Söyleşiyi yapan: Seval KALKAN

Kırsal kesimlerden kentlere büyük bir hızla yaşanan göç, yapı ihtiyacını hızlı bir şekilde artırıyor ve çevrecilik çok geri plana atılıyor. Geleneksel tasarım yaklaşımları unutuluyor, suni malzemeler üretiliyor. ‘Sürdürülebilir Mimarlık’ın yazarı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Görevlisi Ayşin Sev; “Daha fazla ürün vermesi için tohumların genetiğiyle oynanıyor, sentetik kumaşlar etrafımızı sarıyor, yapı sektöründe de benzer karmaşaları ve yozlaşmayı görüyoruz. Bunun sonucunda dünyamızın geleceği tehlikeye giriyor, yapılar çevreye zarar vermeye başlıyor. Ve bu zararın farkına ancak yakın bir geçmişte varılabildi” diyor.

Aysin-Sev-1Ayşin Sev, üniversite eğitimini tamamladıktan sonra, yüksek yapılar üzerinde uzmanlaşacak şekilde yüksek lisans ve doktorasını yapmış. Yüksek yapılar üzerine çalışırken, ‘sürdürülebilirlik’ kavramı dikkatini çekmeye başlamış…

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde 12 senedir öğretim üyesi olarak görev yapan Ayşin Sev, bugün ‘sürdürülebilir mimari’ kavramıyla gündeme gelen bir akademisyen. Aynı zamanda YEM Yayınları tarafından yayınlanan ‘Sürdürülebilir Mimarlık’ isimli kitabında ‘yapılarda sürdürülebilirlik’ konusunu detaylı olarak ele alan bir yazar… Kendisiyle ‘sürdürülebilir mimari’ ve ‘sürdürülebilirlik’ kavramları üzerinde geniş bir sohbet imkânımız oldu.

‘Sürdürülebilir mimarlık’ kavramının bu kadar ilgi görmesinin sebebini açıklar mısınız?

‘Sürdürülebilir mimarlık’, aslında yeni bir moda değil; çok eski dönemlerde mimarlık mesleğinin, hatta insanların barınma, tapınma ve diğer ihtiyaçları için mimari ürünler ortaya koymasıyla başlayan bir kavram. Peki, bunun tanımı neden yakın bir geçmişte yapıldı? İnsanoğlu, var olduğu ilk dönemlerde, yapılarını o günün ihtiyaçlarına göre ve yerel malzemelerle yaptığına göre çevreye zarar vermek gibi bir kavram da yoktu. Ama günümüze yaklaştıkça, toplumsal faaliyetler çeşitlilik kazandı, yapıların fonksiyonları karmaşıklaştı konfor adına insan beklentileri arttı. Sanayileşme süreciyle insanlar kırsal kesimlerden kentlere büyük bir hızla göç ediyor, dolayısıyla yapı ihtiyacı hızlı bir şekilde artıyor ve çevrecilik çok geri plana atılıyor. Geleneksel tasarım yaklaşımları unutuluyor, suni malzemeler üretiliyor. Nasıl tarım sektörü, tekstil sektörü gibi pek çok alanda yozlaşma varsa, örneğin daha fazla ürün vermesi için tohumların genetiğiyle oynanıyor, eskiden sadece doğal kumaşlar giyerken, şimdi sentetik kumaşlar etrafımızı sarıyorsa, yapı sektöründe de benzer karmaşaları ve yozlaşmayı görüyoruz. Bunun sonucunda da elbette geleceğimiz, dünyamızın geleceği tehlikeye giriyor, yapılar çevreye zarar vermeye başlıyor. Ve bu zararın farkına da ancak yakın bir geçmişte varılabildi. İşte ‘sürdürülebilir mimarlık’ kavramının da günümüzde bu kadar ilgi görmesinin nedeni, bu çevresel zararların tepe noktasını bulmuş olmasıdır.

Bu zararın farkına nasıl varılıyor?

Küresel ısınmayla doğa alarm vermeye, başta petrol olmak üzere doğal kaynakları tükenmeye başlıyor; petrol savaşları çıkıyor, susuzluk hızla zirveye tırmanıyor. Bakınız son günlerde sokaklardaki afişlerde 2025 yılında üç kişiden ikisinin susuzluk çekeceği yazdığı dikkatimi çekiyor. Bu ne kadar ürkütücü bir durum… Geleceğimiz, büyük bir tehdit altında. Bir an önce ciddi önlemler alınması gerekiyor. Yoksa bugün başlayan sorunların çok daha büyüğünü bizden sonraki nesiller yaşayacak.

Aysin-Sev-3

Nedir ‘sürdürülebilirlik’ kavramı? Biraz açabilir misiniz?

Sürdürülebilirliği sadece mimarlık açısından değil de çok genel olarak tanımlamak istersek; bugünün gereksinimlerini gelecek nesillerin de ihtiyaçlarını dikkate alarak karşılamak, kaynaklarımızı duyarlı kullanmak, çevreye zarar vermemek, atıklardan kaynak oluşturmak, gelecek nesiller için yaşanabilir bir dünya bırakmak şeklinde özetleyebiliriz. Bu kavram, çoğu zaman ekolojiyle özdeşleştirilmekte, ancak ekoloji bunun sadece bir ayağını oluşturuyor. Çevresel ve ekonomik ayakları da var sürdürülebilirliğin. Ben, mimar olarak kendi faaliyet alanımdan örnek vermek istiyorum. Bir yapıt ortaya koyarken, birtakım ekolojik tedbirler alabiliriz; örneğin yeni teknolojileri kullanabiliriz enerji korunumu adına… Ama bu teknoloji, bizim günlük kullanım alışkanlıklarımızla uyum sağlamıyorsa, kullanımı çok güç ve pahalı ise bu durumda ‘sürdürülebilirlik’ söz konusu olamaz. Söz konusu teknoloji, uzun süre varlığını sürdüremez. Çünkü o kültürün ihtiyaçlarını karşılayamaz. Ayrıca meydana getirdiğimiz yapıtı ekonomik olarak gerçekleştiremiyorsak, yapımı için çok büyük harcamalar gerekiyorsa, yine ‘sürdürülebilir’ olamaz. Kısacası bir yapının ‘sürdürülebilir’ olması için bu kavramın üç ayağa birden oturması gerekiyor. Bu ayaklar; çevresel, ekonomik ve ekolojik ayaklardır…

Yüksek yapılarla ‘sürdürülebilirlik’ kavramını nasıl bağdaştırıyorsunuz?

Aslında tepkiler aldım bu konuda… ‘Sürdürülebilir mimarlık’, ‘ekolojik mimarlık’ denilince, yüksek yapılar, bu konunun tamamen dışında gibi algılanıyor. Bu kavramı iki kulvarda ele alıyorum ben: Birincisi, ‘geleneksel yapılarda sürdürülebilirlik’, ikincisi de ‘çağdaş yapılarda sürdürülebilirlik’. Ben, ‘çağdaş yapılarda sürdürülebilirlik’ üzerine gittim. Çünkü bugün büyük şehirlerdeki modernleşme süreci içinde yüksek yapılar kaçınılmaz nitelikte… Ama yüksek yapılar, aynı zamanda çevreye çok zarar veriyor; gerek şehircilik açısından, gerek kaynak tüketimi açısından gerekse insan sağlığı açısından… Bugün yüksek bir binada çalışan, yaşayan ve rahatsız olmayan bir insan yok gibi. Bu yapılar ne kadar ‘sürdürülebilir’, olumsuz etkilerini ne kadar azaltabiliriz, bunu araştırmak lazım. Elbette bu etkileri sıfırlamak mümkün değil, ama ne kadar azaltırsak, çevre ve insan sağlığı adına o kadar yarar sağlamış oluruz diye düşünüyorum. Daha sağlıklı ve çevresel açıdan daha az zararlı yapılar yapmalıyız ve gelecekte de var olmak istiyorsak, bu kavramı gündemde tutmalıyız.

Aysin-Sev-4300 yıl önce yapılan bir yapı bugün hâlâ kullanılabiliyorsa ve çevreye zarar vermiyorsa, bu sürdürülebilir mimarlığa uygun bir yapı mıdır? Mesela 300 yıl önce fabrika olarak yapılmış bir yapı biliyorsunuz müzeye dönüştürülebiliyor. Bu ‘sürdürülebilirlik’ ile çelişen mi, yoksa örtüşen bir durum mu?

Hayır, burada bir çelişki yok. Böyle bir yapıya ‘sürdürülebilir’ diyebiliriz. Çünkü sürdürülebilirliğin içinde fonksiyonu değiştirerek yeni fonksiyonlara adapte olmak da var. O yapı yıkılmamış, doğaya atık olarak terk edilmemiş, yani doğaya zarar vermemiş. Bununla beraber yeni fonksiyonunu sağlamak için tekrar doğal kaynak tüketilmesini engellemiş ya da azaltmış… Bu durumda yeni bir müze yapmak yerine niye eski fonksiyonunu tamamlamış, uygun bir yapıyı yeniden kullanmayalım? Fonksiyonunu tamamlamış bir fabrikayı ihtiyaç varsa müze olarak işletebiliriz. Bunun çok örneği var dünyada. Eski hangarlar, tren garları, belediye binaları müze olarak çalıştırılabiliyor. Örneğin benim çalıştığım üniversite binası, eskiden sarayken, şu anda eğitime açılmış bir yapı. İhtiyaca ne kadar cevap verdiğini tartışabiliriz. Ama belli bir ölçüde karşılıyor ya…

Peki, ‘sürdürülebilirlik’ kavramını yeşille özdeşleştiren nedir? Kitabınızın kapağı da yeşil, bunun bir anlamı var mı?

Aysin-Sev-2

Yeşil renk, tabii ki doğayı simgeliyor. Aslında kitabın kapağında yeşille birlikte mavinin de olmasını istemiştim, gökyüzünü simgelemesi açısından; ama önüme böyle bir tasarım çıkınca, çok da hoşuma gitti; sonsuzluğu simgeleyen bir grafik tasarım… Sonsuzluğa kadar var olmayı simgeliyor. Burada bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum. Çevresel sorunları gelişmekte olan ülkeler açısından dikkate almak gerekiyor. Çünkü günümüzdeki sorunların kaynağı, büyük oranda gelişmiş ülkeler, sanayi toplumları… Bunun sonucunu ise tüm dünya birlikte yaşıyoruz. Avrupa ülkelerini çok konunun içine sokmuyorum, çünkü ekoloji ve çevre konusunda eskiden beri duyarlılar. Örneğin Almanya, bu konuya dikkati çeken, hareketi başlatan ilk ülkelerden biri. Çok da adını koymadan, reklam yapmadan bu konuya önem veren, çevresel duyarlılığı ön planda tutan ülkelerden. Geliştirdiği enerji etkin teknolojilerle, ekolojik yapı uygulamalarıyla, güneş enerjisi sistemleriyle, çevreci cephe sistemleriyle bunu açıkça görebiliyoruz.

Aysin-Sev-5Nedir çevreci cephe sistemleri, örnek verebilir misiniz?

Gereksiz enerji tüketimini engelleyen, başka bir deyişle enerjinin verimli kullanılmasını sağlayan cephe sistemleri, çevreci sistemlerdir. Başka bir deyişle iç mekânda sağlık ve konfor şartlarını sağlarken, enerji tüketimini de en aza indirirler. İleri teknoloji ürünü camlar, çift kabuk sistemler, güneş kırıcılar… Buna ek olarak güneş, rüzgâr gibi doğal kaynaklardan yapıların bir kısım enerjisini üreten cephe sistemleri de söz konusu, ancak bunlar araştırma-geliştirme aşamasında olduğu için henüz yaygınlaşmış değil. Ama uygulama örneklerini de görmeye başladık. Bir cephe sisteminin çevreci olabilmesi için en azından istenmeyen ısı kazançlarını ve kayıplarını en aza indirmesi, aydınlatmada doğal ışıktan en üst düzeyde yararlanmamızı sağlaması gerekir.

