Gezi notları: KARS - MİMDAP
Ana Sayfa Bağlantılar Biz Kimiz İletişim Mimar İş İlanları
ANA SAYFA
Gezi notları: KARS
Share 4 Temmuz 2008

Ticaret yolları değişince, o yol üzerindeki kentler önemini kaybeder, zamanla terk edilir, ölür. Kars’ın 40 kilometre doğusunda, Arpaçay Irmağı kıyısındaki Ani, bu ölü kentlerden biridir.

1. Bölüm: Kars’ın kaderi Ani’ye benziyor
Ani, Anadolu ile Asya arasındaki geçiş olan bu yaylada, bir Ermeni krallığının başkenti olarak kuruldu, 600 yıl İpek Yolu üzerindeki önemli ticaret merkezlerinden biri oldu. İstilalar, depremler atlattı ama 16. yüzyılda açılan yeni deniz yolları ticareti başka yerlere kaydırınca varlık nedenini yitirdi, terk edildi.

Geçmişte çarşıya çıkan bu yolda, bugün inekler otluyor. Şehri çevreleyen surların büyük bir bölümü yıkık. Dükkânlar ve evler ortadan kaybolmuş. Kilise ve manastırlar harabe halinde.

Ne var ki Ani, bugün hâlâ Türkiye’nin en güzel ve görülmeye değer ören yerlerinden biri. Çiçeklerle bezenmiş, uçsuz bucaksız yeşil ovalar, kuş cıvıltıları ve hangisinin Türkiye’ye, hangisinin Ermenistan’a ait olduğunu çıkaramadığınız dağlar, bu ölü başkente nadir bulunabilecek dramatik bir güzellik veriyor.

Ani öldü ama rüya görmeye devam ediyor.

Şehir bir zamanlar Kafkasya ile Anadolu’nun birleştiği yerde, bölgenin merkezi idi. Şimdi ise merkezden en uzak olan yerde. Çıkmaz sokakların en çıkmazı olan hudutta. O kadar hudutta ki yakın zamana kadar harabeleri ziyaret etmek için askerden izin almak gerekiyordu.

Ani’nin hastalığı bulaşmış gibi…
Bu ölü kentin doğu sınırında, derin bir vadi içinde, üzerinde kartallar ve leyleklerin av kolladığı, Arpaçay akıyor. Çayın diğer yakasında Ermenistan var. Anadolu’da Türkler tarafından yapılan ilk cami olan Manuçehr Camii’nin pencerelerinden hem akan suyun hem de karşı yakada çalışan buldozerin sesini duyabiliyorsunuz.

Çayın iki yakasını birleştiren köprünün sadece ayakları duruyor. Kim bilir en son ne zaman üzerinden bir kervan geçti?

Ani’nin hastalığı Kars’a da bulaşmışa benziyor. Anadolu ile Asya arasında geçiş yolu olan Kars Yaylası, Persler ve Yunanlılar’dan başlayarak birçok ordunun geçişini görmüş, birçok uygarlığa ticaret merkezliği yapmış.

Fakat Kars, artık terk edilen bir kent. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre Kars, aynı hat üzerinde bulunan Erzincan ve Erzurum gibi göç veriyor.

“Koskoca ilde toplam 72 anonim şirket var” diyor, Kars Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Ali Güvensoy. Güvensoy, zahire tüccarı ama artık pek ticaret yapmıyor. Türkiye’de ticaret yapmayan ikinci bir ticaret odası başkanı var mı, bilmiyorum.

“Ticaret olmayan yerde hiç bir şeyden bahsedemezsiniz” diyor, Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu, “Kars’ta işsizlik oranı yüzde 40-45. Kars’ın kişi başı milli geliri Afrika’nın gerisinde, 838 dolar.(Bu rakam ulusal ortalamanın yüzde 10’ civarındadır.) ‘Elli milyara satılık şehir’ diye, haberler çıkıyor hakkımızda.”

