ERBATUR ÇAVUŞOĞLU / Birgün
Neyzen’e sormuşlar: “Çalınca mı zevk alırsın, zevk alınca mı çalarsın?”. Neyzen hemen cevabı yapıştırmış, “Maliye Bakanı mıyım ki çalınca zevk alayım?”

Kamuoyunun gündemindeki servet beyanı tartışmalarında gizli özne yine kent rantları oldu. Unakıtan’ın boğazdaki kaçak villaları, Baykal’ın imar planı değişikliğiyle rantı artan büyük arsaları gibi konular karşılıklı suçlamalarla konu edildi. Hatırlayacaksınız, Başbakan’ın kaçak yapıları da bir dönem epeyce tartışılmıştı.

Üretmeyen, keşfetmeyen, geliştirmeyen; onun yerine çalıvermeyi tercin eden, kolaycı, köşe dönmeci bir anlayışın nasıl da genelleşip, her köşemize sindiğinin açıkça görülebileceği bir anahtar kavram “kent rantları”.

Hızlı bir Türkiye kentleşmesi’ özeti yapacak olursak; bir dönem milli burjuvazi yaratmak için epeyce desteklenen Türkiye’nin sanayicileri de 1950’lerden itibaren ve 1980’den sonra giderek yatırımlarını daha kârlı alanlar olarak gördükleri kent çeperlerindeki arsalara kaydırmışlardı. Yeni kentlilere önce arsa, sonra inşaat malzemesi, ardından dayanıklı ve hızlı tüketim malları satarak zenginleşen, yenikent-lileri evde ve işyerinde ucuz emek gücü olarak kullanan sermaye kesimi sahip oldukları medyalar aracılığıyla bu yeni kentlileri işgalci, rantçı, kıro, hanzo vb şekilde yaftalamayı da ihmal etmemişti.

İstanbul büyüme eşiklerinin ucuna gelip dayanınca ve küresel sermaye de işin içine girince, bu işgal alanlarının dönüştürülmesi de kaçınılmaz öncelik oldu. İstanbul şimdi bu dönüşüm projeleriyle çehre değiştiriyor, kent rantları ise tahayyül sınırlarını zorlayacak eşitsizlikler yaratmayı sürdürüyor.

Türkiye’nin hızla kalkındığı, İstanbul’un bölgesel roller üs tlenmeye aday bir küresel metropol kente dönüştüğü söylemi pek revaçta. Ancak küçük girişimciden büyüğüne, politikacısından spor kulüplerine, yerel yönetiminden çeşitli bakanlıklara, merkezi hükümete kadar tüm aktörlerin kent rantlarını kullanarak zenginleşme yoluna gittiği bir ülkenin hızla büyüdüğü ve kalkındığı tezlerine inanmak naifliğin ötesini gerektiriyor. Reel anlamda tarımda, sanayide, hizmetlerde üretmemiz gerekiyor, bunların nasıl olacağına dair düşünce ve karar üretmemiz gerekiyor, yaşadığımız coğrafyanın siyasal hoyratlığında hoşgörü, sevgi, eşitlik ve barış üretmemiz gerekiyor.

Düşününce efkârlanıyor insan. Bu can sıkıcı konuları unutmak için yine Neyzen’i dinleyip “Gam ile değil dem ile bizim işimiz” diyecek oluyoruz, oluyoruz da; “son dönemlerin zam şampiyonu yeni bir rekor kırdı mı acaba?” kaygısıyla kol kola yürüyoruz köşedeki Tekel’e doğru. Bize daha çok nefes lazım…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir