İngiliz Prof. John Lovering, İstanbul’a geldi ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde dün ve bugün iki seminer verdi. Pazartesi günü gerçekleşen seminerin ilk bölümünde Prof. Lovering “süper zenginlerin çağında planlama yapma” fikrini açmaya çalıştı.

Seminere, kentlerin sermaye birikimi ile olan ilişkisinin antik çağdan günümüze kadarki değişimi çarpıcı örneklerle başlayan Lovering, “fantezi kentler” olarak adlandırdığı yeni zengin yerleşmeleri hakkında yaptığı saptamaların ardından 3 ayrı soruya verdiği yanıtlarla ilk günkü bölümü tamamladı. Bunun ardından, neo liberalizmin kentlere etkisinin yarattığı eşitsizlikleri, çevresel sorunları ve ekonomik gerilemeyi nasıl durdurabileceğimize dair kimi tartışmalar yapmayı sağladı.

Seminerin birinci günü

Seminere kentlerin geçmişten günümüze gelişimini anlatarak başlayan Prof. Lovering şöyle konuştu:

“Son zamanlarda, kentlerin yüzyıllardır benzer karakterdeki gelişimi büyük bir kırılmaya uğramış durumda. İnsanlık, hiç alışık olmadığı bir dünyanın içerisinde yaşamakta. Kentler kırlardan çok daha fazla ve eskisinden farklı olarak batıdaki kentler küçülürken, doğudaki kentler büyüyor. Yoksul nüfusun kentlere doğru akışı, kentin ekonomik ve toplumsal yapısını da değiştirdi. Son dönemdeki en yeni durum ise, kentlerde yaşayan süper zenginler ve onların bu kentlerin mekânsal gelişimine etkisidir.”

Ardından, Dünya’da en çok sayıda süper zengini barındıran ilk üç ülkenin Amerika, İngiltere ve Çin olduğunu belirten Lovering, bu ülkelerdeki özellikle emlak piyasalarının tamamen süper zenginler etrafında şekillendiğini vurgulayarak, İstanbul’un da bu sürecin henüz başında olduğunu, dünyanın en hızlı büyüyen dördüncü emlak piyasasının da burada bulunduğunu söyledi.

Festivaller

Neo liberalizmin kentlerdeki etkisini kamusal alanlar ve kentsel festivaller üzerinden anlatan Lovering, Roma döneminden başlayarak sanayi devrimi’ne kadar gittiğimizde tüm festivallerin ve kamusal alanların “ortak kullanıma” açık olduğunu, bugün ise, festival organizasyonlarının çeşitli sponsorlar aracılığı ile yapılıp, parası olanlara açıldığını vurguladı. Eskiden kentler, herkesin birbiriyle karşılaşabildiği, toplumun her kesiminin birbirine karıştığı mekânlar iken, bugün zenginlerin kendilerini isteyerek soyutladığı yerlere dönüşmüşlerdir.

Ancak, kentlerin “metalaştığı” fikrinin 1900’lerin başında ortaya çıktığını ifade eden Lovering, “Simmel’in kentlerinde ifade edilen metalaşma hali ile bugünkü kentlerin yapısı çok farklı. 1900’lerin başında da kentler alışveriş ve tüketmek üzerine kurulu olsa da, bahsedilen oldukça küçük sermayeler, bugün ise çok büyük, globalleşmiş sermaye gruplarından bahsediyoruz.” Şeklinde konuştu.

Bu noktada New York örneğinden bahsede Prof., “New York’taki 42. cadde, 1980’li yıllara kadar bile orta sınıfa mensup bir ailenin gitmek istemeyeceği, genelevlerle dolu, yasa dışı ticaretin, uyuşturucunun kol gezdiği bir mekândı. 1990 yılında yapılan bir temizleme harekatıyla bu mekân turistik hale çevrildi.” dedi. Bu durum, 90’lardan itibaren, büyük şirketlerin kentleri “paketlenmiş yeni alanlar” haline getirmesine örnekti. Las Vegas da bu paketlenmiş kentlerin en çarpıcı örneklerinden.

Kentler “temizleniyor”!

“Bu temizleme hareketlerini takiben, rezidanslarla, büyük alışveriş merkezleri, spor kompleksleriyle “fantezi siteler ortaya çıkmaya başladı. Bunun en çarpıcı örneklerini Dubai’deki su içi kentlerinde görüyoruz. Bunların hepsi bir yana mantığı en zorlayan proje ise “freedom ship” isimli, 100000 kişinin bir geminin içine yerleştirildiği proje.” diyen Lovering, ilk günkü sunuşunu, kendine sorduğu 3 soruya verdiği cevaplarla bitirdi.