Sınır kenti ama sınır ticareti yok
Soğuk Savaş döneminde Kars, Sovyetler Birliği ile sınırı olan birkaç şanssız kentten biriydi. Topun ucunda sayıldığı için çok az yatırım çekti. Sovyetler Birliği 1991’de dağıldı ama talih Kars’ın yüzüne yine gülmedi, her şey daha da bozuldu.

Bağımsızlığını kazanan Ermenistan, Azerbaycan’ın Dağlık-Karabağ bölgesini işgal edince, dönemin hükümeti, 1993’te 268 kilometre uzunluğundaki Türk-Ermeni sınırını kapattı. Ermenistan’a ekonomik abluka uygulamaya başladı. Türkiye iki ülke arasında diplomatik ilişki kurulmasına yönelik görüşmelerden de çekildi.

Bu, bir anlamda Kars’a da uygulanan bir abluka idi. Çünkü kentin, Ermenistan’la ticaretini durdurmuştu.

“Sınır kenti olup da sınır ticaretinden yararlanmayan tek kent Kars’tır” diyor Belediye Başkanı Alibeyoğlu. “Sınır kapalıysa doğal olarak göç olacaktır.”

‘Abluka büyük bir ikiyüzlülük’
Şehirdeki bütün işadamları gibi Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Güvensoy da şehrin 70 kilometre doğusundaki Doğu Kapısı’nın açılmasını, ticaretin yeniden başlamasını istiyor. “Kapıların kapalı olması ne bize ne de onlara fayda getirir,” dedi Güvensoy, “Küs olmanın da bir faydası yok. Ermenistan’ın da yanlış tutumu var. Barışık adımlar atılması lazım. Geçmiş geçmişte kalmalı.”

Kars Kalkınma Vakfı Başkanı, CHP eski milletvekili Zeki Naci Tarhan kapıların açılmasının etkisinin büyük olacağına inanmıyor. “Sadece kapının açılması Kars’ın problemlerini çözmez” diyor. “Ermenistan’ın nufusu belli (3 milyonun altında). Alacağı belli. Kapı açıkken de büyük bir ticaret olmadı.”

Aslında Ermenistan’a abluka falan uygulandığı yok. Kapı kapalı ama Ermenistan istediği malları Gürcistan üzerinden serbestçe ithal ediyor. Hopa’dan Batum’a giden birçok TIR’daki malların alıcısı Ermeni şirketleri.

“Elli tane işkenceyle mallar Gürcistan üzerinden yollanıyor,” dedi adını vermek istemeyen bir iş adamı. “Bizim cebimize girmesi gereken para Gürcistan’a gidiyor. Asker sivil herkes ne olup bittiğini biliyor. Abluka büyük bir ikiyüzlülükten başka bir şey değil.”

Asıl darbe kapıdan değil, Demirel’den geldi
Kars, Ankara’dan esas darbeyi Ermenistan kapısının kapanmasından bir yıl önce yedi. Süleyman Demirel, 1992’de, o zamanlar CHP’yi sağ partilerden daha fazla destekleyen Kars’ı cezalandırmak için ili parçaladı. Kars’ın ilçesi olan Iğdır ile Ardahan’ı il yaptı.

Ve Kars, 18 bin kilometre karelik yüz ölçümü ile, 600 küsur binlik nüfusunun yarısını kaybetti. Milletvekili sayısı 3’e düştü. Bütçeden aldığı pay azaldı. Ankara’da, pastanın bö-lüştürülmesindeki siyasi ağırlığını kaybetti. Kars’ın 2 AKP’li 1 MHP’li milletvekilinin bugün başkentte pek esamesi okunmuyor.

Alışverişlerini Kars’tan yapan Iğdır ile Ardahanlılar, kendileri birer ticaret merkezi haline geldi. Azerbaycan’a bağlı Nahçıvan Özerk Cumhuriyet’i ile ticarete Iğdır el koydu.

“Ardahan ile Iğdır’ın ayrılması büyük darbe oldu” diyor Alibeyoğlu, “Ta Gürcistan sınırındaki Posof’tan gelip Kars’ta alışveriş yapıyorlardı. Bitti… Kars, pazarının büyük bir bölümünü kaybetmiş oldu.”

Fabrika arsalarına villa yaptılar
Ankara’nın yaptığı bir başka hata, özelleştirme rüzgârını Kars’ta özensiz bir biçimde estirmesi. Yerel, sosyal ve ekonomik gerçekleri dikkate almadan uygulanan özelleştirme, Kars’ı en büyük işvereninden mahrum bıraktı: Devlet’ten.

Devlete ait 6 tesisten 5’i özelleştirildi, özelleşen tesislerin 4’ü kapandı. Bunlar arasında en önemlileri, Et Kombinası ile Süt ve Yem fabrikaları. Forslu işadamlarına pazarlanan bu şirketler kısa süre içinde işçilerini sokağa attı, tesislerin kapısına kilit vurdu. Süt ve yem fabrikalarının arsasına villalar yapıldı. Ana geçim kaynağı hayvancılık olan Kars, et ve sütünü kullanacak tesislerden mahrum bırakıldı.

MHP Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş, “Bu özelleştirmelerle Kars’ın üretim damarları kesilmiştir” diyor, “Bu sürecin önümüze getirdiği sonuç, tam bir felakettir.”

Bugün, bir tek şeker fabrikası çalışmaya devam ediyor. Ama onun özelleştirilmesi için de çalışmalar var.

Dağdaş, Meclis’te yaptığı konuşmada, “Bu gidişle Şeker Fabrikası’nın akıbeti de diğerleri gibi olacaktır” diyor, “Önce özelleşecek, sonra kapanacaktır. 440 çalışanı, aileleri, 1.100’e ulaşan şeker pancar üreticisi ve ailesi ekmeğe muhtaç duruma düşecektir.”
Şeker fabrikasının onu çalıştırmayı garanti eden birine satılmaması halinde, hayvan üreticilerinin başına gelen felaket bu defa pancar üreticilerinin kaderi olacak.

Kars’ın arkasından ağlanmayan tek ölüsü
Kars’ın ana alışveriş merkezlerinden Halil Paşa Caddesi’ndeki dükkânında Bülent Yıldız bana bir ölüm haberi veriyor.
Ünlü Kars halısı ölmüş. Duymamıştım. “Karsta hiç tezgâh kalmadı. En son benim 3-4 tezgâhım kalmıştı. Ben de yaptırmaktan vazgeçtim” diyor, Yıldız. Neden, diye soruyorum.

“Yapan için çok ucuz, alan için çok pahalı” diyor.

Anlatıyor: Eskiden, yaz başında, köylerde koyunlar otlamaya salınmadan önce yünleri alınır, derede yıkanırdı. Kökboyası da bu dönemde yaylalarda açılan çiçeklerden veya üzerinden kar örtüsü kalkmış bitkilerin köklerinden elde edilirdi. Evlerde televizyon yoktu.

Sekiz dokuz ay süren kış aylarında kadınlar ve kızlar evlerde halı dokurdu. Kars halısı Azeri, Ermeni, Türkmen ve Kafkas motifleri içerdiği için diğer Türk halılarından farklıydı. Avrupa’da rağbet görüyordu. Kafkas halısı diye bilinen halı Kars halısıdır. “Zor bir zenaat halı yapmak” diyor Yıldız. “Şimdi televizyon evde 24 saat çalışıyor. Devlet köylüye para veriyor. Yeni nesil istemiyor. Tamamen öldü halıcılık.”

İthal halı satıyor
Bülent Yıldız 34 yaşında. “Doğduğumdan beri bu işin içindeyim” diyor. “Toz yuta yuta bu hale geldik.”

O tozdan ben de yutuyorum. Halıcı dükkânlarına has bir tozdur bu. Halı müşterilere gösterilmek üzere açılınca biriktirdiği tozlar çıkar ve dükkânın kokusunu verir.

Yıldız’ın dükkanındaki halıların yarıdan çoğu İran ve Afganistan’dan ithal. “İşçilik ucuz olunca halı da ucuz oluyor” diyor. “Bizde işçilik pahalılandı.” Kars halısı da satıyor biraz. “Eskiden kalan halıları ihtiyaçtan satıyorlar,” diyor. “Artık yenisi yok.”

Ama eski, değerli halı hiç yok. Elindeki 4-5 eski parçayı dükkâna getirmiyor. Arasıra dükkana halıdan fazla anlamayan kardeşi bakıyor. Yanlışlıkla satar diye evde tutuyor. “O halıları satarsam bir daha yerine koyamam” diyor Yıldız. Doğrudur. Bizimkiler değerini bilmediği için eski halılarımızın nerdereyse tamamını zengin Amerikalılar, Avrupalılar ve Japonlar için ihraç ettik. Anadolu’da antika halılar camilerden bir bir çalınıp dışarıya gönderildi. Antika Türk halısı istiyorsanız artık Londra, Kars’tan veya Kapalıçarşı’dan daha iyi bir adres.

Halıcılık sadece Kars’ta ölmedi. Bütün Türkiye’de öldü.

Öldü demek yanlış, aslında. Öldürüldü demek daha doğru olur. Bu kültür katliamını kimlerin nasıl yaptığını ileride bir gün anlatmaya çalışacağım.

2. Bölüm: Evet, Kars’ı sil baştan ele almak lazım
Kars’ın geleceği olmayan bir il olarak algılanması sermaye birikiminin sürekli Batı’ya kaymasına yol açıyor. Bu kaçış geri kalmışlığı kendi kendini besleyen bir olgu haline getirdi.

“Orada mayalanan buraya geliyor” dedi, İstanbul’a döndükten sonra konuştuğum Kars’lı işadamı Sabri Yiğit. Ve ünlü markaları ve işadamlarını saymaya başladı: “Aras Kargo, Aytemiz-Akpet, Vatan Bilgisayar. Türkiye’deki cam sanayii Karslıların elindedir.”

Tüketici elektroniği pazarının önde gelen şirketlerinden Digicom’un sahibi olan Yiğit’in kendisi de bu kervanın yolcularından. Kars’ın eşrafından olan ailesi 1980’de ‘bir gecede’ Ankara’ya göçmüş.

Türkiye’nin neresine giderseniz gidin, geri kalmışlığın nedenleri her yerde aynıdır. Kars’ta olduğu gibi diğer bütün illerde de ilerlemenin önünde duran bölgesel nedenler muhakkak vardır. Ama geri kalmışlığın esas nedeni bölgesel değil, evrenseldir.

Belediye başkanı YDH ile başlamıştı
Türkiye’nin siyasi ve bürokratik kadroları kalitesizdir. Bu kadrolar Türkiye’nin sorunlarını çözecek yeteneğe sahip değildir. Kurumlar zayıftır.

Alınan önlemler etkin değil. Türkiye’de yönetimin en belirgin özelliği rüşvet ve yolsuzluktur. Eğri bir okun hiçbir zaman hedefe varmaması gibi, rüşvet ve yolsuzluk bütün planları, kararları, yasaları saptırır.

Bu açıdan bakıldığında Kars -Türkiye’nin kendi gibi- acemi ve üçkağıtçı bir doktorun eline düşmüş hasta gibidir. Bu doktor -yani Ankara’daki ve Kars’taki siyasiler ve bürokratlar- hastayı tedavi etmek bir yana teşhis etmekten acizdirler. Bu hem yerel, -yani belediye- hem de Ankara, hükümet bağlamında geçerlidir.

Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu ikinci dönem başkanlık yapan, şehrin zengin ve köklü ailelerinden birine mensup enerjik bir adamdır.

Siyasi hayatına Cem Boyner’in liberal Yeni Demokrasi Hareketi (YDH) ile başladı. O dağılınca Anavatan Partisi’ne (ANAP) geçti ve 1999’da belediye başkanı seçildi. ANAP 2002 genel seçimlerinde silinince Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AKP) geçti ve
2004’te ikinci defa başkan seçildi.

Alibeyoğlu, aynı zamanda zengin bir işadamıdır. Kars’ın ilk ve tek yerel televizyonu olan Serhat TV ona aittir. Kars’ta yıllar sonra açılan tek sinema olan Kars Şehir Sinemas’nı da o açtı.

Alibeyoğlu’yla, hayatımda gördüğüm en geniş koridorlara sahip iş hanındaki belediyede buluşacaktım. Randevu saatinde oraya vardığımda sekreteri beni başka bir adrese yöneltti. Belediye, Kars’ı 1878-1917 yıllarında ellerinde tutan Rusların eski gümrük binasını restore etmişti ve Başkan oradaydı.

Alibeyoğlu’nu, durmadan çalan cep telefonunun titreştiği bir masanın arkasında oturur buldum. 53 yaşındaydı ama çok daha genç gösteriyordu.

“Bunu kapatalım yoksa konuşamayacağız” dedi. “Santral memuru almamız lazım. Günde 500 defa çalıyor. Kötü alıştırdık. Her kadında, her yaşlıda, her çocukta var.”

Telefonu kapatınca bu defa kapı çalınmaya başladı. Bir ara iki üzgün yüzlü adam içeri girdi. “Cenazemiz var, araba istiyoruz” dediler. “Verin” diye emretti başkan ve başsağlığı diledi.

Su parası ödeyemeyen Karslıya paralı otopark
Alibeyoğlu, Ermenistan hududu hakkında konuşmak istemedi. Oysa bir ara kapının açılması için 50 bin imzalı bir dilekçe hazırlatmış, uzun süre gürültülü bir kampanya yürütmüştü.

Sanırım susmaya zorlandı; çünkü bu konuda Başbakan’dan sıkı bir zılgıt yedi. Kars’ta önemli bir güç olan MHP’lilerin Alibeyoğlu’nu neredeyse ‘ihanetle’ suçlaması hiç hoşuna gitmedi.

Alibeyoğlu çelişki içinde bir adam. Bir yandan “Şehrin dinamiklerini harekete geçiremiyoruz, ticaret olmayan yerde hiçbir şeyden bahsedemezsiniz” diyor. Diğer yandan, “Kars’ın Kafkasya’nın Davos’u” olacağını söylüyor.

Sonra, “Belediye’de maaşları bile ödeyemedik. Gelir yok” diyor.

Gelir yok, ama Belediye’nin internet sitesinde yayımladığı faaliyet raporunda 50 civarında büyük proje var. Neyle finanse edilecek bunlar? Neyin öncelikli ihtiyaç olduğu, hangi kıstaslara göre tayin ediliyor?

Parasızlık, Alibeyoğlu’nun, tek sineması olan kentte yoksul bir belediye için astronomik sayılabilecek paralar harcayıp, her yıl ‘Altın Kaz’ adlı bir uluslararası film festivali düzenlemesine de mani değil.

Belediye’nin en büyük bayındırlık hizmeti, şehrin alışveriş merkezine yakın bir yerinde inşa edilen devasa bir çok katlı otopark. “Adam başı milli geliri Afrika’nın gerisinde” diye tarif ettiği bir yerde, Karslılar’ın arabalarını sokağa park etmek dururken para verip oto parka koyacaklarına inanmak kolay değil.

“İnsanlar, su parasını ödemiyor, garaja mı para ödeyecek” diyor konuştuğum bir Karslı.

Alışverişin en canlı olduğu ana caddeler dahil, sokaklarda her yerde çöp ve moloz var. Kısmen şehre doğalgaz borusu döşenmesinden, kısmen ihmalden dolayı nerdeyse tüm yollar delik deşik. Kaldırımlar kalitesiz bir işçiliğin ürünü ve kısa bir süre önce yapılmış olmalarına rağmen dökülüyorlar. Bu koşullar altında çok katlı otoparkın israf olmadığını savunmak da kolay değil.

Kars’lı olsam, Belediye’nin parasını daha temiz bir şehir için harcamasını tercih ederdim. Ve, ‘Maaşları bile ödeyemeyen belediye, milyonlarca liraya mal olacağa benzeyen otopark inşaatını nasıl finanse ediyor’ diye merak ederdim.

Şeytan ayrıntılarda gizlidir, derler.

Ayrıntılarda gizli olan tek şey şeytan değildir. Kalkınma ve ilerleme de ayrıntılarda gizlidir.

Angutun sevgi ve sadakati olsa, belki…
Aklıma Karslı işadamı Sabri Yiğit’in sözleri geliyor: “Sil baştan ele alınması gereken bir ildir Kars.”

Kars’a gittiğim gün kentin 40 kilometre doğusundaki Kuyucuk Gölü’ne gittim. Kuyucuk, Türkiye’nin geriye kalan en önemli kuş üreme bölgelerinden biridir. Temiz havada düzlükleri kapayan sarı, mor, penbe kır çiçeklerinin kesif kokusu vardı. Tanımdığım bir sürü kuşun sesi birbirine karışmış. Dürbünle suyun üstüde dinlenen angutu izlemeye başladım.

Angut (Casarca ferruginea) büyük boy bir ördek türüdür. Dünyada yaşayan her 12 anguttan birinin evi Türkiye’dir. Su kuşu olmasına karşın yuvası kayalıklardadır. Yavruları siyah çizgilidir. Yuvadan suya yürüyerek gelirler. Kazlar gibi çayırda otlamayı severler. Aptal, bön insana verilen angut adı, hayvanlara yapılan tüm diğer yakıştırmalar gibi yanlıştır. Nedeni eşi vurulduğunda angutun kaçmamasıdır. Avcının onu da vuracağını bile bile angut, eşinin başucunda durur. Bu onun aptallığından değil sadakatindendir. “Avcılar, yani gerçek avcılar, angut vurmazlar” diyor eski bir avcı olan doğacı dostum Süha Umar, “Uğursuzluk sayarlar. Çünkü ömür boyu tek eşlidir. Eşi ölürse ömrünün geri kalanını tek geçirir.”

Belki Kars, Doğu, bütün Türkiye bizden böyle bir sevgi ve sadakat bekliyor. Sil baştan ele alınması gereken Kars değil ülkenin yönetim biçimidir.

Teşvikin suyu çabuk çıktı, Kars’a da yaramadı
Şirketler yatırım yapmak için pazara, ham madde ve yedek parça kaynaklarına, limanlara, finans merkezlerine yakın, yetişmiş ve bol işgücü olan yerleri tercih ederler.

Türkiye’deki illerin çoğunda bu avantajlar yok. Hükümet en zayıf durumda olan illere yatırımı özendirmek için 2004’te yatırım teşvikleri getirdi.

Teşviğin amacı yatırımı ucuzlaştırarak yatırımcı çekmektir. Daha az vergi ödersiniz veya bir süre vergiden muaf tutulursunuz. Elektik faturanızdan indirim yapılır. Bedava arsa alırsınız. Hatta bazen, yatırım yapanın cebine para bile konulur.

Bu, ilk bakışta iyi bir fikir gibi görünüyor. Ama Türkiye modelinde, her şeyde olduğu gibi bunun da suyunun çıkması uzun zaman almadı. Önce 13 il teşvik kapsamına alındı. Diğer iller, “Biz de isterük” diye yaygaraya başlayınca hükümet il sayısını 29’a çıkardı. Şimdi 50 civarında il teşvik için rekabet ediyor. (Toplam 81 il var.)

Yatırımcılar, doğal olarak, kalkınmamış iller arasında nisbeten en kalkınmış, en uygun olan yerlere gittiler.
Amaç, Kars gibi Doğu ve Güneydoğu illerini kalkındırmak idi; tam tersi oldu.

Düzce, Kahramanmaraş, Kütahya, Uşak, Bartın, Osmaniye ve Afyon gibi iller Teşvik Yasası’ndan en fazla nasiplenen kentler oldu. Bu yerlerde, son beş yılda binden fazla yatırım projesi teşvik alırken; Kars, Tunceli, Muş, Hakkari, Bingöl gibi yerlerde, bu sayı 100 civarında oldu. Yasa kapsamındaki 49 ilden 43’ünde elle tutulur yatırım yapılmadı.

Kars, Düzce’yle nasıl yarışsın?
Bunun yanında İstanbul’un burnunun dibindeki Düzce yatırıma o kadar doydu ki, Düzce Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Metin Büyük, yeni yatırım tekliflerini geri çevirecek noktaya ulaştıklarını açıkladı. Metin Büyük, Referans gazetesinde çıkan bir haberde, “Tabir caizse Düzce yükünü aldı” diyordu: “Her tarafı Gebze gibi Dilovası gibi fabrika yapmak istemiyoruz.”
Kars Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Ali Güvensoy ise hayıflanıyor, “Batıda olan illeri Bitlis, Tunceli, Kars’la eşdeğer yaptılar” diyor: “Siz de yatırımcı olsanız orayı bırakıp buraya gelmezsiniz.”

Kars’ta konuştuğum herkes, Kars’ın Düzce gibi kentlerle rekabet şansının olmadığının biliyor.

Kuyumcu Muzaffer Koçak, “Teşvik Yasası çıktı ama burada neyi teşvik edecek?” diye soruyor: “Kars’ı, Düzce ile eşit tutarsan kimse Kars’a gelmez.”

Kars’ın Arpaçay ilçesindeki büyük çiftçilerinden Metin Aksoy “Doğal kaynağın yoksa, pazara yakın değilsen, yetişmiş insan gücün yoksa, teşvik ne işe yarar?” diye soruyor. “Bize sektörel bazda, seçici, ciddi teşvik lazım,” diyor. “Bu konuya samimiyetle eğilinmesi lazım. Eğer hayvancılık ciddi olarak teşvik edilse, büyük modern işletmeler kurulabilse, Erzurum ve Kars milyar dolarlık potansiyel yaratabilir.”

Ne yapılması gerektiği açıktır. Sadece Kars gibi gerçekten mağdur iller teşvik kapsamında kalmalı. Teşvik sistemini rafine etmeli, illere değil sektörlere teşvik vermeli.

384 köy değil, 384 çiftlik gerekli
Geçen seçimlerden önce, daha sonra Hazineden Sorumlu Devlet Bakanı olacak olan Mehmet Şimşek sektörel teşviklerin ikinci AKP iktidarının ekonomik programının ana kalemlerinden birini oluşturacağını söylüyordu. Bu söz tutulmadı.

“Buralara has özel teşvikler lazım” diye konuşuyor Güvensoy. “İllere değil, sektörlere teşvik verilmeli.”

Benzer sözleri belediye Başkalı Alibeyoğlu’ndan ve Kars Kalkınma Vakfı Başkanı Nacitarhan’dan da duydum.

Ama bunu söylemek kolay, yapmak zordur. Her ilin koşullarının incelenmesi, mukayeseli avantajının nerede olduğunun bulunması, bol finansmanla seçilmiş sektörelere sürekli destek sağlanması lazım.

Kars’ta bu sektörler hayvancılık, organik tarım; küçük çapta ve yaygın tesislerle desteklenecek, doğa turizmidir.

Türkiye’nin yönetici kadroları bu işi becerebilir mi?

“Ne siyasi ne de bürokratik kadrolar bu işin altından kalkacak yeteneğe sahip” diyor Aksoy.

“Çare belli. Ya tarımı sanayiciler yapacak, ya da köylü sanayici olacak. Ama gelenekselden modern tarıma geçilemiyor. Köylerde ‘orta çağ’ hüküm sürüyor. Barınaklarımız, giysilerimiz, yollarımız hepsi orta çağ. Kars’ta 384 köy var. Bunların yerine 384 çiftlik olmalı.”

Ona hak vermemek mümkün değil. Aslında tarım desteklenmiyor değil. Ama bu destek laftadır. Teşvik için ayrılan para çok küçüktür. Bunu da dişli politikacıların dost ve akrabaları alıyor. Parayı dağıtan bir kısmını kendi cebine atıyor. Teşvikli bir tarım makinesi alınacaksa, belli bayilerden almak şart koşuluyor. Özetle, zaten az olan tahsisin büyük bir bölümü paylaşılıyor, israf ediliyor.

Metin Münir / Milliyet Gazetesi

2 Yorum
  1. Kars o kadar uzak bir dünya gibi ki . Hergün İstanbul haberleriyle beslenen bir ülkede bu kıyı, uzak iller sahiden var mı? O kültür, oraların birikimi, orada yaşananlar, oraların kentsel sorunları, mimarlık meseleleri, orada sokak, orada iş ve yaşam… düşünelim bir, uzaklara düşmüş, ayrılmış, ayırılmış hatta bence. Bu dosyayı okuyunca birşeyin hem içte ama hem de bu denli uzakta ve dikkatlerin dışında bırakıldığını görüyorsunuz.
    Saygılarımla

    Tekin Alp Güney | 8 Temmuz 2008

  2. Daha neler var kimbilir.Kars ki özgün bir kent tasarımına sahip,şehre girerken ‘DOĞUNUN UYGAR KENTİ KARS A HOŞGELDİNİZ’ tabelasını okuduğunuzda uygarlık bu mu dedirtir cinsten bir hale getirilmiş.Ama uygarlık;unutulanlar arasında,yıkıntılarda,tarihte.Ama Uygarlık!Ören yerleri,taş evleri,kiliseleri,camileri..Kars ın ne olduğunu biraz anlamak için rahmetli Mehmet Kırzıoğlunun Kars tarihi serisini okumak gerekir.Kars a çok özen göstermeli dikkat etmeliyiz.Kars çok başka bir mozaik.’Barınaklarımız, giysilerimiz, yollarımız hepsi orta çağ’ ben bu sözlere katılmıyorum doğrusu.Onlar yoksul olabilirler ama geleneklerine bağlı yaşıyorlar.Bu ortamda mutlu olabilirler ancak.Bende Karslıyım,bunu az çok bilirim.Buna dikkat etmeliyiz.Kimseyi ‘sözde modern’kalıplara sokmaya hakkımız yok.Bugun yaygın olarak yapılanın aksine.Bana en çarpıcı gelen konu özelleştirilen fabrikaların kapatılıp başka amaçlara hizmet için kullanılması.Böylece halkın,köylünün genel anlamda kars lıların yaşam şekillerinin sosyal çevrelerinin ve hayat standartlarının tek kalemde değiştirilmiş olması.Tekrar etmekte fayda görüyorum’Kars gerçekten çok özgün bir mozaik,halısı gibi.’Tarihin karanlık dönemlerinde büyük uygarlıklara ev sahipliği yapan bu şehirlerimize özen gösterebilmeliyiz.İnşallah başarırız.

    Halil İbrahim Can | 8 Temmuz 2008


Yorum yazmak için


  Avustralya’nın Melbourne kentindeki Penleigh ve Essendon Gramer Okulu’ndaki (PEGS) Müzik Merkezi, McBride Charles Ryan’ın (MCR) PEGS Kampüsleri genelindeki bir dizi girişiminin bir parçasıdır. 

Copyright © 2024 All Rights Reserved | Mimdap.org