Mesela İkinci Dünya Savaşı sonrasında, 1950’lerde modern mimarlık döneminde başlayan ve günümüze kadar uzanan bir cam giydirme cephe modası var. Bu sistemler ilk çıktığı dönemde ekonomik bir çözüm olması ve uygulama kolaylığı açısından, çok yaygın olarak uygulanmış. Ve halen uygulanmakta. Ama zamanla cam giydirme cepheli yapıların büyük enerji tüketimine sebep olduğu anlaşılmış. Sıcak mevsimde binalar çok ısınıyor, soğutmak için iklimlendirme sistemlerinin yükü artıyor. Kış aylarında ise ısı kaybı artıyor, dolayısıyla ısıtma yükü artıyor. Enerji giderlerini azaltmak için neler yapılabileceği araştırılıyor ve zaman içinde detaylandırma ve camlama teknolojileri gelişiyor. Örneğin kaplamalı camlarla güneş ışığı aydınlatma amacıyla büyük oranda içeri alınırken, güneşin ısıtma etkisi belli bir oranda önlenebiliyor.

Çift kabuk cephe tasarımlarının da gerek iç mekân konforu gerekse enerji tüketimi açısından yarar sağladığı söyleniyor. Gerçi bu konuda halen bilimsel araştırmalar ve deneyler sürüyor ve sağladığı yararlar konusundan araştırmacılar hemfikir olmuş değiller. Aynı zamanda maliyetleri de çok yüksek bu cephe sistemlerinin. Bu yüzden iyi araştırma yapmak ve birkaç defa düşünmek gerekiyor karar alırken. Ama pencereleri açılmadığı için kullanıcılarının hiç doğal hava alamadığı bir yapıyı düşünün. Bu durumda enerji etkinliğinin yanı sıra doğal havalandırma da sağlayabilen çift kabuk cephe sistemlerinin yararı inkar edilemez.

Aysin-Sev-6

Peki, ‘sürdürülebilirlik’ kavramı konusunda başka ne tip çalışmalar yapıyorsunuz?

Ben, aslında bu aşamada ‘sürdürülebilirlik’ kavramını öğrencilerime ve çevremdeki herkese anlatmayı, bunun ilkelerini yaşam tarzı haline getirmelerini sağlamayı kendime görev edinmiş bulunmaktayım.Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde ve Yeditepe Üniversitesi’nde ‘yapı teknolojileri’ üzerine eğitim veriyorum. Ayrıca ‘sürdürülebilir mimarlık’, ‘enerji etkin yapılar’ ve ‘yüksek yapılar’ üzerine dersler veriyorum. Yapı derslerini verirken, geleneksel kalıpların dışına çıkarak her fırsatta konuyu ‘sürdürülebilirlik’ kavramı açısından ele almaya çalışıyorum ki, geleceğin mimarlarının kafasına iyice yerleşsin bu kavram. ‘Sürdürülebilir mimarlık’ konusu öğrenciler arasında oldukça ilgi gördü. Bazı öğrencilerim, mezun olduktan sonra sadece bu konularda eğitim veren bir bölümde lisansüstü eğitim almak için yurtdışına gitti. Sanırım, bunda benden aldıkları derslerin büyük etkisi oldu. Tabii gitgide bu konuya ilgi daha da artacak. Bugün güncel ya da ‘moda’ bir kavram, ama birkaç sene sonra sıradan bir kavram haline gelecek… İşte o zaman geleceğimizin büyük ölçüde güven altına alınmış olacağını umuyorum.

‘Sürdürülebilir mimarlık’ konusunu kitap haline getirmeye nasıl karar verdiniz?