Her bir adacığın milyonlarca dolar ettiği bu yerleşim birimleri, soyutlanmış, kapalı, ütopik mekanlar.

Freedom Ship henüz bir proje, ancak neo-liberal mantığın varabileceği son noktayı gösteriyor. Proje, 100 000 kişilik bir süper zenginler grubunun, tüm yaşamlarını bu gemide geçirmesini ön görüyor. Geminin, yılın %70’ini bir kıyıya bağlı olarak, diğer %30’unu ise dünya turu yaparak geçirmesi planlanıyor. Gerçekleşmemiş projede, geminin rotası bile belirlenmiş durumda.

Sonuç olarak

“Bu açılımları yaptıktan sonra şu 3 soruyu kendimize sormakta yarar var:

1) Kentlerde ekonomik olarak yaratılan bu eşitsizliğin artması iyi midir?
Eşitsizliğin iyi olduğunu söylemek mümkün değil, çünkü eşitsizliğin çok olduğu kentlerde ölüm oranı çok daha yüksek. Ayrıca ilk ortaya çıkan toplumda suçun, stres ve bunalımın artması. Plancılar karar geliştirirken, toplumla ilgili bu konuları göz önünde bulundurmalılar.

2) Zenginler için planlama yapmak sürdürülebilir kentler yaratır mı?
Bu soruyu cevaplamak için Paris örneğinden yola çıkabiliriz. Paris Dünya’nın en zengn kentlerinden biri, ancak 2005 yılında banliyölerde çıkan olaylar aşikâr. İşsizlik, eşitsizlik bu kentte çok yüksek. O halde cevabımız yine olumsuz.

3) Yeni yaratılan kentler çevreyi olumlu etkiler mi?
Zenginler için yapılan planlarda, çevreye önem verilmediğini görüyoruz, bu durum çevresel sorunların çokça artmasına neden olduğu gibi, bizi de karanlık bir geleceğe sürüklüyor.”

mimdap

7 Comments

  1. Cardif Üniversitesinden Prof. John Lovering’in semineri gerçekten çarpıcıydı ve dinleyenleri geleceği düşünmeye sevketti. Lovering, “New York’da %1 lik süper zengin kesimin hatırı sayılır bir lüx hizmet sektörü ve istihdam yarattığını ve bazılarının da bunu iyi bir gelişme olarak gördüğünü ancak kendisinin bu durumu insan doğasına aykırı” bulduğunu söyledi. Bu bana Göktürk Belediyesi’ne yaptığımız bir ziyareti hatırlattı. Göktürk’te duvarlarla ayrılmış iki ayrı yaşam var. Kapalı sitelerde yaşayanlar ve hemen yanında bu zengin sakinlerin ihtiyaçları olan alışveriş, bahçıvanlık, ev hizmetleri, çocuk bakıcılığı vb hizmetlerle göreli bir canlılık yaşayan Göktürk beldesi sakinleri. Belediye Başkanı bu gelişmeyi övünçle anlatmıştı. Böyle keskin bir ayrışmanın geleceğine bakıp toplumsal barıştan yana korku duymamak mümkün değil.
    Lovering sürdürülebilirlik konusunu da (yukarıda örnekleri olan) çarpıcı slaytlarla sorguladı. Bunlardan biri olan ütopik bir proje geleceğin sürdürülebilir kentine bir örnek veriyordu. Her biri bir şehir nüfusunu barındıran ve aralarında tüp köprülerle bağlanan çok yüksek yapılar ve zeminde insanların yukarıdan baktığı ama ulaşamadığı yeşil alanlar.
    Mimarlar ve kent plancıları olarak bu süreci hem bir mücadele, hem de alternatif geliştirme alanı olarak görme ve toplumsal muhalefetin güçlenmesine katkı sorumluluğumuz var.

  2. Zengin ve yoksul arasında hiç bir denge önermeyen, eşitsizlik yaratan sistemin devamını kurgulayan yeni liberal politikalar şu ana kadar dünyadaki mekansal gelişmeler bakımından kamusal boşlukları tüketerek ve onları hovardaca harcayarak dümdüz gidiyorlar. İlerlemiş ülkeler bile gelecek bir krizi hisstemeye başladı. Zira küresel kapitalizmin yeni ve daha açılımlı bir kamu fikri yok. Toplumdaki eşitsizliği giderilecek birşey gibi algılamıyor. Dolayısıyla bu makas açıldıkça açılmaya, ülkeler patlamaya hazır gerilimlere sokuluyor.
    Planlama da bundan açıkçası nasibini alıyor. Sanayinin kent merkezlerinden çekilmesi, büyüyen kentlere konut alanaları açılması, ulaşımın daha elverişli hale getirilmesi gibi planlamayı direkt etkileyeb konu başlıkları bütün kntlerin gündeminde.
    Toplumsal mutabakatı zorlayacak subjektif bir yapı bütün dünyada şu anda kurulabilmiş değil. Kıpırdanmalar umut verici ama neoliberal ekonomik-siyasal politikalara dur diyebilecek bir güçte değil. Akıllıca var olan toplumsal gücü tahkim etmek ve alternatif projelerle bu alanda kalmaya devam etmek, toplumsal muhalefeti sürüdürülebilir kılmak gerekir.

  3. İzalasyon mantığının varacağı sonuç bugünkünden daha emperyal bir toplum düzenidir. Daha baskıcı ve karşıtlarını sindiren hegomonik düzenlerin habercisidir bu durum. Yoksul ile varsıl arasındaki uçurum açıldıkça bunun kentsel mekana yansıması “güvenlik problemi” anlamında sunulmaya ve buradan da “güvenli bölgeler” oluşturma yarışına dönüyor. Bu durum aslında çok demagoji barındırıyor. Yıkılan sosyal devlet geleneği aybı zamanda kapitalizmin örtülü ve demokratik yönetim şalı ile örttüğü dönemin de sonu anlamına geliyor. Zenginle fakirin kader birliği içinde olduğu “ulus projesi” ideolojik temellerinden kurtulmş görünüyor. Zengin sınıfların yoksullarla bir arada bazı kamusal alanları paylaşması zorunlu olmadıkça yeğlenmiyor artık. Kamusal dünya ortadan yarılmış durumda. İşte benim görebildiğim kadarıyla küreselleşmenin kent ve yaşam ortamına dahili bu biçimde gerçekleşiyor. Korkarım ki bu eğilimler ne yazık ki ilerliyor.

  4. Sayın Türe ve Sayın Göktaş’ın yorumlarına katılmamak ,mümkün değil. Elbette ,böyle bölünmüş alanlar yaratarak ,sürdürülemez.. Başkalarını , ‘başkaları’ olarak görmeyi sürdürüp, ama kendimizin de, ‘başkaları’ olduğunun farkına varamıyoruz.
    ”Kardeşime k a r ş ı ben,
    kuzenime k a r ş ı ben ve kardeşim,
    dünyanın geri kalanına k a r ş ı ben kardeşim ve kuzenim.”
    Bu dizeler,
    bütün öyküyü, özlü bir biçimde anlatır. Savaşın öyküsü de budur zaten..!

  5. Kentlerde artan eşitsizliği bir zenginlik sebebi olarak görenler de olabilir. Sermaye birikim süreçleri ve onun nufuz alanı kurma girişimleri çünkü artık tanımlı bir kurala dayanmadan sürmektedir. Burada mümkün olduğu kadar sosyal politikalardan sıyrılan girişimci ruh sermaye için ortaçağ devletleri gibi kale duvarlarıyla bölün müş alanlar oluşturmaktadır. Yaşam ikiye daha fazla bölünmektedir. Aslında şu sürüdürülebilirlik denilen şey şu anda en nazik noktasındadır. Sürüdürülemezlik kapıdadır.

  6. Bu açılımın sonundaki üç soru mıh gibi insanın aklına çakılıyor gereçekten. Zenginler için planlama “sürdürülebilir” mi sorusu en can alıcısı bence. Bunu çok düşünmemiz gerekiyor. Bütün kaosa girmiş kentlerde ve çöküntü alanlarında biraz imkan ile biraz zenginliği oraya sokarak sorunları çözebildiğinizi zannediyorsunuz. Ama bir kenti sırf bu parametreye bağlı olarak değiştirirseniz yani PLANLARSANIZ sadece zengin sınıfların ihtiyaçlarına uygun ve esasında yaşamayacak olan kentler ortaya çıkabilir. Neoliberal gelişmlerle ülkemizde ayrıcalıklı ve korunmuş alanlarda başlatılan sınırsız lükse açık konu ya da iş sahaları toplumsal bölünmüşlüğün bir sertifikasına dönüşmek üzere. Kaliteden söz edilecekse TOPLAM KALİTEDEN söz edilmelidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir