‘Tarlabaşı Yenileme Projesi’ - MİMDAP
Ana Sayfa Bağlantılar Biz Kimiz İletişim Mimar İş İlanları
ANA SAYFA
‘Tarlabaşı Yenileme Projesi’
Share 2 Haziran 2008

İstanbul’un tarihi değerler açısından en önemli bölgelerinden biri olan Tarlabaşı, yenileme projesi kapsamında önemli sayılacak bir dönüşüme hazırlanıyor. Tarlabaşı’nın şu andaki durumundan farklı bir biçim kazanmasına yol açacak bu projeyle, bölgenin daha güvenli, sağlıklı, yaşanabilir ve kentle bütünleşmiş bir alan haline getirilmesi amaçlanıyor.

61.jpg

Tarlabaşı Yenileme Projesi, uzun, dikkatli bir çalışmayla ve katılımcı bir yönetim anlayışı gereği olarak, başta proje alanında yaşayanlar olmak üzere, aralarında sivil toplum örgütleri, üniversiteler ve özel sektörden uzmanların yer aldığı geniş bir çevrenin çabalarıyla bugüne getirildi. Sergiyle birlikte halkın önüne çıkan proje; Avan Proje niteliğindedir. Son halini almadan önce, ortaya konulan görüşlerin dikkate alınacağı ve Koruma Kurulunun kabul edeceği öneri ve değişikliklere açık olacaktır. Sergi bu amacın gerçekleştirilmesinin bir adım olarak işlev görecektir.

Projeyi sergi açılışında tanıtan Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, Tarlabaşı Yenileme Projesi’nin sadece mimari açıdan önem taşıyan bir proje olmadığını, aynı zamanda bölgede toplumsal ve ekonomik açıdan da kalkınmayı hedefleyen bir proje olduğunu belirterek, bu projeyle kentsel yenileme olgusunda yeni ve örnek bir modelin ortaya çıkarılmasının hedeflendiğini söyledi.

Sergi 22 Haziran’a kadar açık

“Tarlabaşı Geleceğini Paylaşıyor” Sergisi 22 Mayıs – 22 Haziran 2008 tarihleri arasında Beyoğlu Belediye Sanat Galerisi’nde açık kalacak. Arzu eden vatandaşlar, akademisyenler, Sivil Toplum Örgütü temsilcileri ve uzmanlar, sergiyi ziyaret ederek, görüşlerini ilgililerle paylaşabilecekler.

71.jpg

TARLABAŞI YENİLEME PROJESİ NEDİR

İstanbul’un tarihi değerler açısından en önemli bölgelerinden biri olan Beyoğlu ve onun önemli bölgelerinden Tarlabaşı bugün; kısmen tescilli yapıları kısmen sonradan eklenmiş yapıları ile Tarlabaşı Bulvarı’nın kuzeyinde yer almaktadır. Tarlabaşı, üstünde yükseldiği küçük parsellerden oluşan genel yapısı ve fiziken eskiyen, yıpranan dokusu ile çağdaş ihtiyaçları karşılayamayan bir durumdadır. Dar sokaklar ve otopark sorunu nedeniyle ulaşılamayan bir mekan, yeterince iyileştirilememiş çevre koşulları nedeniyle mülk sahiplerinin kendi yapılarını geliştiremediği bir alan görünümündedir. Bölgenin sit alanı olması ve tek tek yapıların yenilenmesinin yüksek proje maliyeti ve uzun süreli prosedür nedeniyle mevcut halinde kendini devam ettirmeye çalışan ama koşullara açık yenilenemeyen yapılarla kaplı bir bölge durumundadır. Tarihsel niteliğe sahip bölge, sosyo-ekonomik sebeplerle gerekli bakım ve onarım çalışmaları yapılamadığı için giderek yok olmaya ve çökmeye yüz tutmuştur.

birinci3.jpg

Tarlabaşı Yenileme Projesi 9 yapı adasından oluşmakta ve tüm Tarlabaşı semtinin sadece %4 ü kadar bir alanı kaplamaktadır. Bu haliyle üzerinde durulan projenin bir ilk proje yahut pilot proje olduğunu ifade etmek gerekir.
Bugün için “tarihi bölgelerin niye bu hale geldiği” konusunun sebeplerine girdiğimizde, yılların ihmallerinden, yerel ve merkezi yönetimlerin bölgeye ilişkin yaklaşımlardaki eksiklerden, Tarlabaşı Bulvarı’nın 1985 lerde açılmasıyla altta kalan bölgenin üstle ilişkisinin fiziken kopmasından, yaşayanların yoksulluğu ve yoksunluğundan…. söz edebilir ve daha bir çok nedeni ard arda sıralayabiliriz.

ikinci.jpg

Ancak devam eden yıpranmanın sona erdirilmesi, Tarlabaşı’nın yenilenmesini sağlayacak bu projeyle çöküşün durdurulması, bölgenin daha güvenli, sağlıklı, yaşanabilir ve kentle bütünleşmiş bir alan haline getirilmesi ortaya konulan projenin temel hedefleri arasında yer alıyor. Amaç şu anda %40 seviyesinde kullanılmayan (boş tutulan ya da oturulamayacak derecede harap olanlar ve yıkılmış halde olanlar ile) bölgenin yaşam alanı haline dönmesidir.

8.jpg

Yenileme sayesinde, alanda var olan fiziksel ve sosyo-ekonomik sorunlar çeşitli alt projeler ve eğitim programları ile önemli ölçüde azaltılacak veya elden geldiğince yok edilebilecektir. Yenilenen alanın getireceği artı değerden hem bu alanda yaşayanlar hem de yakın çevre olumlu olarak etkilenmesi beklenmektedir. 50 soruda Tarlabaşı bölümünde ele alınan konu başlıkları gerçekleştirilen sosyal yaklaşımları, gerçekleştirilmek istenenleri ve hedef olarak konulan noktaları fark edilmektedir.

Beyoğlu Belediyesi’nin yaptırmış olduğu anketler, araştırmalar ve yöre insanı ile yapılan toplantılarla sağlanan görüşler ışığında uzman gruplar tarafından hazırlanan projeler, Yenileme Projesi danışmanlarının bütün proje grupları ile yapılan uzun süreli atölye çalışmaları ile meydana getirilmiştir.

ucuncu.jpg

İlk projeler daha sonra ilgili Koruma Kurulu ile paylaşılmış ve kurul önünde yapılan sunumlar, kurul üyelerinin uyarı ve düzeltmeleriyle ve çeşitli tashihler ile bugünkü safhasına gelmiştir. Şu anda inşai projeden değil avan projeden söz edilmekte, Beyoğlu Belediye Sanat Galerisi ile Belediyenin web sitesinde sergilenen Yenileme Avan Projesi herkesin görüş, öneri ve eleştirilerine açık tutulmaktadır.

Tarlabaşı Yenileme Projesinin şu anda röleve tespitleri bitirilmek ve kurullara sunulmak üzeredir. Röleve projelerinin ilgili Koruma Kurulu tarafından değerlendirilmesi, korunacak yapıların koruma şekil ve biçimlerinin daha net olarak belirlenmesi ile uygulama projesi aşamasına geçilmiş olacaktır.

Bir çok kişinin merak ettiği gibi aslında proje süreci sonlanmış, her şeyiyle tamamlanmış bir süreç değil özellikle yaşayanlarla müzakereler çerçevesinde devam etmektedir. Proje, mülk sahiplerinin, bölgede yaşayanların talepleri ve ihtiyaçlarına göre revize edilmeye devam etmektedir. Kamuoyuyla paylaşım sonrası gelen eleştiriler ve değerlendirmelere göre gerekli görülen düzenlemeler Koruma Kurullarının onayıyla gerçekleştirilecektir.

dorduncu.jpg

PROJENİN GETİRİLERİ

Kentsel bir yenilemeyi kapsayan bu ebatta bir proje uygulama aşamasına gelirse ülkede bir ilk olacaktır. Tarlabaşı’nın kentin içinde kalan bir bölge olması aslında bu bölgenin yörenin kullanıcıları ve mal sahipleri dışında kentin ortak alanı ve kültürünün bir parçası olması nedeniyle bütün İstanbul’u ilgilendirmesi çok doğal görünmektedir.

Diğer taraftan, böylesi projelerin şu andaki fizik çevreyi değiştirmesinin yanı sıra sosyal yapıya getirileri, yaşayanlara sunacağı olanaklar, mal sahiplerinin durumu ve kiracılar konusu projenin planlama ve mimari yaklaşımları kadar duyarlı bir kısım kamuoyunu ilgilendirmektedir. Bu açıdan bakılırsa da, yürütülecek tartışmanın yaşam alanlarını yenilemek, tarihi bölgeleri hem koruyup hem de ileriki dönemlere taşımak yönündeki çabaları aydınlatacağı, kamusal alternatifleri geliştireceği ortadadır.

Proje bu yönüyle de kentsel yenileme pratiklerine, yenilemenin ele alınışı ve yöntemlerin belirlenmesine, kamusal düzenlemelerin yapılmasına, yasal mevzuatın kullanılmasına, toplumsal mutabakatların sağlanmasına bir biçimde örnekler oluşturacaktır.

besinci.jpg

Kentsel yenilemeyi sadece bir bölgenin değerini arttırmak olarak görmeyen yaklaşımların, sosyal faydanın, kentsel entegrasyonun arttırılması ve buna bağlı olarak yaşam kalitesinin yükseltilmesine yol açacak öneri ve görüşleriyle belki de ülkemizde uzunca zamandır yapılamamış olan tartışmaların önünü açacağı kaçınılmazdır.
Kent üzerinden ülkeyi konuşmanın, yaşam mekanlarını kurmanın, tarihsel değerleri korumanın, afetlere sakınımlı bir çevre yaratmanın, yiten kentsel kimliğe uzanmanın ve geri çağırmanın, kullanıcıların hayatlarına kolaylıklar getirmenin, bölgenin yaşayanlarına artı değer sunmanın, yaşayanlar açısından mevcut eşitsizlikleri de göz önüne çıkarıp çözüm yolları aramanın,… kentle ilgili bütün çevreleri geliştireceği ve sonunda değerli birikimler oluşturacağı şüphesizdir.

72.jpg

Kentsel mekanizmanın altında genel bir barınma sorunun bulunduğunu, ülkenin yüz yıla yaklaşan modernleşmesi sürecinde karşı karşıya kaldığı alt üst oluşlarının, son altmış yıldır kentsel alanlara göçlerin ve “çarpık kentleşmenin” yapılı çevreyi değiştirdiği, kentlerin çeperlerinde başlayan yoğunlaşmaların merkezlerini de etkilediği, ekonomik-siyasal-sosyal yapının ‘reel gerçekliği’ olarak kendini göstermektedir. Sonuç olarak ülkemizin kendi kalkınması yolunda özellikle geniş kitlelerin yaşadığı yoksulluğun mekana yansımasının izlerinin sadece fiziki yapı tasarımıyla düzeltilemeyeceği elbette ki bilinen bir gerçekliktir.

altinci.jpg

Bu bağlamda, fiziki planlama ve fiziki olarak yenilemenin tek başına “bütün sorunları” çözmesini beklemek herhalde mucize istemek olur. Dolayısıyla çok genel bir alanda pilot sayılabilecek bir projeden yıllara sari birikmiş bütün temel sorunları bir çırpıda halletmesini istemek yerine bu meselelere pencereler açmak, adımlar atmak ve ama yaşayanların tarafında kalarak ve kentsel yaşama empati ile yaklaşarak sorunları da konuşulur kılmak projenin beklenen sahici getirileri olacaktır.

81.jpg

Diğer şekliyle, devasa sorunları olduğu yerde bırakmanın, bu sorunlara hiç dokunmadan yıllarca uzaktan seyredip tasvir etmenin, tahlil etmenin; bu yolla gerçekliğin “farkında olma” halinin devamından bir yandan mutsuzluk duymanın yerine sorunlara yaklaşmanın cesaretini gösteren, ortaya koyduğu “projeyle” de mimarlık dilini devreye sokan bir yaklaşım diyebiliriz.

54.jpg

Yenileme Projesi kenti ilgilendirdiği için, aktörleri çoklu, çözüm fırsatları da buna bağlı olarak sorunların ortaya serilmesi ve sürecin yönetilebilmesiyle sağlanabilecek gibi görülmektedir. Tek merkezli veya tek istemli bir çözüm yolu muhtemelen karşılığı olmayan bir çaba sayılacaktır. Aktörlerden birinin, örnek olarak sadece yerel yönetimin, sadece sivil toplumun ya da sadece tasarımcı mimar grubunun bütün sorunlara cevap ve çözüm bulmasını beklemek yerine çözümün bir parçası olmak, kamusal yararı arttıracak önerilerle süreci geliştirmek sonunda kentin ve toplumun başarısı olacaktır.

*50 soruda Tarlabaşı Yenileme Projesi için tıklayınız

45 Yorum
  1. oysa gelişmiş muhalefet dilimiz böyle demez. sorunları şıp diye belirler, “kendi belirlediği çözümü” göremez ise anında yargılar ve ötekileştirir.
    bu anlatımın son bölümünde sunulan açılım bence dikkate alınmalı ve yoksunluğun ve yoksulluğun çözümlerini hem lokal hem de genel ölçekte arayarak yol alınmalıdır. diğeri, sorunu görmeyen ve dikkate almayan fakat itiraz yükselten bir yöntem oluyor ki, çok çok sıkıntılarını çektik bugüne geliyoruz.
    ciddi ve birikim yaratan tartışmalar olabilirse ülke çapında kazanımlar arttırılmış olur.
    saygılarımla

    süheyla atçeker | 29 Mayıs 2008

  2. Tarlabaşı Projesi örnek projedir ama ne yazık ki “kötü örnek” . Neden mi?
    Nedenlerinden kısaca söz edeceğim. Beraberinde MİM grubuna ve MİMDAP çevresine bazı eleştirilerim olacak. Ayrıca bunları karşılıklı konuşup değerlendirmeyi de çok isterdim. Mimdap’ın sokağında bir buluşmada ayarlayabiliriz, tüm okurlarınızın önünde tartışabiliriz. Bu kadar pervasızlık karşısında projenizi alkışlayacak değilim.