Aysin-Sev-7Ben, ‘sürdürülebilir mimarlık’ konusundaki araştırmalarımı yaparken, çok sınırlı sayıda Türkçe kaynak olduğunu gördüm; çoğunlukla yabancı kaynaklardan yararlandım. Bu konuda araştırma yapıp, bilgilerimi öğrencilere aktardıkça, öğrenciler, “Bu dersin notları yok mu? Yararlanacağımız Türkçe kaynak bulabilir miyiz?” diye sormaya başladılar. Bizde üniversite eğitimi yaparken, Türkçe literatürden çok yabancı literatüre rastlarsınız; üstelik yüksek lisans ya da doktora yapıyorsanız, işiniz daha da zor. Tezlere ulaşmak zordur ve tezler bilimsel bilgi verir. Bu kadar araştırma yapmışken, bunu bir kitaba dönüştürmek ve Türkçe bir yayın olarak yayınlatmak gerekir diye düşündüm. Hem meslektaşlarım hem de öğrencilerim için… Çok da ders kitabı gibi olsun istemedim. Profesyonel olarak bu mesleği yürütenler de bilgi edinsinler istedim; hatta benim mimar olmadığı halde bu kitabı alıp okuyan arkadaşlarım var. Mimar olmasa da her insan bir binada yaşıyor, çalışıyor, binalarda eğitim alarak büyüyor, çocuğunu okuması için yine bir binaya gönderiyor. Hepimizin ömrünün yüzde 70’i binalarda geçiyor. Özellikle de büyük şehirlerde… Dolayısıyla içinde bulunduğu ya da kendisi için yaptıracağı yapı hakkında bilgi ve söz sahibi olmak istiyor. Hiç kimse, doktora gittiğinde “Doktor Bey, beni şöyle tedavi edin” demez. Ama bir ev satın alırken “Salonu, mutfağı şöyle olsun, banyosu böyle olsun” diye sonuna kadar fikir yürütür. Bu, insanın en doğal hakkı. Bugün bunun ötesinde insanlar, artık “Bu bina, ne kadar enerji tüketiyor? Sağlığıma ne gibi etkileri var? Malzemeler doğal mı?” gibi sorular sormaya başladılar, çok bilinçli olarak… Biz, mimar olarak sadece doğruları anlatmak ve yönlendirme yapmak durumundayız. Sonuçta, bence mimarlar, mühendisler kadar sıradan kişilerin de bu konuda bilgi sahibi olması şart. Bu açıdan böyle bir çalışma, faydalı olur diye düşündüm.

Tek bir kitabın tüm ülkeyi ‘sürdürülebilir mimari’ konusunda bilinçlendirmek için yeterli olacağını düşünüyor musunuz? Başkalarının bu konuda sizin gibi girişimci olmasını beklemiyor musunuz?

Aysin-Sev-8Elbette. Kimse bu konunun dışında kalamaz, kalmamalı, yoksa zaman içinde yok olmaya mahkûmdur. Bu konuda atılacak her adım, küçük bir adım da olsa, faydalı olacaktır. Duyarsız kalmaktansa, insanların kendince atacağı küçük adımlar da önemli, çünkü küçük adımlarla büyük yol alınabilir. Dünyayı hep birlikte, el ele vererek kurtarabiliriz. Tabii ilk etapta tüm binaları dört dörtlük çevreci yapmak bizim toplumumuzda, hatta hiçbir toplumda mümkün değil. Ama zaman ilerledikçe, sürdürülebilir yapılar yapmak çok sıradan hale gelecek. Nitekim bugün bile bu çalışmaların sonuçlarını almaya başlıyoruz.

Geçmişte de dünyamızın başına çok büyük felaketler gelmiş; buzul çağları yaşamışız, kuraklıklar yaşamışız, ama dünya kendini toparlamış, eski düzenini kazanmış. Ama o zamanlardaki tahribat hızı şimdiki gibi değildi; özellikle son 30 yılda dünyayı çok hızlı şekilde harap ettik. O yüzden bir an önce kim ne yapabiliyorsa yapmalı… Örneğin sıradan bir konutta oturuyor olabiliriz, ama bu durumda da atıklarımızı gruplayarak geri dönüşüm kutularına atabiliriz. Veya fazla ısınıyorsak, bazı kaloriferlerimizi kapatabiliriz. Isınamıyorsak; pencerelerimizde, cephelerimizde önlemler alabiliriz. Az elektrik harcayan ampuller kullanabiliriz. Beyaz eşya seçerken, az enerji tüketenleri tercih edebiliriz. Az yakıt tüketen araçlar kullanabiliriz. Bunlar küçük çabalar olabilir, ama büyük kitleler söz konusu olduğunda, önemli boyutlara ulaşır.

Son derece doğru bir yaklaşım anlattıklarınız. Bu konuda dünyadaki yaklaşımlar hakkında da bilgi verir misiniz?

