işgal ettiği inşaat alanı büyüklüğünde bir “ulusal park” kurmaktır. Parkın en yüksek noktasında ise abidevi bir bina, yeni şehrin tacını oluşturacaktır. Ulusal Park, yine aksiyel bulvar düzenlemeleri ile şehrin iki ideolojik noktasına bağlanmaktadır. Birincisi, batı istikametinde meclis binasının olacağı meydan, diğeri ise yönetim şehrinin başlangıcını oluşturan Sıhhiye Meydanı’dır. Bu mekânsal organizasyon ile Lörcher, eski şehirde Kale, meclis binası ve Ulusal Park üçlüsü ile sağladığı “milli birlik” ve “devlet otoritesi” çağrışımlarını yeni şehirde de sembolik olarak tekrarlamaktadır.

İktidarın kent mekânına damgasını vuracak olan yeni şehrin merkezi, Regierungsviertel [Vekâletler] ile belirlenmektedir. Lörcher’in Vekâletler ile ilgili 1925 yılında sunduğu tasarım, bakanlık binaları, müzeler, kütüphaneler ve diğer idari birimlerin yer alacağı, kama formlu, abidevi bir yönetim kompleksinden oluşmaktadır (bkz., Resim 11). Kompleksin mimari kurgusu içe dönük ve kapalı bir planlamadır. Katı bir simetri ve aksiyal bir tasarım prensibi çerçevesinde yapılar, ortadaki ana eksen üzerinde sıralanmaktadır. Uzun ve devasa dış cephe tasarımları, kompleksin masif ve kapalı etkisini daha da güçlendirici bir etki yaratmaktadır. Kompleksin girişi Cumhuriyet Meydanı ile belirlenmiş olup, burada kurulacak olan Zafer Anıtı bir yandan “Türkiye’nin kurtuluşu”nu ilan ederken, diğer yandan da “yönetim mekânına girişi” vurgulayacaktır. Şehrin ana aksı olan Millet Caddesi kompleksin içinde de devam ettirilecek ve sıra halindeki meydanlar ile gösterişli bir iç mekân düzenlemesi oluşturacaktır. Bu iç meydan ve avlular buluşma ve dinlenme işleviyle değil, aksine, diğer devlet yapılarından beklenen ciddiyetle, “cumhuriyeti temsil” ifadeleri taşımaktadır. Kompleksin merkezinde, göze çarpan mimari tasarımı ile meclis binası, orta aksın bitişini oluşturmaktadır. Zafer Anıtı ile belirlenen girişten itibaren anıtsal mimari nispetleri, ritmik düzendeki ağaç sıraları ve abidevi yapılarıyla bu yönetim kompleksinin ziyaretçide saygı ile beraber korku ve çekinme hisleri uyandıran etkileyici bir izlenim yaratması amaçlanmaktadır. Böylelikle, mimari ve kent tasarımı rejimin halk üzerinde sağlamaya çalıştığı otorite ve kontrolün kurulmasında etkili birer araç olarak vazife görmektedir.

Kabul etmek gerekir ki, Lörcher “eski” ve “yeni” şehirlere ait tasarım ilkeleri ile başkent Ankara’nın daha sonraki gelişiminde oldukça belirleyici bir rol oynamıştır. Bununla beraber, Lörcher’in Türkiye’de görev yaptığı yıllar rejimin siyasal yapısının daha tam netleşmediği, partinin altyapısının sağlamlaştırılmaya çalışıldığı geçiş dönemine rastlamaktadır. Buna paralel olarak, Lörcher’in tasarımları da uygulamaya yönelik olmaktan çok birer fikir projesi niteliği taşımaktadır. Bu bakımdan, incelememizde Lörcher’in sadece gerçekleştirilmiş olan projelerinin değil, başkent Ankara’ya ait tüm fikirlerinin değerlendirilmesi yapılmaya çalışılmıştır.

Oysa tek parti rejiminin kurulmasından sonra gerek şehir planlaması, gerekse mimari uygulamalarda çok daha bilinçli ve programlı yaklaşımlar gözlenmektedir.

Levent Uluiş
Technısche Unıversıtät Berlin Planlama Ve Mimarlık Sosyolojisi Doktora Öğrencisi

DİPNOTLAR
1 Ali Cengizkan, Ankara’nın İlk Planı 1924-25 Lörcher Planı: Kentsel Mekan Özellikleri. 1932 Jansen Planına ve Bugüne Katkıları, Etki ve Kalıntıları (Ankara: Ankara Enstitüsü Vakfı ve Arkadaş Yayıncılık Ltd. ortak yayını, 2004).
2 Bernd Nicolai, Moderne und Exil: Deutschsprachige Architekten in derTürkei. 1925-1955 (Berlin: Verlag für Bauwesen, 1998), s. 16. Ayrıca bkz., Ankara Büyükşehir Belediye Arşivi, İmar Müdürü ve Jansen arasındaki yazışmalar, 17.06.1950 ve 21.09.1930 tarihli, İmar Müdürlüğü’nden Hermann Jansen’e gönderilen mektuplar.
3 Nasyonal sosyalist mimarisi ve şehir planlamasının önde gelen araştırmacılardan Anna Teut, Lörcher’i “prototip bir parti mimarı” (der Prototyp des Parteibucharchitekten) şeklinde nitelendirmektedir (Anna Teut, Architektur im Dritten Reich, 1933-1945 (Berlin, Frankfurt am Main ve Viyana: Ullstein, 1967), s. 87).
4 Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkz., Hildegard Brenner, Die Kunstpolitik des Nationalsozialismus ([Reinbek bei Hamburg]: Rowohlt, [1963]); Nicola Timmermann, Reprâsentative Staatsbauksunst’ im faschistischen Italien und im nationalsozialistischen Deutschland: Der Einfluß der Berlin-Planung auf die EUR (Stuttgart: lbidem Verlag, 2001); ve Barbara Miller Lane, Architecture and Politics in Germany. 1918-1945 (Cambridge: Harvard University Press, 1968).
5 Carl Christoph Lörcher, “Gleichschaltung,” Die Baugilde: Zeitschrift des Bundes Deutscher Architekten BDA und der Zentralvereinigung der Architekten Österreichs ZV, 15/10 (25 Mayıs 1933), s. 461.
6 Siedlung en basit anlamıyla yerleşim bölgesi olarak tarif edilebilir. Köy, mahalle, toplu konut, bahçe şehir gibi çeşitli kullanımları mevcuttur.
7 Werner Durth ve Winfried Nerdinger, Architektur und Städtebau der 30er/40er Jahre: Ergebnisse der Fachtagung in München. 26.-28. November 1993, des Deutschen Nationalkomitees für Denkmalschutz
(Bonn: Das Nationalkomitee, 1994), s. 194.
8 Werner Durth ve Winfried Nerdinger, Architektur und Städtebau der 30er/40er Jahre: Ergebnisse der Fachtagung in München. 26.-28. November 1993, des Deutschen Nationalkomitees für Denkmalschutz (Bonn: Das Nationalkomitee, 1994).
9 Carl Christoph Lörcher, “Neubildung Deutscher Bauertums und Baaaaucrlicher Bauweise im Dienste neuer Bauernkultur,” Baugilde, No.17-18 (1933), ss. 838-840.
10 NS-siedlunlglar denince Nazi partisince geliştirilmiş yerleşim bölgeleri ve köyler akla gelir. Bunlar hakkında kapsamlı bilgi için bkz., Roswitha Mattausch, Siedlungsbau und Stadtneugründungen im deutschen Faschismus: Dargestellt anhand exemplarischer Beispiele (Frankfurt am Main: Haag und Herchen, 1981).
11 Werner Durth ve Winfried Nerdinger, Architektur und Städtebau der 30er/40er Jahre: Ergebnisse der Fachtagung in München, 26.-28. November 1993, des Deutschen Nationalkomitees für Denkmalschutz
(Bonn: Das Nationalkomitee, 1994), s, 194.
12 Carl Christoph Lörcher, “Angora und sein neuer Bebauungsplan,” Deutsche Bauzeitung-Stadt und Siedlung,. 59/2 (17 Ocak 1925), s. 10.
13 Carl Christoph Lörcher, “Angora und sein neuer Bebauungsplan,” Deutsche Bauzeitung -Stadt und Siedluns, 59/1 (3 Ocak 1925), s. 2. Buradaki çeviri benimdir. Makale Cengizkan’ın kitabında tümü çevrilmiş olarak ekte yer almakta, ancak benim çevirimden yer yer değişiklikler göstermektedir (Bkz., Carl Christoph Lörcher. “Angora ve Yeni İmar Planı.” Ali Cengizkan, Ankara’nın İlk Planı 1924-25 Lörcher Planı: Kentsel Mekan Özellikleri, 1932 Jansen Planına ve Bugüne Katkıları, Etki ve Kalıntıları (Ankara: Ankara Enstitüsü Vakfı ve Arkadaş Yayıncılık Ltd. ortak yayını, 2004) içinde, ss. 169-171).
14 İnci Aslanoglu, Erken Cumhuriyet Dönemi Mimarlığı, 1923-1938 (Ankara: ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayını, 2001), s. 32.
15 Sibel Bozdoğan, Modernizm ve Ulusun İnşası: Erken Cumhuriyet Türkiyesi’nde Mimari Kültür [çeviren Tuncay Birkan] (İstanbul: Metis Yayınları, 2002).
16 Carl Christoph Lörcher, Ankara Şehrinin İmâr ve İnşâ Planına Âid İzahnamedir (İstanbul: Metanet Matbaası, 1924), Ali Cengizkan, Ankara’nın İlk Planı 1924-25 Lörcher Planı: Kentsel Mekan Özellikleri, 1932 Jansen P/anına ve Bugüne Katkıları. Etki ve Kalıntıları (Ankara. Ankara Enstitüsü Vakfı ve Arkadaş Yayıncılık Ltd. ortak yayını, 2004) içinde, ss. 144-157.
17 Carl Christoph Lörcher, “Angora und sein neuer Bebauungsplan,” Deutsche Bauzeitung Stadt und Siedlung, 59/1 (3 Ocak 1925), s. 1.
18 Carl Christoph Lörcher, “Angora und sein neuer Bebauungsplan,” Deutsche Bauzeitung Stadt und Siedlung, 59/2 (17 Ocak 1925), s. 10.
19 Peter Bondanella, The Etemal City: Roman Images in the Modern World (Chapel Hill ve Londra: University of North Carolina Pres, 1987), ss. 9-36 ve ss. 172-206; ve Luisa Ouartermaine, “Slouching Towards Rome: Mussolini’s Imperial Vision.” Tim J. Cornell ve Kathryn Lomas (der.), Urban Society in Roman ltaly (Londra: UCL Press, 1995) içinde, ss. 203-215.
20 Margrit Estermann-Juchler, Faschistische Staatsbaukunst: Zur ideologischen Funktion der öffentlichen Architektur im faschistischen Italien (Köln, Böhlau, 1982). s. 53.
21 Suna Güven, “Bir Roma Eyaletinin Evrim Sürecinde Galatia ve Ancyra,” Yıldırım Yavuz (der.), Tarih İçinde Ankara. II (Ankara: ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayını, 2001) içinde, s. 109.
22 Carl Christoph Lörcher, “Angora und sein neuer Bebauungsplan,” Deutsche Bauzeitung Stadt und Siedlung, 59/2 (17 Ocak 1925), s. 10.
23 Hâkimiyet-i Milliye Meydanı’nda Lörcher’in taslaklarıyla yön verdiği Zafer Abidesinin yapımı 1927 yılında Avusturyalı heykeltıraş Heinrich Krippel tarafından gerçekleştirilmiştir (Ali Cengizkan, Ankara’nın İlk Planı 1924-25 Lörcher Planı: Kentsel Mekan Özellikleri, 1932 Jansen Planına ve Bugüne Katkıları, Etki ve Kalıntıları (Ankara: Ankara Enstitüsü Vakfı ve Arkadaş Yayıncılık Ltd. ortak yayını, 2004), ss. 63-64). Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz., Ali Cengizkan, “Söz ve Tarih VII: Mukbil Kemal Taş (1891-?): Bir Geçiş Dönemi Mimarı,” Arredamento Mimarlık, N0.63 (Kasım 2003), ss. 112-119.
24 Carl Christoph Lörcher, Ankara Şehrinin İmâr ve İnşâ Planına Âid Izahnamedir (İstanbul: Metanet Matbaası, 1924). Ali Cengizkan, Ankara’nın İlk Planı 1924-25 Lörcher Planı: Kentsel Mekan Özellikleri. 1932 Jansen Planı’na ve Bugüne Katkıları, Etki ve Kalıntıları (Ankara: Ankara Enstitüsü Vakfı ve Arkadaş Yayıncılık Ltd. ortak yayını, 2004) içinde, ss. 144-157
25 Zübeyir Kars, “Ankara’nın Başkent Olduğu Yıllardaki Eğitim, Sağlık ve Sosyal Durumu Üstüne,” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 20/58 (Mart 2004), ss. 105-128.
26 Bu konuda bkz, Özbay Güven. “Türkiye’de Cumhuriyet Döneminde Beden Eğitimi ve Spor Öğretmeni Yetiştiren Okulların Eğitimini Hazırlayıcı Çalışmalar,” Beden Eğitimi ve Spor Bilimleri Dergisi, 1/2 (Nisan 1996), ss. 70-82: ve Mehmet Güçlü, “Avrupa. Amerika Birleşik Devletleri, Çin ve Türkiye’de Beden Eğitimi ve Sporun Gelişimi,” Milli Eğitim Dergisi, No. 150 (Mart, Nisan, Mayıs 2001).
27 Gigliola Gori, Italian Fascism and the Female Body: Sport. Submissive Women and Strong Mothers (Londra ve New York: Routledge, 2004), ss. 93-96. Bu konuda ayrıntılı bir kaynak için bkz., Tracy H. Koon, Believe. Obey, Fight: Political Socialization of Youth in Fascist Italy. 1922-1943 (Chapel Hill: University of North Carolina Press, 1985).
28 Carl Christoph Lörcher, Ankara Şehrinin I’mâr ve Inşâ Planına Âid /zahnamedir (İstanbul: Metanet Matbaası, 1924), Ali Cengizkan, Ankara’nın İlk Planı 1924 25 Lörcher Planı: Kentsel Mekan Özellikleri, 1932 Jansen Planına ve Bugüne Katkıları, Etki ve Kalıntıları (Ankara: Ankara Enstitüsü Vakfı ve Arkadaş Yayıncılık Ltd. ortak yayını, 2004) içinde, ss. 144-157.
29 Bu stadyum Jansen Planı’nda hemen hemen aynı alanda yer almaktadır. Jansen, stadyumun kuzeyinde ayrıca bir de hipodrom yapılmasını öngörmektedir. Hipodrom Jansen’in tasarladığı şekilde gerçekleştirilirken, hipodromdaki cumhurbaşkanlığı locası ve stadyum projesinin tasarımı İsviçre kökenli İtalyan mimar Paulo Vietti-Violi’ye verilmiştir. İnci Aslanoglu, Vietti-Violi’nin Italya’daki tiyatro, kilise, modern köy evleri, villa binaları gibi çeşitli mimarlık aktivitelerine ek olarak 1942 yılında Türkiye’de Anıt Kabir yarışmasına da katıldığını yazmaktadır (İnci Aslanoğlu, The Italian Contribution to 20th-Century Turkish Architecture,” Environmental Design: Journal of the Islamic Environmental Design Research Centre, 5 (1990), ss. 158-160).
30 Neşe Gürallar Yeşilkaya, Halkevleri: İdeoloji ve Mimarlık (İstanbul: İletişim Yayınları, 1999), s.54.
31 Lörcher bu noktada iki alternatif sunmaktadır. Ana tren garı ya olduğu gibi yeni şehrin başlangıç noktasına nakledilecektir veyahut burada yeni bir yolcu istasyonu kurulacaktır.
Türkçeye çevrildiğinde yanlış bir kullanımmış gibi görünmekle beraber, Lörcher kendi açıklamasında yeni istasyon için Angora Regierungsviertel [Ankara Yönetim Şehri] ifadesini kullanmaktadır. Yeni istasyon kurulursa, bu durumda eski tren garının sadece yük trenleri için hizmet vermesini teklif etmektedir. Bunun, daha çok yönetimin mali durumunu İlgilendiren bir konu olduğunu ifade eden Lörcher, kesin bir karara varabilmek için uzman mühendislerin dokümanlarının incelenmesini gerekli görmektedir (Carl Christoph Lörcher, “Das neue Regierungsviertel der Stadt Angora,” Städtebau —Monatshefte für Stadtbaukunst, Städtisches Verkehrs-Park- und Siedlungswesen, (1925), s. 145.

Kaynak: Toplumsal Tarih Temmuz 2009

6 Yorum
  1. Hayret verici.
    İletiyi vurgulamak amacıyla veya dalgınlıkla, yazının iki ayrı yerinde belirtildiği üzere: Lörcher SA’ya 1931’de girmiş, yani, ikinci projenin teslim edilmesinden altı yıl sonra. Eh, “Kemalist seçkinlerin” ileri görüşlülüğünün kanıtı olsa gerek; Nazi olacak adamı nasıl da bulmuşlar.
    Uzatmadan, yazıdaki üsluptan hareketle: “Modern ve demokrat eğilimlerinden”, gayretkeşliğinden ötürü yazarı kutlarım. Hezeyan izlenimi veren tahayyülüne ise söyleyecek hiçbir söz bulamam.

    Can Bayhan | 20 Temmuz 2009

  2. Lörcher’in Ankara’sı bugünkünden katbekat daha iyiymiş.

    Hayati Binler | 21 Temmuz 2009

  3. Seksen yıl önce oluşturulan bir başkent projesine bu günün postmodern gözlüğü ile bakmak ne derece isabetli olur, doğrusu makaleyi gönderen şahsı ve yönlendirilmiş yorumcuları anlamakta zorlandım.
    Bir de, 1924-25 de alınmış böyle bir kararda hangi Kemalist Elitlerden söz edilmektedir, o da ayrı bir konu. Daha kurtuluş savaşı şehitlerinin kanı kurumadan, o savaşın gazilerini, adeta CEBERRUTLUKLA suçlamak , biraz haksızlık olmuyor mu?
    Konuyu gündeme taşıdığı için Levent Uluiş’e saygılarımı sunmayı bir borç bilirim. saygılarımla…

    drcankor | 8 Ağustos 2009

  4. sevgili dostum,
    “Parti programında, ulusal egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu vurgunlasa da, Kemalistlere göre halk henüz kendi çıkarlarını temsil edebilecek konumda değildir. Bu bakımdan, doğruyu bilen yönetici seçkinler kendi belirledikleri gelişme ilkeleri doğrultusunda halkı biçimlendirecektir. Mustafa Kemal, bu konudaki görüşlerini daha 1918 yılındaki bir konuşmasında şu şekilde dile getirmiştir:
    “Neden ben bu kadar senelik tahsil-i âli gördükten, hayat-ı medeniye ve içtimaiye-yi tedkik ve hürriyet-i tezevvük için sarf-ı hayat ve evkat ettikten sonra avam mertebesine ineyim. Onları kendi mertebeme çıkarayım; ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar.”
    bu alıntının tarihi 1918 ve 2008 tarihli yerel seçimlerde o sağduyusuna güvendiğiniz halkın; kömür çuvalları, zeytin peynir sepetleri, elektriksiz köyler dağıtılan çamaşır ve bulaşık makinelei karşılığı verdği oylarla MİLLİ İRADEYİ nasıl yansıttığını gördükten sonra, hala ucu popülizle – halkın seviyesine inme kurnazlığının- bu ülkeyi nerelere taşıdığın hala görememişseniz, sanata sanatçıya kapıyı gösterenlerin seviyesine inmeye devam ediniz… üzüntülerim ve saygılarımla…

    drcankor | 8 Ağustos 2009

  5. Öyleyse, konuyu uzatalım:
    Yukarıdaki yorumumda (20.07.2009) yazıyla alay etmeye çalışmıştım. “Gayretkeşlik ve hezeyan izlenimi” ile ne demek istediğimi daha açık söyleyeyim:
    Yazarın 1920’lerdeki mimarlık / şehir plancılığı anlayışını eleştirmek gibi bir kaygısı olduğunu sanmıyorum. Yazının (gülünecek kadar saçma) içeriği bunu gösteriyor. Maksat, Cumhuriyet’in kurucu kadrosuna (başta Atatürk olmak üzere) kara çalmak.
    Bilmem, yanılıyor muyum?

    Can Bayhan | 10 Ağustos 2009

  6. Bir kaç yıldır AKP genel bir politikanın bir parçası olarak aydınları hedef aldı. Eğer ergenekon senaryosuyla -ki ileride çok film çekilecektir- içeri atamadıysa çok ucuz çok kötü bir popülizm ile onları halka yabancı olmakla suçluyor. Sayın halkımızda göbeğini kaşıyarak -marifetmiş gibi bu ülkede -benim çocuğum çok şükür kitap okumaz diyen aileler de gördük- kendisine pay çıkarıyor.
    Atatürk elitist miydi? Hayır. Öyle olsaydı “köylü efendimizdir” demezdi en azından.
    Öyle olsaydı köylüyü çağdaş dünyaya taşıyacak köy enstitülerini kuran insanları daha sağlığında etkisizleştirirdi.
    İnönü Hasanoğlana gider. Ziyaretinde iki koyunu gütmeye götüren bir kız çocuğunu görür. Çıkınını görmek ister. Çıkında bir parça ekmek peynir ile Platonun Phedre’si vardır. Bu iş bitmiştir der. Bu diğerlerini aşağılama değildir. Bu tam tersi diğerlerini çağdaş uygarlık seviyesine taşımaktır. İnsan içine çıkabilir hale getirmektir. Aşağılanmadan, alay edilmeden.
    Elli küsür yıl sonra kesinlikle haklı olduğunu düşünüyorum. Bu ülke göbeğini kaşıyanların değil, okuyanların ülkesidir.

    Aziz Omanlar | 10 Ağustos 2009


Yorum yazmak için


  Avustralya’nın Melbourne kentindeki Penleigh ve Essendon Gramer Okulu’ndaki (PEGS) Müzik Merkezi, McBride Charles Ryan’ın (MCR) PEGS Kampüsleri genelindeki bir dizi girişiminin bir parçasıdır. 

Copyright © 2024 All Rights Reserved | Mimdap.org