    Gelelim Tarlabaşı projesine.
    Bugünün sorunsalı aslında halkı birebir etkileyen bir mimari/kentsel projenin ne kadar sosyal/toplumsal faydaları olabileceği ile ilgili. Bu noktada bir grup tümden gelen bir bakış açısına sahip iken neo-marksist akımdan etkilenen diğer grup ise liberalleşerek (sol liberal değil sadece liberal) parçacıl yaklaşımlarla parçalardan sonuç alacağız güzellemesinin arkasına saklanarak ve mimari tasarım bizim işimiz sadece biz yapabiliriz diyerek farklı çıkar ilişkileri içinde kendiliğinden yer almaktalar. İki grup içinde de doğru ve yanlışlar olabilir ancak burada akılcı olan tüm sürecin bilimsel bir analizini sağlıklı bir şekilde yapabilmekten geçmektedir. Bu analizi yapmadan veya yaptıktan sonra o doğrultuda hareket etmeyenlere MİM ve Mimdap çevresi gösterilebilir. Diğer grup ise sürekli bir şey yapmamakla suçlanacaktır. Eyüp Muhçu, Başıbüyük mahallesini tüm mahalleliler ile beraber konuştuğumuz Dönüşüm panelinde “Başıbüyük koca bir okyanusta bir çakıl taşı” demişti. Biliyorum şimdi hemen işte bunu söylüyoruz, işte onlar bir şey yapmamayı söylüyor diyeceksiniz. Hayır, aksine orada olan/birşeyler yapan ve konuyu her yönüyle halka anlatan, İstanbul’un talanını da anlatan şube başkanınızın kendisi idi. Pazar sabahı o sizler gibi sıcak evinde kahvaltı yapmıyordu, yerine elbette genel sekreterini ya da başkasını pekala gönderebilirdi ama oradaydı. Öncelikle onu tebrik ediyor ve sizleride o panelde göremediğimi, hatta Başıbüyük’te hiç görmediğimi, hatta iş ilişkileri dışında hiçbir yerde göremediğimi (aranızdan 3 kişiyi arada görüyordum ama bir oluşum-platform göremiyorum) belirtmek istiyorum. Görmek istermiydim şimdi o da meçhul, süreci kavrayamadan projecilik önerileri geliştirmeye başlayacak olmanız çeşitli problemlere yol açardı. Keza bu noktada başka bir meslek odası sizin yaklaşımınızla yapacağını yaptı sürece müdahil oldu ve halkı mahallede ikiye böldü. Vatandaş güçsüz kaldı. Yani nerede olunduğu kadar nasıl olunduğu da mühim; bunu da gerçekleştirebilmek ancak tüm genel sürecin ve somut koşulların tahlillerinin sağlıklı tespitleri ile mümkün. Sadece alanda oldum demek de yeterli olamıyor.

    “Nerede olunduğu kadar nasıl olunduğu da mühim” ifadesi zaten içerik olarak açıkça alanda olunması gerektiği anlamını taşıyor. Sayın Eyüp Muhçu’nun çok da güzel söylediği şekliyle süreci ele alırsak “koca denizde bu kadar işin/fenalığın içinde bir çakıltaşıyız” veya “denize bakıp durmaktansa çakıllarla uğraşalım” gibi iki farklı yöntem üretebiliriz. Ama aslında sorun bu iki söylemin ayrı ayrı ifadelerinin bir karşılığının olmadığı, her ikisinin aynı anda pratik ve teorik ele alınmasının toplumu/mesleği ileriye taşiyabileceğinin anlaşılması gerektiğini düşünüyor ve defalarca keredir söylüyorum. Bu doğrultuda yapılan eleştirilere verdiğiniz cevaplar ise bu yüzden çoğu zaman sığ ve kapsamsız oluyor, mesela hemen topu üstünüzden atıp “biz AKP lileri çağırmadık ama onlar gelip bize oy verdi”  diyebiliyorsunuz, eee örgütlü bir şekilde gelip de sizin yerinize ötekilere niye vermediler acaba…….??? Çok doğru analizleriniz? ve ya süper ötesi tasarımlarınız için mi? Elbette hayır. Dün en sert haliyle “AKP’nin teknik elemanı” olmak diye ifade etmiştim yazı silindi, şimdi yukarıdakiler doğrultusunda biraz açarak ifade edeyim. Süreç analizi olmadığından ne yapacağını bilememezlikten kaynaklı liberal eğilimli ve piyasacı bir noktaya ulaşmış olmanız AKP nin sağ ideoloji içinde konumlanışında ürettiği politikalar ile ister istemez örtüşen düşünceler üretmenizi kendi doğallığında sağlıyor. Söylemleriniz arasında ve ürettiğiniz politikalar arasında doğal bir parelellik oluşuyor. Tarlabaşı projesi de bu noktada yukarıda söylediğimin ispatı olarak ele alınabilir. Sergi açılışına Ertuğrul Günay’ın gelmesi ve sizin de bu projede işleriniz olması rastlantısal olsa da traji-komik bir fikir buluşması tablosunu oluşturmaktadır. Sonuç olarak ne verilen oylar rastlantıdır, ne de Tarlabaşı’nda ki kar ortaklığınız.

    Bu ortaklıkla ilgili size bir takım eleştiriler yapılabilir. Sadece bundan ibaret olsa size bir harf yazma gereği duymazdım. Ama tüm bunları yaparken sol değerlere bazen saldırmanız, bazen de tepkileri azaltmak adına sol değerlerden alıntılar yapmanız çok basitçe bir davranış. Proje raporunun daha başında “küresel kent” ve sermaye ağı içinde İstanbul ve Taksim’den söz ederken sonlarında aman sol eleştirmesin diye küçük bir “insanlar için sosyal politikalarda üretilecektir” ifadesi yer alıyor. Hem 50 sayfa neo-liberal kent ve politikaları güzellemesi yapıyorsun, sonunda da “ama insanı da severiz” diyorsun. Doğudan gelen yurttaşlarımızı sorun olarak tespit ediyorsun. Otopark yok diyorsun, depremde yıkılacak diyorsun. 6-7 Eylül olaylarında giden insanları şöyle bir anıp bir de bunlara bakın ne haldeler diyorsun. Doğru, sizin betimlediğiniz küresel kentlere göre biz kentliler çok gerideyiz ve şehir dışında ki konutlara pek görünmeden yer altından metro ile gidip gelsek yeter, hiç gidip gelmesek sizler için daha iyi ama ne yapacaksın ucuz ve kalifiye olmayan iş gücü de lazım size. Oysa size sadece bina cephelerini tartışmak yetiyor, ideolojik mimarlık yapıyorsunuz, sağ ideolojinin önde olduğu ve gizlenmeye çalışıldığı bir mimarlığı sadece cephe ve hacim konuşturarak alttan alta örmeye çalışıyorsunuz. Binaların içine girilmeden hazırlanmış İTÜ bina sağlamlık raporunu kullanarak hepsi yıkılmak üzere söylemini de kullanmanız da cabası. Biliyor musunuz Faruk Göksu da benzeri konuları kullanarak Sulukule için Tsunami olacak hepsi yıkılacak bile demişti. Hep aynı.

    Tarlabaşı projesinde bir diğer saptırma ise alan büyüklüğü konusunda yaşanmaktadır. Proje 7 ada da gerçekleşiyor gibi görünsede rant artışı sağlanarak tüm bölgenin kendiliğinden dönüşümü teşvik edilmekte, sizin projeleriniz ateşleyici olarak kullanılmaktadır. Ama bunu zaten biliyorsunuz çünkü raporda açık açık belirtmişsiniz. Yani bu “basit bir yenileme işi” değil, tüm bölgeye yapılan rant odaklı bir operasyon ve neşter sizin elinizde.

    Üzücü olan o neşteri kullanmayı bu kadar sevmiş olmanız.

    İyi günler dilerim.

    deniz ulugür | 30 Mayıs 2008

  3. Mimdap mimarlık, kent ve toplumsal alana ilişkin pek çok konuda olduğu gibi Tarlabaşı Projesi konusunda da izleyenleri bilgilendirmenin yanı sıra “daha iyi, daha güzel, daha doğruya” ulaşmak ve herkesin görüşünü ifade edebileceği bir tartışma ortamını oluşturmak amaçlı bir yayın politikası sürdürmektedir. Ancak yukarıdaki Deniz Ulugür takma adıyla yazılan (ve kim olduğunu tahmin ettiğimiz) yazı uslubu tartışma ortamını tıkamaktadır ve sanırım amacı da budur. Çünkü Mimarlar Odası seçim sürecinde de bu ortam kullanılarak, uzun, uslupsuz, kavram kargaşası içinde, kişiselleştirilmiş ve anlaşılmaz bir şekilde kin ve nefret kusan yazılar ile tartışma ortamını gerilmişti. Şimdi de “liberalleşerek (sol liberal değil sadece liberal)” -ne demekse- ve “yoksullara savaş açmak” gibi mimdap’a ve projede yer alan mimarlara akıl almaz suçlamalar, “bol keseden sallama” ”aklın yetiyorsa hodri meydan” ”Pazar sabahı o sizler gibi sıcak evinde kahvaltı yapmıyordu” gibi haksız, ölçüsüz ve amiyane ifadelerle aynı şekilde tartışma ortamını felç ediliyor. Sonra bir de “akılcı olan tüm sürecin bilimsel bir analizini sağlıklı bir şekilde yapabilmekten geçmektedir” gibi (küçümsemek istemiyorum ama) boyunu aşan bir cümle kuruyor.

    Doğrusu ben Tarlabaşı Projesinin süreci ve koruma yaklaşımına ilişkin bazı eleştirel görüşlerimi burada ifade etmek istiyordum ama görüyorum ki bu mümkün değil.

    Çünkü burada proje lehinde en ufak bir değerlendirme yapsanız, birileri sizi alıp ya küresel güçlerin veya AKP’nin destekçisi konumuna oturtuyor, projenin olumsuz yanlarına eleştirel bir değerlendirme yapsanız, o zamanda bu aynı birileri sizi yandaş konumuna oturtup akıllarınca paye vererek kullanmaya başlıyor. Kafaların zaten yeterine karışık olduğu, ne devlet yönetimlerinin, ne siyasi partilerin, ne Oda yönetimlerinin yeterince şeffaf ve demokrat olamadığı, toplumsal mutabakatın aranmadığı, buna karşın kendilerini yoksulların tek savunucusu sanırken aslında o toplumun ne istediğini değil kendilerinin görüşlerini ve sözümona “bilimsel analizlerini” tek gerçek sananlarca ortamın daha da bulandırıldığı bir ortamda sağlıklı bir tartışma sürdürülemez.

    Üzgünüm…

    A.Y. | 31 Mayıs 2008

  4. Projelere karşı çıkmak kendi varolmalarını buna bağlı görenler için bir yoldur elbette. Farklı bir görüş olması yüzünden saygı duyarım.
    Koruma ile tarihi alanların yeniden kentsel dokuya döndürülmelerine, yaşatılmalarına çözüm arayan bu girişimleri öncelikle kutluyorum.
    Burada gördüğüm ve sergide maket üzerinden detaylı olarak farkettiğim kadarıyla korunarak günümüze taşınan binalar açıkçası kendi hallerinde beş on sene sonra envanterden tümüyle silinecek, bir nedenle (yıkılma, bozulma, yanma, kendiliğinden çökme, aşırı harab olup tanınmaz hale gelme) bir daha göremeyeceğimiz yapılar. Üstelik bu yapıların bir kısmı 1900 lü yıllardan bir kısmı 1940-1950 yıllarından yapılar, dar cepheli, Tarlabaşı dokusu içinde olduğu için önemi bulunan yapılar. Hiçbiri İstiklal Caddesindeki Atlas Pasajı, Çiçek Pasajı, Saray Sineması, Narmanlı Han… değil. O bölgede biliğim Ermeni Okulu var 1. grup anıt eser, ama o da bu proje kapsamı dışında. Korunan yapılar konut dokusuna ait yapılar, çıkması(cumbası) ile. Beni heyecanlandıran mimarların tarihsel sürekliliği tehlikeye girmiş bu yapı tablosuna kalıcı bir hamle ile yaklaşmış olmaları ve tarihsel dokuyla modern mimarlığı birlikte yorumlamalarıdır. Sevgili kurullarımızın daha çok görmek istediği, sessiz sakin saygılı yanındakine (sadece oranları dense bile) herşeyiyle benzeyen yapılar iken burada mimari yorumlar var.
    Sadece sosyal taraf konusunda eksiklik var diyenlerin gerçekte bu şekilde yapılan çağdaş yorumu, bugünün işini yapma özenini farketmemelerine ben birşey diyemem. Sıradan olmak, çağdaş çizgiden uzak kalmak, mimarlığın gücünü dışlamak, tasarımın insan hayatına getireceklerini konu etmemek de çok büyük eksiklik.
    Çok güzel bir sergi, çok temiz ve anlattığını bilen, abartılmamış, net yazı ve resimlerle.
    Bu proje için o deftere gelen ve yazılan eleştirilerin göz önüne alınmasıyla sanırım iyi bir iş yapılmış olacaktır.
    Saygılarımla

    Melek Genli | 1 Haziran 2008

  5. bu proje çirkin, ruhsuz… kemer country reklamları gibi sunulmuş. tamamen satışa yönelik. kötü niyetli olduğunu düşünüyorum.
    eylem

    eylem | 2 Haziran 2008

  6. benim bu sözleriniz karşısındaki ilk anladığım şey sizin mimar olmadığınız yolundadır. zira kullandığınız kelimeler bunu ele veriyor. tarihi yapıların yıkıldığı bir yerde binalar korunup ihya ediliyor, şua anda 6-7 katlı apartmalar, biçimsiz eklentilerle dökülmekte olan bir bölgeye uğraşılmış tasarımlar getiriliyor ve çok kolaycı bir şekilde “çirkin-rusuz” diyebiliyorsunuz. demek ki mimarlıktan haberiniz yok.
    ikinci saptamanız daha da tutarsız ve bilgisizliğiniz ortaya koyuyor. “kemer contry” . o dediğiniz yer, boş tarlalara villa tipi, eski dönemler izleri veren bugünün ihtiyaçlarıyla ve tarihi su kemerini referans alan bir bölge. burada yapılanlarla en ufak bir alakası yok. ne kullanım açısından ne de mimari biçimlenme yönünden. kimse birşeye benzememiş burada, bilmem buna dikkat ettiniz mi?
    eleştiri emek ister, gözlem gerekir.
    saygılarımla

    necdet oran | 2 Haziran 2008

  7. işte bu konuda haklısınız… mimarlıkla uzaktan yakından alakam yok. ve bu projede, katılım vs vs laflarıdolaşsa da yerim yok.

    tepeleri eşitlenmiş binaların, her tarafına kameralar yerleştirilmiş binalar görüyorum, insanlar da oranın insanları değil. zaten olamaz da bu durumda, biliyoruz tarlabaşını. projeden sonra öyle bir yerde oturmak için zengin olmak gerekir. kemer countryde oturmak için olduğu kadar.

    bu proje bir mimarlık harikası olabilir, hatta tarihi en uygun şekilde koruyor/koruyacak olabilir. siz bilim ve tekniğinizle buna karar verebilirsiniz, benim diyeceğim ve yapabileceğim hiç bir şey yok bu konuda, engel olamam, etkileyemem. ama şunu görüyorum: ruhsuz bir proje.

    eylem | 2 Haziran 2008

  8. boyunu aşmak.. hoş değil. Hele bunu süreç değerlendirmesiyle beraber kullanmak olmamış. Varsa daha kapsamlı bir değerlendirmeniz ortaya koyarsınız okuruz. Ben Castells değilim, Harvey değilim. ama o ayarda değerli bir çok akademisyenden, konuyu bilenlerden, çok değerli bilgiler almaya, dinlemeye, değerlendirmeye hep açıktım ve açığım. Hatta bunlardan birinde çok değerli Asuman hocanın sunumunda sizi de gördüğümü hatırlıyorum. İsterseniz sunum özetlerini size göndereyim çünkü bilim insanlarını dinlesek de bazı çevreler onu içselleştirme ve metodunu buradan doğru kurma sorunu yaşıyorlar, ya da bunu yapmak istemiyorlar. Ama ben yine boyumu mu aşıyorum acaba…

    Şu sıralar inanılmaz yoğunum, boya badana işleriyle uğraşıyorum, cevap yazmaya pek vakit olmuyor. Ama davetim geçerlidir, Mimdap’ın sokağı hepinize karşı birkaç kişi + bir kaç öğretmen.

    Ama ilk yazıda belirttiğim çakıllarla uğraşmak ve/veya denizle uğraşmak ayrımı önemli. Biz her ikisiyle aynı anda içselleştirilmiş bir süreci çok anlamlı buluyoruz ve öyle kurmaya çalışıyoruz. Yukarıdan aşağı ve aşağıdan yukarı bir sürecin aynı anda kurulmasını bugünün ihtiyacı olarak görüyoruz. Bu boy aşmaksa sayın A.Y. sizi de kendi boyunuzu aşabilmeye, Jonathan olabilmeye bekliyorum.

    Kısaca şu takma ad mevzusuna da değinelim. Arkadaşlar sizden kimliğimi saklamaya çalışmıyorum. Yoksa daha önce kullandığım bir ismi kullanmaz yeni bir gönderen ismi yazardım. Kimseden kendimizi asla saklamadık, netim, harbiyim ve buradayım. Mimdap ip numaramı daha önce açıklamıştı, zaten yine aynılarını kullanıyorum, kimseden saklanmıyorum,bu sayfalarda açık açık telefon numaramı dahi vermiştim. ve belirteyim, bende sizin kim olduğunuzu biliyorum.

    Şu boya işlerinden vakit ayırır ayırmaz Tarlabaşı projesi ile ilgili olarak, “özgürlükler” açısından kısa bir değerlendirme yapmaya çalışacağım ve onu da Arkitera’da 1300-1500 YTL maaşla çalışan mimarlara adayacağım. Sonunda diğer bazı arkadaşlara da kısa yanıtlar olacak. 50 soruda Tarlabaşı yazısının yorumlarında devam edeceğim çünkü bu başlık geride kalmış ve bulmam çok rastantısaldı.

    hepinize güzel bir gün dilerim.

    küçük bir martıydı jonathan…. hepimiz boyumuzu aşabilsek ne güzel olurdu!

    deniz ulugür | 3 Haziran 2008

  9. Ben biraz “ruhsuz projeler” sözüne takıldım. Projelerin çok büyük bir kısmı mevcut cephelerin restorasyonunu gösteriyor. Mevcut doku mu ruhsuz? Dalan Tarlabaşı dokusu için “fare yuvası” demişti. Ruhsuz semt de buna ek oldu.

    dilek amasyalı | 3 Haziran 2008

  10. sıfatlara dayalı olarak başlatılan eleştiriye benzer sıfatlarla karşılık verince ortam daha narinleşiyor. maksadım o nedenle gerginlik yaratmak değil. buradaki projeleri mimarlığın zaten içinde olan (eleştiri) süzgecinden geçirmek mutlaka yapana yaptırana ve kullanana fayda sağlar. “çirkin ve ruhsuz” tanımını yapan arkadaş sonra mimar olmadığını açıklamış ve ama yazısını bitiriken yine de “rusuz” demiş. öyle algılıyorsa onun bileceği bir şey, üstünde tartışma gerginleştirmek değil maksadım. 1789 dan 100 sene sonra Paris’te Dünya Fuarı açılacaktır, fuar alanı aynı zamanda cam-çelik ve o günün endüstriyel ürünlerinin gösteri yeridir. bu fuar alanına Gustave Eiffel tarfından 1887-1889 yılları arasında yapılır. kalıcı olarak değil fuar için düşünülmüştür ve sonra sökülecektir. o günlerde kule yapılırken bittiğinde Paris halkının bir bölümü, “kaldırın o demir çelik yığınını, iğrenç yapıyı, gölgesi bile Paris’in üstüne düşmemeli…” demiştir.
    bugün Eiffel Kulesi Paris’in belki de Fransa’nın sembolüdür, yılda sekiz milyon turist bu kuleye çıkmaktadır. (İstanbul’a gelen toplam turist ancak bu kadar, Antalya’ya bundan biraz fazla)
    Tarih bizim algılamalarımızı doğru mecrasına oturtuyor sonunda, zor da olsa zorlama da olsa.
    Saygılarımla

    ferhan deniz | 3 Haziran 2008

  11. yillarin projesi nihayet gerceklesirken, ilk gencligimde beni hayrete dusuren bu yaklasimi simdi daha iyi gorebiliyorum.
    ne yazik, tarla basi, rantin kulturu eze eze yokettigi bir bas simge olarak istanbula damgasini vuracak.
    sanirim bir sure sonra istanbulun adini da degistirmek isterlerse sasirmamamiz gerekecek.
    tum degerlerimizin nasibini aldigi bu RANT FASIZMInde bizi daha nelerin bekledigini birlikte izleyecegiz.
    mimarlar toplumun bir adim onunde olmasi gerekirken, nerelerde olduklarini artik gormelidir ve uyanmalidirlar.
    her cizginin yok eden degil var edene dogru cizilmesi gerektigini artik hatirlamalidirlar.

    irfan yavuz | 4 Haziran 2008

  12. Tarlabaşı’nın mevcut hali ile, her birinde tek ailenin yaşamasına uygun olarak tasarlanmış olan evler, zeminde küçük metrekarelere oturan ve birden fazla katlarda ihtiyaç alanlarını çok küçük ölçeklerde oluşturan kagir yapılardır. Günümüzde, alandaki önceki sahip ve ikamet edenlerine nazaran sosyal profilin değişmesi sonucu alt gelir grubundaki insanların yaşamlarını sürdürebilmek için imkansızlıklar içinde bulabildikleri bir çözüm şekli ve çaresizlikler içinde üretilen bir çare olarak, zaten küçük olan çok katlı evlerin her bir katında farklı ailelerin-bireylerin yaşadığı konutlara dönüştüğü, tek oda olarak kullanılan katlardaki konutların müstakil banyo ve mutfaklarının dahi bulunmağı görülmektedir. Islak hacim ihtiyacı, arkadaki çok küçük bahçelerde oluşturulan derme çatma barakalarda karşılanmaya çalışılmaktadır. Bu durumun alanda ışık ve hava almayı sağlayan tüm arka bahçelerin de yapılaşmış alana dönüşmesine sebep olduğunu ve orada yaşamak zorunda kalan insanların son derece sağlıksız bir yaşam şekline mahkum olduklarını görmek zor olmasa gerek.
    Bakımsızlık nedeniyle yapıların hızla yok olmaya başlaması veya kullanılamaz hale gelmesi, sadece ‘mecbur’ olanların kaldığı, diğerlerinin terk ettiği ve neredeyse yarısı boş- kullanılmayan metruk mahalle olgusunu gözler önüne sermekte. Tüm bu sorunlarla baş edemeyen yenileme alanı bugün deprem tehdidi altında sağlıksız bir yaşam alanı olarak karşımıza çıkıyor. Bu ve benzer gerçekleri göz ardı ederek, hiçbir çözüm önerisi üretmeden, üretilen çözümleri reddetmek nasıl bir anlayıştır hiç bir zaman anlayamamışımdır.
    Alanın insan hakları ölçüsünde yaşanabilir hale getirilerek alandaki hak sahiplerine insan olarak hak ettikleri yaşam koşullarını sağlamak için yenilemenin kaçınılmaz ve hatta zorunluluk olduğu, maalesef görülmek istenmiyor sanki.
    Ne yazık ki, her platformda mimarlık mesleğinin geliştirilmesi için çaba sarfetmesi ve farklı mimari anlayışları desteklemesi gereken hatta bu yönde en büyük mücadeleyi en önde vermesi gereken odanın tam aksine, “farklı mimari anlayışlarla” proje üretilmesini eleştiri konusu yapması, bugüne kadar izlediği tutum ve gösterdiği yaklaşımlar da göz önüne alındığında, odanın varlık sebebini ve asli görevlerini bir kenara bırakıp üretilen işlerin, yapıcı eleştirilerle en doğru şekilde yapılmasını sağlamak yerine artık tek amacının, hiçbir şey yapılmamasını sağlamak anlayışıyla hareket etmek olduğu gerçeğini gözler önüne sermektedir. Farklı meslek grubundan olduğum halde dışınızdan biri olarak; kamuoyu önüne çıktığı konular çerçevesinde gözlediğim gerçek şudur; Mimarlar Odası, her seferinde aynı olumsuz tutumu izliyor olması nedeniyle haklı olduğu konularda bile inanılırlığını ve kamuoyu desteğini yitirmekte artık.
    Tarlabaşı gibi alanlarda var olan kültür varlıklarının yok olması engellenememekte, miadı dolan binalar teker teker yıkılıp yok olmakta ancak hiçbir şekilde kurtarılması için bir şey yapılamamaktaydı. 5366 S.lı yasanın getirdiği; yenileme alanının bütünleşik olarak ele alınması, maliklerin ortak hareketinin sağlanması için kamuya yetki verilmesi ve işlemlerin mümkün olan en kısa zamanda tamamlanması için tüm aşamalarda öncelikli kılınması, tüm kamu kurumlarının iştirakini ve ivedilikle işlem yapmasını sağlaması ve en nihayet zorunlu kalındığı noktada da (zira yasada maliklerin anlaşması öncelikli ve tercihli yoldur.) kamulaştırmanın mümkün kılınması ile bu tür yenileme işlerinin yapılmasını engelleyen durumlara çare üretilmiştir. Kamuoyundaki yaygın görüş; bu çaresizleşmiş alanlarda gerçekleşmesi zorunlu bir ihtiyaç olan yenileme işi, bu yasa ile getirilen düzenlemelerle de yapılamazsa artık böyle alanların kurtarılmasının mümkün olamayacağı ve yok oluşunun önlenemeyeceği yönündedir.
    Arkadaşlar, yapılanı beğenmiyor olabilirsiniz, hatta yanlış bulabilirsiniz. Ama hiçbir şey yapılmamasını ve her şeyin tarihin yok edici ve değiştirici doğal sürecine bırakılmasını istercesine yaklaşmak anlaşılır bir tutum değil. Yanlış buluyorsanız, doğrusunu tarif edin. Beğenmiyorsanız beğeneceğiniz şeklini anlatın. Ayrıca sizin beğendiğinizi, başkalarının beğenmeyeceğini de göz önüne alın. Yani herşeyden önce yapıcı eleştiri nasıl yapılır bunu öğrenin. Eğer üretirseniz eleştiriye muhatap olacağınızı bildiğinizden mi üretmektense eleştirmeyi tercih ediyorsunuz bir düşünün ve kendinizi irdeleyin. Tarihte hiç bir eleştirmenin heykeli dikilmemiştir. Yapıldığı dönemde çok büyük tepki de alsa “üreten”. “yapan” insanların heykelleri ise dünyanın her yerinde görülmektedir.
    Jonathan küçük bir martıydı ama cesurdu ve üretkendi…

    ny | 4 Haziran 2008

  13. Tarlabaşı projesini rant projesi olarak nitelendirdiğiniz anda mimarlar odasının geçmişten günümüze süregelen bir tartışmasında da taraf olursunuz. Tartışmanın konusu şudur: Mimarlık bir rant mesleğimidir? Bu soruya mimarlar odasında bu gün de hakim olan kliklerin verdikleri cevap “eğer mimar proje yapıyorsa bu bir rant hatta yağma faaliyetidir” şeklindeydi. Bu klik seçmen tabanını kamu çalışanı mimarlar arasında oluşturur, tüm yönetmeliklerde, ücret tarifelerinde, zorunlu eğitim gibi konularda bu kesime ayrıcalık tanır, “bürocu” “projeci” gibi sıfatlarla aşağıladığı mimarlara da her türlü zorluğu çıkartır.
    Çünkü onlar ranta hizmet etmektedirler, bu kliğin kafasına göre.
    Tarlabaşı projesinde de aynı terana, bu sefer bu tür projelerin nitelikli mimarlık açısından ne kadar önemli olduğunu göremeyen meslektaşlarımızın varlığından da aldığı cesaret ve geçen seçimlerde düzenlediği “onlar akpartili” yalanına dayalı seçim kampanyasının başarılı olmasının verdiği güçle saldırmaya devam ediyor.
    Aslında bu bir avuç klik elemanının saldırdıkları şey mimarlığın ta kendisidir. Çünkü mimarlık rant kavramını da aşan bir tarihselliği olan bir uygarlık mesleğidir.
    Onu rantla suçlamak saçmadır çünkü o zaman tüm serbest meslekler sonuçta “rant” diye cahilce çok genel çerçeve içine alınıp. basitleştirilip, sadeceliştirip, çarpıtılarak bir ideolojik malzemeye dönüştürüldükleri için birer “suç” unsurudurlar. İster bir kenar semtte bir konut yapın, ister bir iş merkezi sonuçta yaptığınız iş bir değer yaratmaktır. Bunun ne şekilde kullanılacağı ise ancak tarihsel süreçlerde ve çok farklı ekonomik görünümlerde ortaya çıkar.
    Bence Tarlabaşı projesi bir rant projesi kesinlikle değil. Bunu görmek için hemen yanıbaşındaki Talimhane’ye bakmak bile yeterli olur. Ancak bence bundan daha fazla bir özelliği var bu bir siyasi proje. Yani çözümsüz gibi gözüken bir sorunu çözerek bu çözümü sağlayanlara tarihe geçecek bir siyasi başarı kazandırabilecek proje. Hem de öyle bir başarı ki, hiçbir seçim sonucunun, hiçbir reklam kampanyasının sağlayamayacağı kadar büyük bir tarihi süreklilik ve nitelikte. Eğer dar klik’in yalanlarına kanan kesimlerde aynı şekilde sırf ideolojik nedenlerle bu projeye tavır almaya devam ederlerse, onlar da tıpkı geçmişteki Dalan’ın bugün Tarlabaşı yıkımlarıyla anılmasındaki gibi aynı oranda büyük başarısızlıkların sorumlusu olarak tarihe geçeceklerdir. Çünkü yıkımın çöküntünün en iyi yolu, koruyorum diyerek çürümeye, çökmeye, yıkılmaya kapı açmaktır.
    Saygılarımla

    Mustafa Mutlu | 5 Haziran 2008

  14. 1-ideolojik mimarlık yapan sizlersiniz. Meslek bilginizi toplum çıkarlarından önce dar bir kitle ve kendi çıkarlarınız doğrultusunda kullanıyorsunuz. Üstüne üstlük onca yazınıza rağmen liberalliğinizi kabul etmiyorsunuz. Rahat olun, düşüncelerinizden korkmayın, kendinizle barışın, biz liberaliz diyebilirsiniz, ayıp değil.
    2-tarlabaşı projesinin rant projesi olduğunu proje raporu söylüyor, önce okumanızı sonra yorum yapmanızı şiddetle öneririm çünkü komik duruma düşüyorsunuz.
    3-Jonathan’ın heykeline hiçbir yerde rastlamadım.
    4-Peki sizin öneriniz nedir sorusu burada yanıtlanamayacak kadar kapsamlı bir soru. Daha önce de defalarca belirttiğim üzere bu konuda ki çalışmalarımız tarihsel değerlendirmelere ve bugünün koşullarına dayanmakta. Bilim insanlarıyla kurulan diyaloglar çerçevesinde de sürekli gelişmektedir. Burada değinilip geçilecek kadar kısa bir çalışma değildir, devingenliği söz konusudur. Tarlabaşı Projesinin dayandığı temelleri de gayet iyi biliyorum.
    5- Burada mimarlık mesleği suçlanıyor sözleriyle bir taraftarlık grubu oluşturmaya çalışmanız terbiyesizliktir. Bu ülkede ve dünyada, halkına ve ülkesine hizmetleri olan, toplum çıkarlarını koruyan birçok meslek insanı olduğu gibi her meslek içinde de çıkarcı, ben yaptım olducu, toplumun değil birilerinin hizmetkarı olmuş plancılar, mimarlar, doktorlar elbette vardır. Tartıştığımız mesele sizin bu proje ile yerinizin neresi olduğudur, mimarlık mesleği değildir.

    deniz ulugur | 5 Haziran 2008

  15. TMMOB 40. OLAGAN GENEL KURUL SONUC BILDIRGESI
    (29 Mayis – 1 Haziran 2008 ANKARA)

    Halkimiza;

    Turk Muhendis ve Mimar Odalari Birligi’nin 40.Genel Kurulu, kuresel sermayenin yeni bir dunya krizine girmekte oldugu, kapitalizmin kural tanimaz uygulamalari sonucu dunyamizin hizla dogal dengesini kaybettigi, kuresel isinmanin tum canlilari yok edebilecek duzeylere yukselme egilimi tasidigi gunlerde yapildi.

    1980’li yillardan bu yana dunyamiz kuresellesme adi altinda yeniden yapilandirilmaktadir. Kuresel sermaye, dunyadaki tum ekonomik yapilari hegemonyasi altina almakta, IMF ve Dunya Bankasi gibi kurumlar araciligi ile kendi programlarini gelismekte olan ulkelere dayatmaktadir. Kuresel gelirin %55’i nufusun sadece %5’i tarafindan gasp edilmektedir. Bu durum gelir dagilimi ucurumunu daha da derinlestirmektedir.

    Sermaye, yeni yatirimlar yapmak yerine, ozellestirmeler sonucu hazir bir pazar olan kamu isletmelerine ve kamu tarafindan saglanan hizmetlere el koymakta, ancak uygulanan bu politikalar pazarin daralmasinin onune gecememekte ve yeni bir dunya krizinin basladigi artik herkes tarafindan kabul edilmektedir. Gectigimiz aylarda ABD’de konut kredilerinde baslayan kriz, petrol ve gida krizi ile birlikte yayilmaktadir.

    Tek kutuplu dunyamizda jandarmaliga soyunan ABD, ozellikle enerji kaynaklari uzerinde hegemonya saglamak icin dunya halklarina saldirilarini artirarak surdurmektedir. Bu emperyalist politikalar, Afganistan ve Irak’ta isgaller, Lubnan ve Iran’da ise askeri saldiri politikalari olarak sergilenmektedir. Her ekonomik bunalim ABD ve AB guclerini pervasizlastirmakta, saldirganlastirmaktadir.

    Emperyalizm sadece finansman ve ekonomik gucu ile degil, askeri gucu ile de egemenlik alanlarini genisletmektedir.

    ABD’nin Buyuk Ortadogu Projesiyle gundeme getirdigi kendine bagli kukla ve ilimli Islam’in iktidar oldugu devletler olusturma cabalari ulkemizi de buyuk bir catismanin icine yuvarlamaktadir.

    Turkiye kapitalist kuresellesmeye eklemlenme dogrultusunda bir degisim sureci yasamaktadir. Ekonomiden siyasete ve gundelik hayata kadar her sey sermayenin yeni duzenine uygun olarak yeniden duzenlenmektedir. 12 Eylul ve ANAP ile baslayan ve bugune kesintisiz suren bu degisimin son ve en guclu aktoru ise AKP’dir. AKP, emperyalist odaklardan aldigi gucle, “usttekilere han hamam, alttakilere din iman” politikalari ile iktidarini kamusal alanda ve gundelik hayat icerisinde giderek yerlestirmektedir.

    Turkiye’de emperyalizmin ve egemen siniflarin taseronu AKP Hukumeti, kapitalist kuresellesme ve neo-liberal politikalar ekseninde, her alanda ozellestirme, kuralsizlastirma ve piyasalastirmayi uygulamakta, disa bagimli yapiyi pekistirmektedir.

    Ulkemizde sinai yatirimlar durmus, KOBI’lerin onemli bir kismi pazardan cekilmis, issizlik kronik bir sorun haline gelmistir. Ulkemizi IMF’ye teslim edenler, meslektaslarimizi issizlige, dusuk ucrete, meslek alani disinda calismaya ve beyin gocune zorlamaktadirlar.

    Istihdam verileri buyuk olumsuzluklar tasimaktadir. Issizlik orani gayri resmi rakamlara gore %20’leri bulmustur. Ozellikle sanayi yatirimlari cok sinirli kaldigindan yeni istihdam alanlari acilamamaktadir. Verimlilik artisi senaryosu ile isgucu somurusu katmerlesmistir. Genc issizliginin tirmandigi ulkemizde, nufusun yarisini olusturan kadinlar, sinirli olcude katildiklari istihdam alanindan uzaklastirilarak evlerine kapatilmaktadir. Yeni yayinlanan istihdam paketi ile genclere is bulma adi altinda yas gruplari arasinda yer degistirme yapilacak, 30 yas ustu issizlik artirilacak, boylece sermayeye ucuz is gucu temin edilmis olacaktir.

    Yillardan beri izlenen ekonomik politikalar ulkemizi ucuz isgucu deposuna cevirmekte, her turlu sagliksiz ve guvenliksiz kosullarda iscilerin calistirilmasina yol acmaktadir. Son yillarda bu kosullarda calisan tersanelerde, maden isletmelerinde ve benzeri pek cok isyerinde is cinayetleri meydana gelmektedir.
    Ulkemizde esnek uretime, dogal kaynaklarin kuralsiz tuketimine, kamu varliklarinin satisina, katma degeri dusuk uretime dayali bir buyume masali halkimiza anlatilmaktadir. Ayrica soz konusu buyume oranlari ile bugunku Avrupa Birligi kisi basina gelir ortalamasinin yarisina, ancak 2050 yilinda varilabilecektir.

    Suni anayasa tartismalari ile laik, demokratik, sosyal hukuk devletine dayali, esitlikci bir anayasa yerine, toplumsal uzlasi aranmaksizin turbanla ortulmus piyasa usulu bir anayasa halkimiza dayatilmaktadir.

    Toplumumuz bugun cemaat ve tarikat yapilari eliyle gerici dusuncelerin etkisi altina alinmaktadir. 12 Eylul ile baslayan bu gericilesme dalgasi AKP iktidarina yaslanarak guc kazanmakta, etkinligini arttirmaktadir. Bu siyasetin simgesi haline gelen turban, toplumun muhafazakâr bir yasam biciminin baskisi altina alinmasinin, ozgurluklerin tehdit edilmesinin, ozellikle kadinlarin toplumsal yasamdan tecrit edilmesinin bir unsuru haline gelmistir.

    Sosyal Sigortalar ve Genel Saglik Sigortasi yasalari ile calisanlarin kazanilmis haklari budanmakta, Saglik ve egitim piyasanin insafina terk edilmektedir.
    Sicak paraya dayanan ekonomimiz gittikce buyuyen cari acigi, disa bagimliligi ve 500 milyar dolara yaklasan ic ve dis borclari ile toplumu hizli bir cokuse suruklemektedir.

    AKP iktidari toplam yatirimlar icinde butceden GAP’a ancak %7 kaynak ayirmis, tarimin yatirimlar icindeki payini %33’ten %8’e, sulama yatirimlarinin tarim icindeki payini ise %29’dan %7’ye indirmistir. Su anda buyuk bir kurakligin hukum surmekte oldugu Guneydogu Bolgesinde, GAP’a adeta bir civi bile cakmayan AKP iktidarinin bugun eylem plani acikliyor olmasi, bolge halkina yonelik bir siyasi manuplasyondur. Siyasi iktidar koylumuzu cok uluslu sirketlerin marabasi haline indirgemis, ureticinin alinterinin karsiligini almasini, araci ve tefeciyi zenginlestirerek tuketicinin uygun fiyatla gidaya erisimini engellemistir.

    Ulkemizin su kaynaklari hizli nufus artisi, carpik sanayilesme ve endustriyel tarim ile kirlilik unsurlarinin baskilari altindadir. Havzalarimiz kurumsal, yasal, yonetsel ve sosyo-ekonomik unsurlar ile birlikte, planlama/karar verme surecinden uzak bir anlayis ile piyasalastirilmaya calisilmaktadir. Esas olarak bugun cogu ulkede oldugu gibi Turkiye’de de yasanan su sorunlarinin temelinde yanlis ve eksIk, yonetim ve politikalar yatmaktadir.

    Turkiye’nin en temel sorunlarindan biri olan Kurt sorunu ekonomik, toplumsal, kulturel, tarihsel, siyasal ve sosyal boyutlari olan bir sorundur. Bu sorunun demokratik yollarla cozulemeyisi, askeri yontemlerin surdurulmesi, demokrasinin Turkiye’de tum kurum ve kurullariyla koklu bir sekilde yerlesmesinin onunde engeldir. Siyasi erkin yayginlastirdigi cozumsuzluk ulke kaynaklarini tuketmekte, ulkenin gelecekteki ekonomik, siyasal, sosyal ve kulturel gelisimini ipotek altina almaktadir.

    1980 oncesi ve sonrasi donemde gerceklesen fasist saldiri ve katliamlarin derin acisini yasamis olan halkimiz, yakin donemde gerceklesen bombali, silahli, bicakli saldiri, suikast ve katliamlar ile bir kez daha sarsilmistir. Ozellikle Hrant Dink’e sIkilan kursun Turkiye’de esit ve ozgur yasamak isteyen, tek tip olmayi reddeden, buna karsi mucadele eden butun insanlari hedef almistir.

    1 Mayis Birlik, Mucadele ve Dayanisma Gununde Istanbul’u sIkiyonetim alanina ceviren, vatandaslarina polis teroru uygulatan siyasal iktidar; emek meslek orgutlerine ve toplumsal muhalefet guclerine saldirilarini surdurmektedir.

    TMMOB 40. Olagan Genel Kurulu, emperyalizme karsi baska bir dunya kurma mucadelesinin icinde oldugunu vurgulamaya kararlidir.

    Genel Kurulumuz, ulkemizin emekten ve halktan yana guclerinin kararliligini, mucadele azmini, birlik ve dayanisma bayragini yukseltme iradesinin onemini bir kez daha dile getirmektedir.

    Turk Muhendis ve Mimar Odalari Birligi;

    – Ulkemizin tum varliklarinin ozel sermaye istismarindan kurtarilarak ozellestirmelerin durdurulmasi, ozellestirilen halka ait varliklarin kamulastirilmasi ve kamu kuruluslarinin yeniden guclendirilmesi icin,
    – Hizmet Ticareti Genel Anlasmasi (GATS) ile kamu hizmeti alanlarinin piyasalastirilarak yabanci sermayenin istilasina acilmasina karsi cikmak icin,
    – Toplumsal gonencimizin arttirilmasina yonelik ulusal, bolgesel ve kentsel duzeyde planli ve kamusal bir ekonomi politikasi dogrultusunda, kamusal kaynaklara dayali ve planli modeli esas alan istihdam odakli sanayilesme ve kalkinma icin,
    – Dunya Bankasi, IMF, AB ve benzeri kuruluslarin dayattiklari, yerli isbirlikcilerin uyguladiklari “yapisal uyum ve istikrar programlari”ni reddederek, emegin iradesini egemen kilan ekonomik ve toplumsal politikalarin uretilmesi icin,
    – Ulkemize dayatilan disa bagimli enerji politikalarinin terk edilmesi, yenilenebilir, yerli enerji kaynaklarina ve hidroelektrik esasli santrallere oncelik veren tum yatirim ve duzenlemelerin kamu tarafindan yapilmasi icin,
    – Yenilenebilir enerji kaynaklarinin kullanilmasinda surdurulebilir enerji ve kalkinma modeli izlenmesi ve “kirlet bedelini ode” politikasinin tamamen terk edilmesi icin,
    – Standart disi ve enerji yogun teknolojilerin ithal edilmesinin onlenmesi, mevcut tesislerde enerji verimliligini artiracak, cevreyi koruyacak, cevre dostu teknolojiler uygulanmasi icin,
    – Nukleer enerji santralleri ile yabancilara imtiyaz taniyan maden aramalarindan vazgecilmesi ve ulusal kaynaklara dayali, maden arama, isletme ve enerji politikasi izlenmesi icin,
    – Madenlerimizin, jeotermal kaynaklarimizin, kiyi ve ormanlarimizin yerli ve yabanci sermaye tarafindan yagmalanmasina karsi cikmak icin,
    – Universitelerde ozerk ve katilimci bir egitim ortami saglanmasi icin,
    – Egitimde ogrencileri musteri olarak goren girisimlere ve egitim hizmetlerini butunuyle bir pazar haline getirme calismalarina karsi durarak; ilkogretimden universiteye parasiz, esit, bilimsel, demokratik ve firsat esitligine dayali anadilde egitim icin,
    – Mimarlik, muhendislik, sehir planlamaciligi egitim ve ogretim programlarinin cagdas teknolojiye ve bilim politikalarina uygun olarak emekten ve halktan yana yeniden duzenlenmesi icin,
    – Saglik ve egitimin temel insan haklari oldugunu esas alarak, her turlu ozellestirmeye son verilmesi, yeni saglik ve guvenlik yasasinin calisan lehine ve kamu yararina duzenlenmesi icin,
    – 12 Eylul Anayasasi ile gasp edilen grevli, toplu sozlesmeli sendikalasma hakkinin butun calisanlara yeniden taninmasi icin,
    – Kapitalizmin emegi baski altina alan stratejilerine karsi, istihdamin bir hak olarak taninmasi, artirilmasi ve calisma kosullarinin iyilestirilmesi icin,
    – Is sagligi ve guvenligi konusunda acilen yasal ve idari onlemlerin alinmasi icin,
    – Basta dusunce ve orgutlenme ozgurlugu olmak uzere tum demokratik hak ve ozgurluklerin, demokrasinin onundeki engellerin kaldirilmasi icin,
    – Meslek alanlarimizi yakindan ilgilendiren Yabancilar Yasa tasarisina ve mesleki duzenlemeler adi altinda TMMOB’nin yetkilerine yapilacak her turlu saldiriya karsi cikmak icin,
    – 1 Mayislari ozgurce 1 Mayis alanlarinda tum emek ve meslek orgutleri ile birlikte kutlamak icin,
    – Saldiri ve katliamlarin ardindaki gerici-fasist cete tipi orgutlenmelerin her turlu baglantilari ile ortaya cikarilmasi ve sorumlularinin adalete hesap vermesinin ve hukukun ustunlugunun saglanmasi icin,
    – Toplumsal iliskilerde tehlikeli bir sekilde gelismekte olan “linc kulturu” ve “darbe cigirtkanligi”nin onlenmesi icin,
    – 12 Eylul Fasist Cuntasinin hazirladigi mevcut Anayasa ve AKP tarafindan hazirlanan yeni Anayasa Taslagi yerine, tum toplumsal ve siyasi olusumlarin katiliminin saglandigi, esitlikci, ozgurlukcu ve demokratik yeni bir Anayasa yapilmasi icin,
    – Yeniden duzenlenen ihale yasasinin giderek yozlastirilmasina, rant ve talana acilmasina karsi cikmak icin,
    – Ozel sektore tahsis belgesi ile verilen hidroelektrik santral projelerinin cogunlugu doganin tahribatina yonelik unsurlar icerdiginden bunlarin iptal edilmesi icin,
    – Karayollarina agir bir yatirim gerektiren duble yollarin ulasim politikasinda tek cozum olarak sunulmasina karsi cikmak icin,
    – Bir deprem ulkesi olan ulkemizde deprem gercegi siyasi iktidarlarca umursanmamakta ve kabul edilmemektedir, Ulusal Deprem Konseyi dagitilmistir. Deprem gercegini surekli gundemde tutmaya yonelik calismalari etkin olarak yapmak icin,
    – Siyasi iktidarin TOKI onculugunde halka konut yapma adi altinda sundugu projelerin, zamanla rant saglamaya donusmesine karsi cikmak icin,
    – Kentsel mekanin, toplumsal yarar ve kullanim degeri ilkesi etrafinda uretilmesi-paylasilmasi, ve dogal-kulturel varliklarin koruma-kullanma dengesi icerisinde yasatilmasi icin,
    – Kentsel donusum projeleri ile rant cevrelerine cikar alanlari acilmasina karsi cikmak icin,
    – Kadina yonelik siddeti ve toplumsal hayatin her noktasinda cinsiyet ayrimciligini onlemek, politik, ekonomik ve kulturel alanda pozitif ayrimciligi desteklemek, TMMOB orgutlulugu icinde kadin orgutlenmesini gelistirmek, tum emekci kadinlarin mucadelelerinin yaninda olmak-birlikte mucadele etmek icin,
    – Tarim arazilerinin yok olmasina, kirlenmesine, genetik tohum ve gidalarin ulkemize sokulmasina, ciftcimizi uretimden, tarlasindan koparan issiz, yoksul birakan politikalara karsi durmak icin,
    – GAP Projesi kapsamindaki sulama projelerinin IMF ve Dunya Bankasi dayatmalarina karsi cikilarak hizla bitirilmesi ve bolgedeki halkin yararina gercek bir toprak reformuna gidilmesi icin,
    – Yabancilara karsiliklilik ilkesi gozetilmeksizin yapilacak toprak satislarina karsi cikmak icin,
    – Dunya Bankasi’nin baskilari ile suyun ozellestirilmesine karsi cikmak, suyun, ozellikle temiz suyun bir hak oldugunu vurgulamak icin,
    – Bir yandan kuresel isinma, diger yandan suyun sanayide hatali kullanimi ve carpik kentlesme olmak uzere, su kaynaklarinin kirlenmesine ve yok edilmesine karsi cikmak icin,
    – Su ve suya bagli hizmetlerde cevre ve insan esas alinarak suyun mulkiyeti ve hizmetlerinin kamuda kalmasinin saglanmasi amaci ile 2009 yilinda yapilacak Alternatif Dunya Su Forumu calismalarina katki saglamak icin,
    – Ulkemizin irkci soven yaklasimlar temelinde kamplastirilmasina karsi cikmak, Kurt sorununu cozmek icin; bir arada kardesce yasami, baris, demokrasi ve halklarin kardesligini savunmak ve demokratik yaklasimlari egemen kilmak icin,
    – Emperyalizmin savas ve isgal politikalarina hayir demek, ABD’nin, Incirlik basta olmak uzere savasa lojistik destek olan usleri, limanlari ve nukleer basliklari ile ulkemizi derhal terk etmesi icin,
    – AB muzakere surecinde, AB yetkililerinin ulkemize yaptiklari hukuk disi mudahalelerine karsi cikmak icin,
    – Emegin Avrupa’si icin mucadele eden emek ve meslek orgutlerinin, siyasal ve toplumsal hareketlerin katildigi 2010 yilinda ulkemizde yapilacak olan Avrupa Sosyal Forumuna katki saglamak icin,
    – Hasankeyf’te, Bergama’da, Esme’de, Belek’te, Kazdaglari’nda, Firtina Vadisi’nde, Munzur’da, Sinop’ta, Aloinoi’de, Efem cukurunda ulkemizin tarihi, kulturel, dogal ve tarimsal varliklarini yok edenlere, doganin tahribine zemin hazirlayanlara dur demek icin,
    – “Genclik gelecegimizdir” siarini her zaman her alanda daha guclu haykirmak ve genclige pozitif ayrimciligi yasama gecirmek icin,
    – Esitlikci bir toplum yaratma mucadelemizde, ozgurluklerimizi savunmak, gundelik hayatin her alanini kusatmaya calisan gerici ablukaya karsi mucadele etmek icin,
    – Kendi orgutlu ozgucumuze dayanarak, butun emek ve demokrasi guclerinin birlikte mucadelesi ile kuresel kapitalizmin ve onun temsilcisi AKP’nin saldirilarina karsi durabilmek icin,
    – Ureterek buyuyen ve paylasarak gelisen bir ulkede insanca ve baris icinde yasamak icin,
    – Birlikte karar alma, birlikte uretme, birlikte yonetme ilkesini yasama gecirmek icin,

    Onumuzdeki donemde de, Odalari ve uyeleriyle birlikte calisma, birlikte uygulama ilkesiyle ulkemizdeki ve dunyadaki emek gucleriyle dayanisma icinde, bagimsizlikci, esitlikci ve ozgurlukcu bir Turkiye ve Dunya icin calismalarini surdurecektir.

    Kapitalizmin ve emperyalizmin askeri, ekonomik, politik ve kulturel tum orgutlerinden bagimsiz, “Bir Baska Dunya, Bir Baska Turkiye Mumkun”dur.

    YASASIN ORGUTLU MUCADELEMIZ.
    YASASIN TMMOB ORGUTLULUGU.

    deniz ulugür | 5 Haziran 2008

  16. Korunmaz ,yıkılır,hepimiz ayağa kalkarız. Korunur,rant söylemleri başlar. Bu ülke de bu işin ortası neresidir. İstanbul’un tarihi kimliği ve dokusu korunacaksa bunlar olacak demektir. Rant elbette peşinden gelecek veya davet edilmiş olacak. Bunun başka uygulaması varsa başka ülkeler de biri çıksın söylesin. Bir de projeyi ben yaptım sen yaptım kavgası da işin içine giriyor yer yer. Birileri bunu yapacak, yenileme projesin de olmayan neyse onun ne olduğunu anlayamadım.

    anoyunous | 5 Haziran 2008

  17. “Peki sizin öneriniz nedir sorusu burada yanıtlanamayacak kadar kapsamlı bir soru. Daha önce de defalarca belirttiğim üzere bu konuda ki çalışmalarımız tarihsel değerlendirmelere ve bugünün koşullarına dayanmakta. Bilim insanlarıyla kurulan diyaloglar çerçevesinde de sürekli gelişmektedir. Burada değinilip geçilecek kadar kısa bir çalışma değildir, devingenliği söz konusudur.” Demiş arkadaş.
    neden güç ?? insanlar oturmuş yazmış, soru cevap şeklinde de kitapçık yapıp yayınlamışlar; demekki güç değilmiş.
    ayrıca; “TMMOB 40. OLAGAN GENEL KURUL SONUC BILDIRGESI”ni buraya copy – paste yapmakta başka bi komiklik,
    link verseydi herhalde kendi için daha kolay bi yol olurdu.

    derya karakas | 5 Haziran 2008

  18. evet, buraya TMMOB sonuç bildirgesi kopyalamak farklı bir sabotaj tekniği, öncelikle yakışık almamış. yapana ve görüşlerine bir yarar sağlamaz. ama diğer yandan TMMOB kararlarını bu özel konu tartışılırken tüketmek, onu okumak isteyenlere bırakmayıp “gözünün önüne getirme” hizmeti vermek toplumcu bir davranış da sayılmaz.
    A.Y rumuzlu arkadaşımız ilk yorumunda bir kaç noktaya dikkat çekmişti oysa.
    daha mı dikkat etsek acaba?

    ferhan deniz | 5 Haziran 2008

  19. yani tartışmayalım, o tek öğreti ve “rant projesi” söylemini ezberleyelim, kendimize etrafımıza hiç bakmadan bunu tekrarlayalım. ve arkadaşımızın kendi görüşleri yetmiyor TMMOB destekli yayınlarıyla kendimizden geçelim, sorunlara başka açılardan yönelmeyelim. bir kaç görüş mü ortaya çıktı, bıktırıncaya kadar birileri müdahale etsin ki, korksun kaçıp gitsin o ortamdan. sonra da demokratik Türkiye, haklar, konuşan insan falan. mimarlıktan ve mimarlık üretiminden hiç söz etmeyelim, korumadan da etmeyelim, “birilerinin hizmetkarı” suçlaması orada bekliyor. kendi hesabıma bu manipülasyonu yapanları kınıyorum. fikirler ancak başka fikirlerle karşılaşabilirler, farklılklar ancak zenginlik sağlar.
    saygılarımla

    dündar eskişehirli | 5 Haziran 2008

  20. Sayın Deniz Ulugür,
    Siz mimarlara ve mimarlığa saldırıyorsunuz ranta filan değil. Tıpkı Mimarlar Odasının şu anki yönetiminin yaptığı gibi. Tasarımkent olunca, gizli saklı bina alımları olunca rant değil, bunların dışında herhangibir proje olunca rant. Bu sadece azgın ve son demlerini yaşayan bir boğanın kendi yarattığı ikonlara saldırmasından ibarettir.
    Biz tarafız, sizin kandırmalarınıza rağmen, aldatmalarınıza rağmen sekizyüz oy alan bir tarafız. Mimarları siz böldünüz. Siz kimsiniz de iyi mimar kötü mimar ayrımı yapacak cüreti bulabiliyorsunuz?
    Tarlabaşı projesinin rant değil politik proje olduğunu mimarlıktan birazcık anlayanlar bile bir bakışta görebilirler. Bir politik projeye karşı takınılacak tavır eğer ki “bu bir rant projesidir” saçmalığından ibaretse, bu sadece karşı tarafı -haketmediği halde-haklı, saldırganları da haksız duruma düşürür. Tuzak buradadır. Bu tuzağa geçmişte düşenler olmuştur ve bugün suçlanmaktadırlar.
    İstanbul’un planları iptal edildi. Oh zil takıp oynayalım. Siz de mimarlar odasındaki o işgal yönetimi de. Ne kazandığınızı söyleyeyim. Rantın yağmanın önünü açtınız. Çünkü toplumsal bir belgeyi yokettiniz. Onun yerine belediyelerde, habersiz imza bürolarında yapılan pazarlıkların önünü açtınız. Ve tıpkı Tasarımkent rezaletinde olduğu gibi aslında rant çıkarını savunmuş oluyorsunuz. Tasarımkent olayını hiç arştırdınız mı?
    Siz en kötü planın bile plansızlıktan daha iyi olduğunun canlı kanıtısınız.
    TMMOB bildirisinde Türkiye’nin en önemli sorununa yani depreme karşı acilen alınması gereken önlemlere en son sıralarda güçlükle bulunan bir paragrafta yer verilmektedir. Şunu sormak istiyorum: eğer deprem bu ülkede mimarların mühendislerin en önemli sorumluluk alanları arasında değilse kimin alanındadır. Deprem bu ülkenin mihenk taşıdır. Kimin kim olduğunu en iyi ortaya koymakta, kimin sorumlu kimin tüccar olduğunu çok iyi anlatmaktadır.
    Depremde de aslında ne olduğunuz, kim olduğunuz “hala daha göremeyenler varsa” bir kez daha ortaya çıkacaktır.

    Mustafa Mutlu | 6 Haziran 2008

  21. Deniz bey/hanım için açıklayayım. Mustafa beyin yazısında geçen “mihenk taşı” siyah renkli bir taştır. Üzerine sürülen altının derecesini ortaya çıkartır, yani lafazanlıkla üste çıkmak yerine olgusaldır çünkü ortada bir olgu vardır. Bilimseldir: çünkü analiz ve ölçmeyi (bir dereceye kadar) kapsar. Mimarlar Odasında Afet Komitesini kuranların da şu anda muhalefette yer alan gruptan olduklarını da biliyorum. İşte mihenk taşı. İşte bilimsel kanıt.
    Dolayısıyla insanları “siz liberalsiniz” (çünkü bu kesimde liberal bir hakaret cümlesidir onun da içi boşalmıştır) diye etiketleme kolaylığını değil, onun neye dayandırıldığını açıklama zorunluluğunu içerir.
    TMMOB bildirisine çok benzeyen bildirileri, ben şahsen gençliğimde çok dağıttım, savundum. O nedenle yirmi yaşlarının başında olduğunu düşündüğüm sayın Deniz bey/hanım’a da sempati ile bakıyorum. Ama deprem günü. ideolojik söylemlerin doğa karşısında ne duruma geldiklerini gördüğüm gün farklı durumların, düşüncelerin de olduğunu anladım. Dolaysıyla Mustafa Beyin saptamalarına hak vermemek mümkün değil. Her ne kadar Deniz bey/hanıma sempati ile baksam da.
    Planlama konusundaki düşüncesine de ilavem var: bu kesimlerin mimarlık düşmanı olduklarının en büyük kanıtı “davet edildikleri, kendilerine oda ayrıldığı halde katılmayı reddettikleri İstanbul Planının” iptali için verdikleri dilekçede “katılımcı yöntemle olmamasından” dem vurmaları. Artık insaf. Mustafa Bey yerden göğe kadar haklı. Ve eğer “liberal” yaklaşıma örnek vermem gerekirse işte tam da yağmanın, talanın önünü açan bu meslek odası tavrını örnek veririm. Asıl liberallik budur. Yoksa plan yapan mimarları değil.
    Deniz bey/hanım bilmiyor belki ama plan ile liberal ekonomi birbirleriyle oldukça çelişirler.
    Deprem’de yetmiş bin insanın öldüğü Çin’in Chengdu eyaleti aynı zamanda da Mao’cu devrimin en köklü olduğu bölgeydi.
    Anlayana, ben artık bu cümleyi tamamlamak istemiyorum.
    İçim bulandı…

    Azmi İzmirli | 6 Haziran 2008

  22. Burada gerçekten neoliberal yada liberal bir proje yapılsaydı ne olurdu?
    1.Mal sahiplerinin istekleri olur, buradaki binalara kat sınırlaması getirilmezdi. Katlar azalacak yerde arttırılırdı. Böylece malsahiplerinin istedikleri doğrultuda kamu müdehalesi kalkmış olurdu.
    2.Sosyal proje bu şekliyle bile olmazdı. Onun yerine nasıl olsa “ekonomik ortamda güçler kendi yeni dengelerini kurarlar” anlayışı hakim olurdu.
    3.Yerel yönetim ve hatta anıtlar kurulu olmazdı. Bunlar liberal anlayışa aykırı -çünkü müdehale ederler- kuruluşlardır.
    4.İşlev değişikliği olur, burada iş kuleleleri yükselirdi. Çünkü İstanbul’un hem kent etkinlikleri hem de ulaşım ağları bakımından en merkezi konumunda bulunmakta. Kimse burada konut yapacağım diye zorlamazdı.
    5.Azmi beyin anlattığı gibi plan proje filan olmaz, yapsatcı usülü parsel ölçeğinde müdehaleler olurdu. Burası GOP’un, Bayrampaşa’nın…. İstanbul’un “güzide semtlerine” kuralsız, “habersiz imzalı” yerlerine dönerdi.
    6.Mimarlar Odasının bugünkü yönetimi lafta ah vah etse de fiilen bu gelişmelere en azından göz yumar hatta destek verirdi dava filan açmazdı. (isterseniz kanıtını da sorun)
    Daha da sayayım mı?

    Semih Cenker | 7 Haziran 2008

  23. Rant veya getirim, tdk.gov.tr adresinde şöyle tanımlanıyor; “Bir mal veya paranın, belirli bir süre içinde emek verilmeksizin sağladığı gelir” Yani bir mal veya paranın hiç bir şey yapılmadan durduk yerde sağladığı gelire rant deniyor. Yukarıda deniz ulugör ve onunla aynı düşüncedeki bir kaç kişinin dilinden düşürmediği “rant” bu projede nasıl oluşuyor acaba? Ya böyle büyük kapsamlı bir projenin ilk aşamadan son aşamaya kadar ne kadar büyük bir emek gerektirdiğini görmekten acizler veya görmek istemiyorlar, (görmek işlerine gelmiyor belki de) ya da rant’ın ne demek olduğunu bilmiyorlar. Çünkü rant oluşması için emek verilmeksizin elde edilen bir gelir olması gerekiyor, bilimsel tanımına göre.
    Eğer “rant” ile kastedilen “elde edilen kar/kazanç” ise mimarlık mesleğinin hangi dönemde ve kim tarafından hilal_i ahmer (kızılay) yararına yapıldığını bilmediğimi itiraf etmeliyim. İnşaat sektöründe yapılan hangi işin (mimarlık dahil) kazanç amacı olmaksızın yapıldığını da bilmiyorum. Ama kazanma amacı taşımayan bir kişinin hele ki “farklı mimari anlayış”lara da karşı ise (odanın bu görüşte olduğu pek çok platformda ortaya konmuştur) niye mimarlık mesleğini seçmiş olabileceğini de pek anlayamıyorum. Eğer yarattığı projelerin uygulanmasından haz duymayacaksa ya da kazanç amacı yoksa (ayrı ayrı ya da ikisi birlikte de düşünülebilir) mimarlık mesleğini değil de başka bir mesleği niye seçmezler bunu da anlayamıyorum,
    sonra da kendi mesleklerini ve meslekdaşlarını bu kadar küçültmekten haz alırlar. Bu nasıl bir anlayıştır, neden kendisini hiç sorgulamaz bu anlayıştakiler, hiç anlamıyorum!!!!!

    ny | 9 Haziran 2008

  24. 25 yildir paris te yasayan , eski ogrencilik yillarii bu kentte gecirmis bir ressam olarak istanbul un mimari acindan butunluk arz eden ender yerlerinden biri olan tarlabasinin taksime yakin bolgesinde cumbalari olan yikilmak uzere olan bir binayi esim ve ben yillar once satin aldik.Bu bina , avrupada da orneklerine sikca rastlayabilecegimiz gibi sahibine kullanimlari karsiligi bir kira odemedikleri gibi suyu elektirigi ve diger hizmetleri odemeyen yanlarindada cocuklari bulunan ve binanin durumu geregi hayatlari her an tehlike altinda olan sosyo ekonomik olarak yoksul olarak niteleyebilecegimiz insanlar tarafindan tanimlama uygunsa isgal edilmisti.Avukatim ve komsularim tarafindan bircok kez binaya sahip cikmam gerektigi uyarisi aldik cunku binamizin sahipsiz katlari duzenli olarak kapkacci ve tinerci olarak nitelendirilen sahislarca duzenli olarak mesken seciliyor olmasi binada ates yakmalara kadar varan eylemler yaptiklari ve bunun trajik bir sorunuda kacinilmaz olarak hazirlayacagi konusunda hemfikirdiler.yasal yollarla bu insanlardan binayi terketmelerini talep ettik sikayetlerde bulunduk cunku istencim disinda baskalarinin yaptiklarindan sorumlu olmak istemiyorduk.avukatim sistemli ve duzenli olarak tehtitleride goze alarak hicbir yasal tutanaklari olmayan kira odemeyen ve elektrik ve suyu kacak olarak kullanan bu sahislarin burayi terkemeleri gerektigi istencimizi israrla yillarca yineledi ve daha az sikici olmak icin kisaltiyorum devletin kendi sosyal sorumluluklarini ustlenemedigi bir ulkede baska bir hukuksuzlugu sahsi olarak kabul ederek bu sahislara baska yerlerde evlerini tutabilecekleri kadar kira yardimi ve bir miktarda para vermeyi kabul etmek zorunda kalarak binayi bosaltmayi basardik.Restorasyon konusunda cok deneyimli bir mimarlik burosunu bize finansal olarak yirmibes yillik birikimimize mal olacak yapinin tamamen aslina sadik kalarak deprem riskinide goz onunde bulunduran bir kurtarma calismasi icin yetkili kildik.uzun suren prosedurler sonucu elde edilen tamirat izinleri sonunda ortaya cok guzel ornek bir yapi tarihi dokusuna tamamen sadik kalinarak ortaya cikti.yapi kucuk oldugu icin ressamlik olan meslegimden dolayi eserlerin sergilenmelerine olanak verecek sowroom, atolye kati ve yasama katlari olarak tasarladik.tarlabasi donusum projeleri ile ilgili birtakim haberleri daha sonra duymaya basladim ve internet sitelerinden yazilan yorumlari merakla okumaya basladim bazi yorum yapan insanlarin dusunceleri beni sonsuz hayretlere dusurmekte. “Soylulastirma “denilen kavramlar ortaya atiliyor sonra bu birilerine gore sucmus gibi yorumlar yapiliyor ve dusunceler bulaniklastiriliyor.Turkiye Cumhuriyeti,Fransa gibi sosyal bir devlettir.(en azindan anayasal olarak)Yani ulke topraklari icinde yasayan insanlarin odevleri oldugu gibi haklarida vardir ve sosyal devlet kendi sosyal sorumluluklarini baska insanlarin ustlerine yuklemeden yerine getirmekle yukumludur.kimse kimsenin hakkini hukukunu herne kosulda olursa olsun gasp edemez devlet vatandaslarini karsi karsiya getiremez. yoksulluga karsi mucadeleyide sosyal devlet olmanin geregi olarak yerine getirir.yani vatandaslarin lojman sorunu varsa buna care olacak politikalar uretmek ve yurutmekle yukumludur.yoksa benim yasadigim olayda oldugu gibi hukuksuzluk dogar. Bunun magduru oldugumuz halde sorumlusuymusuz gibi bir hukuksuzlugun bedelini odemek zorunda kaliriz.yorumlarda “soylulastirma”kavraminin sunulus bicimini hep nedense negatif olarak algiladim.halbuki benim yasadigim Paris kentindede bu boyle oldu hep.Sanatcilar meslekleri ve yasama bicimleri geregi daha genis espas lara ihtiyac duyduklarindan sehirin fiyat olarak daha ucuz ama calisma alanlari olarak daha genis ve rahat alanlarina yonelirler cunku bunun baska bir nedenide ekonomiktir.sanatcilarin yerlestigi ve hala mixitesini koruyan bu bolgelere dogal olarak diger sosyo ekonomik kategoriden insanlarda gelirler.bunda negatif bir yan oldugunu sanmiyorum cunku sanatcilar sistemin sorumlusu degil magdurlari olduklari icin bu tur bolgelere yonelmek zorunda kalirlar. ayrica hicbir malsahibi sahip oldugu binayi metruk halde birakamaz yasayanlarin goz zevkide kamunun sorumlulugundadir bunun icinde her bina her on yilda bir temizlenip gerekli tamiratlarla gunun normlarina uygun hale getirimek suretiyle bir kanuni zorunluluk olarak yenilenir.simdi ben bir sosyal demokrat dusunce sistematiginde kedini tanimlayan, tarlabasi kentsel donusum projesinin ortasina dusmus bir sanatci olarak “soylulastirma “ile ilgili bazi yorumlari okudugumda acaba kotu birseymi yaptimda dusunce sistematigime ihanet olarak alglayabilecegim bir restorasyon calismasina esim ve benim 25 yillik emek ve birikimlerimizide katarak rant elde etme cabasi icine girdik gibi sucluluk duygularinada kapilmiyor degilim.Istanbula geldigimizde ben esim ve cocuklarim bu atolye evimizde kalmaktan cok mutluyuz fakat daha daha disariya adiminizi atar atmaz sadece yasayanlarin yoksulluklari ile aciklayamayacagimiz insan olmanin temel gereklerini yerine getiremeyen yada istemeyen birtakim insanlarrin varliklari ilede burun buruna geliyorsunuz. Bana kalirsa insanlar cevrelerine benzeyebildigi gibi yine insanlar cevresine mudahele edip sorumluluk almalidir. yine en birincil insan haklarindan biride yasama ozgurlugu ve guvenliktir.eger bir insan kendi yasamini normal yollardan degistirme cabasi gostermiyorsa, bulundugu olumsuz durumdan baskalarini sorumlu tutmasi bence fazla ahlakli bir tutum degildir.yorum yazan arkadaslarin birde bolgenindirek icinden bir inanin sahitligi dikkate almalarini diliyorum.SEVGILER SANATLA KALINIZ

    Arnaud | 2 Temmuz 2008

  25. Sevgili arkadaşlar kısır bir tartışmanın içine girmişsiniz. Bence yapmamız gereken süreci bilimsel yolla tartışmak olmalıdır. bölgenin ihya edilmesi düşüncesi çıkış noktası olarak doğrudur. fakat bunun nasıl olacağı konusunda yani ilkesel kararları değerlendirdiğimde (koruma kavramı açısından) durumun tam bir fecahat olduğunu söyleyebilirim. koruma-restorasyon, eskilik değerleri, anısal değerleri yani kentin bilinci yok edilip yeni bir kimlik verilmesi söz konusu. “ama aynı cepheleri yeniden yapacaklar” derseniz işte bu sahtekarlık olur (topkapı sarayının aynısını antalyada yapmak gibi bir şey). Aranızda anıtlar kurulu ile iş yapan varmı bilmiyorum ama proje onaylarının ne kadar zor ve yıkılmakta olan binanın yıkılmadan onarılması kararları sürekli verilmektedir. Bu bölgenin neden istisna tutulabileceğini mantığım bir türlü almıyor. bir de bölgenin sosyal boyutu var. fakir halkı dağıtarak, sosyal temizlik yaparak bölgeyi kurtaracağız ama insanları değil. unutmayalım mimarlık insanların (fakir yada zengin ayrımı olmadan) yararına yapılan bir sanattır. bulunan çözüm tek çözüm olamaz halkın katılımı olmadan bulunan çözümler hiç bir zaman doğru çözüm olamaz. sevgiler

    Atilla Cantimur | 9 Temmuz 2008

  26. Anıtlar kurulu şu ana kadar hep parsel bazında restorasyon yaptı. Sizin öneriniz de ada bazında değil parsel bazında restorasyonlar yapılsın diyorsunuz ama bunun ne ekonomisi var, ne ortada finanse edecek bir allahın kulu… Felaket diye nitelenen batının kentlerinde çok uzun zamandır yapılagelen bir uygulama. Türkiyede ilk örnek olduğu için de kimi meslektaşlarımız ve hatta anıtlar kurulunun bir bölümü tarafından çeşitli ve bilimsel olmayan nedenlerle felaket olarak nitelendiriliyor.
    Geçen gün bir korumacı arkadaşla tartışıyorduk. Karaköyün mutlaka değişmesi gerektiğini söyledim. O ise inanılmaz bir savunmaya geçti. Bir sürü bilimsel sav arka arkaya gelmeye başladı. Sustum.
    Dünyada genel olarak uzun zamandır ada hatta daha büyük ölçeklerde yenileme projeleri yapılıyor. Restorasyon evet ama eğer yaşama şansı varsa. Yoksa cumhurbaşkanlığı sarayında önceleri tuvalet yoktu diye kimse Fransa’da Elysee sarayına tuvalet koymamayı, hatta içini iyiden iyiye değiştirmemeyi düşünmüyor. Tıpkı yetersiz büyüklükteki parsellerin sorunun ancak ada bazında çözülebilir olmasındaki gibi. Bu arada Kadırga’da da kentsel yenileme olacakmı? ne zaman olacak biliyorsanız ve de bilgi verirseniz seviniriz.
    Selamlar.

    Aziz Usta | 9 Temmuz 2008

  27. Batıda da yenileme projeleri yapılıyor fakat böyle bir örnek bana söylermisiniz hangi şehirde var. Fransa’daki Elysee sarayını örnek veriyorsunuz ama bizim konumuzla hiç örtüşmüyor. bir tarihi yapıya müdahalenin dozunu konuşabiliriz ama ortadan kaldırılıp taklit cepheler yapılarak oluşturulan binalar için koruma-restorasyon gibi kavramlardan bahsetmek abestle iştigal olur. Elysee sarayının yıkılıp yeniden yapılmasını düşünmüyorlardır herhalde fakat günümüz ihtiyaçlarını da karşılamasını istedikleri için bir takım değişiklikler yapılması kaçınılmazdır bu konuda söylenecek bir laf olduğunu düşünmüyorum.

    Aziz bey size bir soru sormak istiyorum. sizce tarlabaşı’ndaki tarihi binalar için öngörülen restorasyon (bence sözde) metodu türkiye’deki tüm tarihi eserler için uygulanabilir mi? uygulanmayacaksa sizce bir eşitsizlik doğmuyor mu? yani erk istedi diye mantıklı ve uygulanabilir, vatandaş yaparsa olmaz mı denecek? iyi çalışmalar

    Atilla Cantimur | 10 Temmuz 2008

  28. ben söyleyeyim Atilla bey, bir tanesi sadece, Edinburg. halen etap etap devam ediyor. Tarlabaşı örneklerini her madana geçer, zira orada envanter bizdekinden daha iyi durumda ve buna rağmen güncelleme, yeni tasarımla birleştirme, yenileme, yer yer tarihi doku ve cephe gibi ilaveler, yepyeni yorumlar hep beraber yapılıyor.

    burada hemen koruma-restorasyon kavramını kendi anladığımız alana kapatır ve aslnda geçmiş tarihin izlerini ve bütüncül bir şekilde algılanmasını bir tarafa bırakır “mikro düzeyde bir restorasyon cerrahisi” bakış açısıyla konuları değerlendirirsek (bu bakış açısı anıt eserler, 1. grup sivil mimarlık yapıları için kesinlikle geçerli olmalıdır, hiç itirazım olamaz) o takdirde bugün tekrar nasıl yaşatır ve kullanılır hale getiririz sorusuna yanıt bulamayız. Bu soru önemli değil, biz koruyalım ve restore edelim sadece diyorsanız bu görüşe de saygım var ve İstanbul’da bu dediğinizi potansiyel olarak uygulayacak Tarlabaşı gibi en az iki yüz alan var. Ama hep birlikte “neden uygulanamıyor peki” sorusuna yanıt bulmamız gerekir o halde.
    Tarlabaşı bir model ve orası için bence birçok doğruları var. o bölgede Ermeni Okulu misal vermek gerekirse ve Süryani Kilisesi ve çevresindeki yapılar hiç el sürülmeden duruyor. ama tipolojik bir karekteri olmaktan çok ne dışında ne içinde özgünlüğü fizik manada kalmayanlar için (hatta bir harita üzerinde lejant düzeyinde tescilli olup kurulda hiç bir dosyası, rölevesi olmayan binaların) cephelerinin korunması içinde düzenlemeler yapılması, sokak silüetlerinin, parsel çizgilerini koruyan bir yaklaşım var projelerden gördüğüm. bu da niye olumsuz olsun ki? bir de kullanmayı hedeflemesi, kullanıcısı olması (şu anda yüzde itibariyle yarısına yakını boş) kentle bütünleşme çabaları yanlış birşey midir?
    yıllarca “korumacı” görünen yönetimler, kurullar, meslek odacıları gördüm. ama manzara ortada. İstanbul ortada, bütün ülke ortada. dediğim gibi bu modellerden biri, (heryere bundan uygulansın falan denebilir mi?) daha başarılı hale gelmesi için de birşeyler söyleyebiliriz sanırım. ve bence bu yönde hem eleştiriye ihtiyacı var ama ondan daha önemlisi bu deney sonrasında bu ülkenin mimarları olarak çok daha yeni yollar deneyecek, bunlar üzerinde konuşacak somut verilerimizde olabilir.
    saygılarımla

    ferhan deniz | 10 Temmuz 2008

  29. Tabi, size değişiklik olsun diye bu sefer Danimarka’daki örnekleri vereyim: Halen 7 proje devam ediyor bunlar: Doğu Aalborg, Tøjhushaven/Randers, Güney batı Kolding, Avedøre Stationsby/ Hvidovre ve Holmbladsgade alanı, Kongens Enghave ve Kopenhag’da kuzeybatı bölgesi. Bu bölgelerin tamamı sosyal sorunların yaşandığı bölgeler. Buna ilaveten trafik, kamusal mekanların yeterince kullanılamaması, binaların durumu….gibi sorunları var.
    Bunlara ilaveten beş yeni proje de başlamış durumda: bunlar: Vollsmose bölgesi/Odense, Vestbyen /Horsens alanı, Broendby Strand/Broendby,Noerrebro Park-alanı ve Kopenhag Kuzeybatı alanında yeni projeler. Internetten de tüm bu projelere oldukça detaylı bilgiler almak üzere ulaşabilirsiniz.
    Eğer arzu ederseniz diğer ülkelerden örneklerle de devam edebilirim bizim Tarlabaşı da batıda çok uzun süredir uygulanan yöntemlerden birisiyle yapılmakta. Örnekler çok liste de çok uzun. Aslında keşke ülkemizde de bu örneklerin topluma sunulması ve tartışılmalarının sağlanması gerçekleşseydi. Bütün gördüğüm “sen şusun” diye yapılan pek akıllı olmayan saldırılar. Halbuki bu deneyimlerden çıkartılacak o kadar çok ders var ki. Ülkemizde bu kör saldırıları yüzünden mimarlığın önü gerçekten kapalı.
    Geçen seçimlerde MİM grubunun sloganını yani MİMARLIĞIN ÖNÜNÜ AÇIN sloganını ben bu anlamda bir çıkış bir ümit olarak gördüm ama abuk sabuk karşı saldırılar, oda çevresinde oluşan menfaat birlikleri bu durumun yeteri kadar anlaşılmasına olanak vermedi.
    Eğer salt ideolojik sloganlarla bu işleri yapabileceğimizi zannediyorsak, yada bu işi ancak ben yaparım anlayışı ile herşeyi sabote etmeye hazırsak en iyisi biz birkaç nesil daha akıllanana kadar bu konulara girmekten vazgeçelim. Geçen seçimlerde çok önemli bir saptama vardı: “ortak akıl tutulması”. Bunu mutlaka aşmamız lazım. Kültürle, bilgiyle, cesaretle, sorgulamayla, özgür düşünceyle… mimdap’a sadece bunun için bile sonsuz teşekkürler.
    Saygılarımla.

    Azmi izmirli | 10 Temmuz 2008

  30. Eğer bir şeyi yapıyor yapıyor ve hala sorunu çözemiyorsanız yaptığınız şeyin kendisi sorundur.Benim ülkemizin korumacılık politikaları için düşündüğüm bu. Şu ana kadar o kadar çok bürokrasiye rağmen bütün kentlerimizi kaybettik. (Doğan Kuban hocayı anımsamamak mümkün değil) Demek ki işe yöntemden başlamak lazım. Ben Elysee sarayını en uç örnek olarak verdim. Tarihi dokunun ayakta kalmasının birinci şartı yaşaması, yaşamasının da birinci şartı kullanılması. Yani siz bir cumhurbaşkanı da olsa wc’ye gidemiyorsa o bina bir saray da olsa onu orada kimse tutamaz. Eğer o oradan giderse de o bina çöker. Çünkü binalar insanlarıyla yaşarlar.
    Ben Azmi Beyin önerisine katılıyorum. Hemen bu konunun nasıl Türkiye geneline yansıtılacağının tartışmalarını yapmaya başlamalıyız. (olumlu anlamda) bütün yönetmeliklerimizi değiştirmeliyiz. Kurullarımızı değiştirmeliyiz. Finansman modellerimizi değiştirmeliyiz. Örgütlenme modelleri oluşturmalıyız. (Yapacak çok işimiz var onu farkettim) Böylece tekil bina sahibi vatandaşın da bu yeni yenileme kavramından parsel bazını aşan ölçeklerde yeni modellerle yararlanmasını ve kültür dokularımızdan kalanların ayakta kalmasını sağlayabiliriz. Başkaları böyle yapıyor biz niye yapamayalım.
    Selamlar.