Aysin-Sev-9Amerikan Mimarlar Enstitüsü’nün kendi uygulamaları açısından üyeleri adına aldığı bazı kararlar var; kitabımda da madde madde belirttim bunları. O maddelerden biri; sadece ürünlerimizi, tasarımlarımızı sürdürülebilir yapmak değil, çevremizdeki insanları, öğrencileri, yanımızda çalışanları, arkadaşlarımızı, kısacası tüm ulaşabildiğimiz kişileri bu konuda bilgilendirmek misyonlarımızdan biri. Gelecek nesiller ve dünyamız açısından bu konuyu ne kadar çok yayarsak, o kadar faydalı olur. Aslında şu anda bize atalarımızdan miras kalmış bir dünyada yaşıyoruz, fakat biz de emanetçiyiz, biz de gelecek nesillere bırakacağız dünyayı. O açıdan kaynakları duyarlı kullanmak, kültürümüze bağlı kalmak önemli. Ben, bu son cümle üzerinde durmak istiyorum. Birtakım yabancı örnekleri alıp, taklit etmek marifet değildir; kendi şartlarımıza, kültürümüze ve ekonomimize uygun tasarımlar yapmak çok önemlidir. Sürdürülebilirliğin özünde de bu var zaten.

Sizin doğal hayatı korumakla ilgili çalışmalarınız oldu mu?

Aysin-Sev-10Bu konuda girişimlerimiz var. Aslında çalıştıkça, yapılabilecek ne kadar çok şey olduğunun farkına varıyor insan. Mesela Çevre Dostu Binalar Derneği ile birtakım çalışmalar yürütüyoruz. Onlar da, başta kurucuları Dr. Duygu Erten olmak üzere, bu konuyu yaymayı, ilgili herkesi bu konuda eğitmeyi kendine misyon edinmişler. Belli aralıklarla yurtdışından davet ettiği misafirlerle bu konuda eğitim veriyorlar. Henüz onlar da yeni yeni konuya adapte oluyorlar. Onun dışında, artık herkes tarafından tanınan TEMA Vakfı var. Bu noktada bir konuya değinmek istiyorum. Katıldığım bazı toplantılarda çevre ve doğal hayatı koruma adına kurulmuş çeşitli dernekler, kuruluşlar olduğunu öğreniyorum. Ancak bunların yaptıkları çalışmalar hakkında bilgi sahibi olmak güç. Bugün kitle iletişim araçları bu kadar yaygın kullanılırken, neden yaptıkları işleri daha yaygın bir şekilde tanıtmıyorlar, bir bakıma reklamlarını yapmıyorlar. Bu ayıp değil, bilakis bilgi yayıldıkça büyür ve gelişir. Ben de bu kuruluşlara sesleniyorum. Lütfen adınızı ve yaptıklarınızı duyurmak adına biraz daha sesinizi çıkarın.

‘Çevre dostu binalar’ derken, ne kastediyorsunuz?

En küçük ölçekli geleneksel yapılardan en büyük ölçekte ileri teknolojili yapılara kadar, hiçbir döneminde, ki bunlar malzeme temini, yapım, kullanım ve hatta yıkım dönemleridir, çevreye ve insan sağlığına zarar vermeyen, doğayla barışık binalardır. Geleneksel anlamda bireysel çalışmalarla yapılmış yapılar var aslında etrafımızda. Kendi sebzesini, meyvesini bahçesinde yetiştiren ekolojik evler ve köyler… Daha çok kırsal bölgede yapıldıklarını söyleyebiliriz. Üniversitelerin ‘güneş evleri’ gibi deneysel çalışmalar dikkat çekiyor. Büyük ölçekli yapılarda da artık yapı sahiplerinden bu konuda talepler gelmeye başladı. Uygulamalar giderek birbirini tetikleyecek ve yaygınlaşacak diye düşünüyorum.