    Aziz Usta | 10 Temmuz 2008

  31. Atilla bey, özür dilerim, ben Tarlabaşı projesinde taklit cephe görememiştim. Acaba bir binanın yıkıldıktan sonra aynı cephe ile yapılmasını mı taklit olarak kastediyorsunuz? Açıklarsanız sevinirim.
    Günümüzde karbon elyaflı desteklemeli teknikler var yıkılmadanda askıya almak mümkün. Belki ona yönlendirme olurdu.

    Aziz Usta | 10 Temmuz 2008

  32. Tarihi bir eserin yokedilirek aynısının (bizde genellikle bütün oranlar bozularak yapılıyor yani takliti bile beceremiyoruz) yeniden yapılmasını taklit diye tanımlıyorum. ortaya çıkan eser ne kadar güzel olursa olsun, ne kadar kullanılır olursa olsun artık o eser eskisi değildir ve kent anısal değerlerinin katli anlamına gelir.

    Atilla Cantimur | 21 Temmuz 2008

  33. ferhan deniz arkadaşımız “yıllarca “korumacı” görünen yönetimler, kurullar, meslek odacıları gördüm. ama manzara ortada. İstanbul ortada, bütün ülke ortada” diye bir cümle kullanmış ben de bu yorumu gülerek okudum. acaba korumacılar mı sorumlu istanbul’un hatta türkiye’nin bu hale gelmesinden yoksa korumanın anlamını dahi bilmeyen yöneticiler mi? savunduğunuz fikirleri doğru temele oturtunuz lütfen. tarihi alanların ihyasına evet talanına hayır dediğim için mi istanbul’u bu hale getirenler korumacı oluyor? siyasi fikirlerinizin veya başka bir konuda yakınlığınızın olduğu insanların her yaptığını doğru kabul eden insanlardan olmayalım lütfen.

    Atilla Cantimur | 21 Temmuz 2008

  34. Atilla bey,
    Türkiyenin koruma politikaları var. Bu politiklar da yirmi otuz yıldır tüm şiddeti ile uygulanıyor. Neyin doğru neyin yanlış olduğuna ulusal ölçekte kararlar veriliyor isimlerine de ilke kararları deniyor. Sonuç ortada. Bence durumu en güzel anlatan örnek Kayserili Ahmet Paşa Sokağı ile Kirazlımescit sokağı ilişkisi. Bildiğiniz gibi anıtlar kurulu birinci sokaktaydı ikinci sokak da bir yirmi yıl öncesine kadar dünyanın en güzel sokağıydi. Yirmi yıl sonra kurul artık burada değil taşındı. Kirazlımescid de dünyanın en çirkin harabelerinden birisine dönüştü. Eğer sorumlular arasında kurulları da görmüyorsanız ve hala sadece yöneticilerle açıklamalar yapmak istiyorsanız bunu ancak “yakınlığınız olan insanlarla” kurduğunuz ilişkilerle açıklayabiliriz.
    Türkiye’nin tarihi dokularını kaybetmesinde birinci derecede sorumlular politika üretmeyen yada yanlış politiklaar üretenler yani politikacılara yol gösterenlerdir.
    İkinci yanılgınız Tarlabaşı gibi dokuların mekan niteliklerinin harabe durumundan geldiğini düşünmeniz. Bu dokuların hiçbirisi yapıldıkları dönemlerde harabe değillerdi. Yapıldıkları dönemlerdeki görünümleri de şu an eleştirdiğiniz projelerdeki gibiydi. Eğer pisliği, kirliliği, terkedilmişliği bir nitelik olarak görürseniz zaten koruma yapamazsınız çünkü bunlar koruması yapılabilecek kavramlar değildir.

    Mustafa Mutlu | 21 Temmuz 2008

  35. Beni bu sütunlarda çok rahatsız eden bir şey var. İnsanların birbirlerinin üzerine kolayca etiket yapıştırmaları. Bir bölüm insanın varsayımları Tarlabaşı projesiyle bir menfaat ilişkisi olanların bu projeyi savundukları şeklinde. Halbuki Avrupa bu tür projelerle kaynıyor. Ve karşı olanlardan çok taraftar buluyor bu tür projeler. Bu tür suçlamalar çok kolay. Ne olacak işte Mustafa Bey de aynı silahı çevirip kullanmış. Kurullarla iş yapanlarla, mevcut düzenden nemalananlarla (nedense oda seçimlerinden beri bozuk düzeni savunmak devrimcilik oldu) eş tutmuş. Bence çok haklı. Çünkü bu varsayımın arka planı çok korkunç: insanları frenkçesi ile entegre olmamakla suçluyorlar. Yani siz diyorlar şeytanın avukatlığını yapıyorsunuz. Halbuki sonuç olarak ortaya çıkan Türkiye manzarasının da “şeytanın” işi olduğunu görmüyorlar. Halbuki Atilla Beyin savlarını çürütmek o kadar kolay ki. Sadece bu yapıların hiçbirisinin pis, bakımsız, yıkılmak üzere oldukları için güzel olmadıklarının altını çizmek bile yeterli. Eğer kalan “anı izlerinin” (Ruskin) korunmasının savunulması ise bu projeler zaten onu bir şekilde sağlayacaktır. Bu bir politika değil bir yapı detayı sorunudur.

    Azmi İzmirli | 21 Temmuz 2008

  36. ben sadece görüşlerimi yazdım. siz “var mı çağdaş dünyada böyle uygulamalar” diye sordunuz ben de var olanları söyledim. sonrada yaşadığımız süreci yorumladım. ama Atila bey “bir tarafa yakın” olmakla kolayca suçlayıvermiş. ayrıca “korumacılık cerrahisi” ve anıt eserler konusunda size hak da veriyorum.
    siz çağdaş dünyada “var mı” diyorsunuz, ben “var” diyor ve isim veriyorum. ancak Edinburg yenilemelerine yanıt değil bir başka manidar durum ortaya çıkarmayı yeğliyorsunuz.
    bunlar farklı yaklaşımlardır.
    saygılarımla

    ferhan deniz | 21 Temmuz 2008

  37. Sanat tarihi kuramcısı Panofski özellikle mimari eserde kaliteyi oluşturan içerikler arasında “yaşanmışlık” izlerini de sayar. Bence bu anı izleri iki yönlü değerlidir. Birincisi kendi kişisel tarihlerimizle özdeşleşmelerinden, ikincisi ise kendi başlarına kattıkları değerlerden. Yani tıpkı el dokuması fabrika dokuması karşılaştırmasındaki gibi “hatalar” da birer nitelik jenaratörüdürler. Burada üst üste gelmiş çok sayıda anı dönemi bulunmaktadır. Beyoğlunun bir nitelik alanı olduğu dönemler. Özellikle devlet tarafından niteliksizleştirildiği dönemler, dalanın yıkım dönemleri, arabesk dönemler, günümüzün terkedilmişlik tarafından şekillenen dönemleri….Bu anı izleri sayın Atilla beyin düşündüğünün aksine birbirleri ile çelişme durumundadırlar. Yani günümüz Tarlabaşısı geçmişin Tarlabaşısı ile savaş halindedir. Onun izlerini silmekte, tahrip etmekte hatta yoketmektedir. Semtteki çoğu mal sahibi kentin merkezinde bir modern apartman, iş hanına sahip olmanın beklentisiyle hareket etmektedirler. Bu da bireysel açıdan bakıldığı zaman anlaşılır. Ancak farklı bir Tarlabaşı anı izi talep eden kamunun beklentilerinden bu bireysel beklentiler ayrışmaktadır.
    Bu projeler “denge kavramı” etrafında şekillenmektedir. Yani kamunun beklentileri ile bireysel beklentiler arasında denge kurmayı bir gerçekleştirilebilirlik koşulu olarak görmektedirler. Gördüğüm kadarı ile Tarlabaşı üzerinden yürütülecek bir ideolojik savaş baştan kaybetmektedir.
    Hele pislik temizlik meselesi doğrusu korumacılığın bu boyutu beni çok şaşırttı. Hiç düşünmemiştim. Anladığım kadarıyla restitüsyonu da artık reddetmeye başladık. Restorasyonu reddetmenin de eli kulağındadır artık. Böylece korumacılık adına yoketmecilik bütün boyutlarıyla tamamlanmış olur.
    Ne diyelim hayırlısı.

    Yilmaz Kuyumcu | 22 Temmuz 2008

  38. oncelikle gercekten bolgenin bu kotu projeyle ruhunun tamamen kayboldugunu gordum bunun icin imar olmaya gerek yok.o bolgede bina sahibi olan biri olarak bunu reddediyorum …
    ben kendi binami kendim yapmak istiyorum bunun yaninda yardim yapilirsa ya da kolayliklar budur hizmet milletin elinden ev almak degil
    ben restorasyon karsiti degilim ama restorasyon boyle olmaz

    ezgi | 11 Aralık 2008

  39. öncelikle bu proje amacı dışında kullanılıyo ilk amaç mevcud mülk sahiplerini madur etmemek kaydıyla projeye evet ama yapılan ihale yüzde 42 ile katkarşılıgı verildi ihaleden sonra belediye ve şirket yetkilileriyle yapılan görüşmelerde bügünekadar yapılmamış degerleme dedikleri bi usulle anlaşmaya çalışıyorlar kamulaştırma kanunu yanlarına aldıkları için dedigim dedik ya anlaşırsınız yada kamulaştırırız işin en üzücü olan yanıysa belediye yetkilileri şirketin emlak yetkilileri gibi davranmaları şimdi size teklifleri sunucam örnek olarak 81 metrekarelik 5 katlı bir binanın yerine 4 kat otopark 3kat iş merkezi 1 kat sıgınak 6 kat ofis katı yapacaklar toplam 1130 metrekare inşaat bunun sadece120 metrekaresini mevcud mülk sahibine veriyorlar şimdi bunun adı kentsel yenileme mi yoksa kentsel soykırımmı çünkü insanları sahip oldukları mülklerinden edersende bunun adı soykırımdır yanlışmı sizce

    ejder | 26 Şubat 2009

  40. bu projenin bi benzerini ben de belediyenin bu işle ugraşan bütün şahısları için teklifim var sizlerin sahip oldugunuz mülklerinize bizlere yaptıgınız tekliflerle bende size teklifte bulunuyom kabul etmezseniz sizlerin çıkarcı oldugunuzu düşünücem insanların barınma haklarını ellerinden alamazsınız çünkü devran döner sizlerinde elinizden barınma hakkınız alınır adalet herkese lazım olacaktır kanunu kendi çıkarları için kanununsuzluk olarak kullananlar YÜCE ALLAHIN ADALETİ KARŞISINDA NE YAPACAK dünyadada ahirettede hak yemenin ne kadar kötü oldugunu insanlar bilicek hele bide İMAM ÇOCUGU OLUPDA HAK YEMENİN affı olmaz çünkü sen bu hakkın ahırlıgını bile bile midene indirdin ama hazmı o kadar kolay olmaz alın teriyle kazanılmış ALLAH BUNU YAPANIN YANINA KAR KOYMAZ saygılar ben silahlı bi hırsızdan korkmam ama kıravatlıdan korkarım çünkü kanunu kendine ğöre yoruyorlar

    ejder | 26 Şubat 2009

  41. kızılay

    çağlan | 22 Mart 2009

  42. Hafızası olmayan bir toplum! ohh ne güzel. yık yerine yenisini yap. turistlere bir sorun bakalım istanbul’a neden geliyorlar diye. sizin yeni binalarınızı mı görmek istiyorlar yoksa tarihi binaları mı görmeye geliyorlar? İstanbul’un bacasız sanayisini yok edersek güzel güzel yeni binalarımızda başbaşa otururuz artık. Allah ıslah etsin hepimizi.

    Atilla Cantimur | 22 Nisan 2009

  43. önemli projelerden biri ve belli bir örnek oluşturacak nitelikte. uygulama hem bazı soruları açmış olacak hem de bizim ülkemeizde yenileme nasıl yapılır pratiğine deney kazandıracak.

    nesrin altop | 10 Temmuz 2010

  44. bence çok güzel ve yerinde ..ülkemizin en güzel ve en çok turist çeken şehrinde böyle yeniliğe dönük projeler (restorasyon) beni sevindiriyor…

    yigit sun | 24 Ocak 2011

  45. YİYİN AGALAR BEYLER EFENDİLER YİYİN BEN BEYOGLU BELEDİYESİNE VE BU PROJENİN SORUMLULARINA HAKKIMI HELAL ETMİYORUM BİNA SAHİPLERİNİ VE KİRACILARI HİÇKİMSEYİ MADUR ETMEME SÖZÜ VERMİŞTİNİZ YAZIK HEMDE ÇOK YAZIK NERDE VERDİGİNİZ SÖZLER NERDE CVP VERİN . CEMAL ALPAT 22 KASIM 2012

    CEMAL | 22 Kasım 2012


Yorum yazmak için


  Avustralya’nın Melbourne kentindeki Penleigh ve Essendon Gramer Okulu’ndaki (PEGS) Müzik Merkezi, McBride Charles Ryan’ın (MCR) PEGS Kampüsleri genelindeki bir dizi girişiminin bir parçasıdır. 

Copyright © 2024 All Rights Reserved | Mimdap.org