Aysin-Sev-15Türkiye’deki ekolojik köylerden bahsettik. Japonya’daki Toyo Köyü taş ustalarından da bahsetsek… Yüksek yapılar dışındaki örneklerden…

Sadece ileri teknolojili yapılarda değil aslında kırsal alanda, ulaşım imkânlarının kısıtlı olduğu yerlerde, çevresel olanaklardan yararlanılarak yapılmış, çok uzun yıllar varlığını sürdürmüş ve sürdürebilecek yapılar var. Japonya Toyo Köyü’ndeki müze de böyle bir örnek. Çevreyle uyumlu, insanda olumlu duygular uyandıran, sadece içini ve içindeki ürünleri değil, kendini de sergileyen bir müze bu aslında. Farklılık yaratmak için çok uğraşılmış. Çatının ahşap sistemi içinde gezilerek daha iyi algılanabilir. Bu yapının şöyle bir özelliği de var: Japonlar, geleneksel kültürlerindeki ahşap yapılarında elemanları hiçbir metal birleşim elemanı kullanmadan bir araya getiriyorlar. Ama artık geçmişin ustaları kalmadığı için bu yapıyı Çin’den getirilen ustalar inşa etmiş ve detayları da biraz günümüze uyarlamışlar. Yani geçmişin günümüzle nasıl harmanlandığını görüyoruz burada.

Londra’daki Swiss Re binasını biraz anlatalım dilerseniz…

Londra Şehir Konseyi, çok uzun bir süre yüksek yapılara karşı çıktı. Gemişte yapılmış bir-iki örnek dışında, çok uzun süre yüksek yapı görmedik Londra’nın merkezinde. Mesela belediye binası yapılacaktı, onu bile az katlı tasarladılar. Londra Şehir Konseyi’nin kararları var, ama benim en çok dikkatimi çeken şu olmuştur. Günümüzde artık daha fazla bu fenomene karşı koyamadılar ve şöyle bir prensip kararı aldılar: “Şehir merkezinde yüksek bir yapı yapılacaksa, ikonik bir yapı olmalı”… Yani şehrin simgesi olmalı, ses getirmeli, yenilikçi, ileri teknolojili bir tasarımı olmalı, değer katmalı şehre… Yani yapıldığına değmeli.

Neydi Swiss Re binasını ikonik kılan?..

Aysin-Sev-11Yüksek binaların olumsuz taraflarından biri, bulundukları bölgenin mikro iklimsel özelliklerini bozması, rüzgârlarına engel olması, çevresinde gölgeler yaratmasıdır. Bu etkiyi azaltabilmek için aerodinamik bir kütle tasarımı gerekli, yani rüzgâr düzenini mümkün olduğu kadar bozmamalı. Bu, aynı zamanda yapıya etkiyen yatay yükleri azalttığı için, taşıyıcı sistem malzemesini de azaltır ve iki yönlü yarar sağlamış olur. Bir binaya etki eden rüzgâr hızını ne kadar azaltırsanız, taşıyıcı sistem malzemesini de o kadar ekonomik kullanabilirsiniz. İşte Norman Foster’ın az önce belirttiğim konsey kararlarının sonucunda ortaya koyduğu Swiss Re kulesi bu konuda bir örnektir. Bu, eskizlerinde de dikkat çeker. Minare yaklaşımıyla hazırlanmıştır eskizler. Minarelerde fırtına minareyi sarar ve binayı terk eder, minare yıkılmaz. Norman Foster, bunları dikkate alarak kavramsal tasarımını ortaya koymuş. Ondan sonra da elbette içindeki insanların konforunu, sağlığını destekleyecek önlemler almış, mümkün olduğu kadar mekanik iklimlendirme sistemlerinin yükünü azaltmayı hedeflemiş. Tabii bunu yıllar önce tasarlamış olduğu Commerzbank’taki tecrübelerine de dayanarak yapmış.

Frankfurt’ta 1997 yılında inşa edilen Commerzbank’ın ‘sürdürülebilirlik’ ile örtüşen tarafı nedir?

Sadece Almanya’da değil, tüm dünyada çok ses getiren ve literatüre geçen bir yapıdır bu. Norman Foster’ın bu yapıtı aslında dünyada ileri teknolojili ekolojik yapıların ilk örneği olarak gösterilir. Kat planlaması, kütle düzeni, iç avlusu ve çift kabuk cephe sistemiyle örnek bir yapıdır. Tasarımcının amacı, havalandırma için mekanik sistemlere gelen etki yükünü azaltmak, bir taraftan da kullanıcılar için sıkıcı çalışma mekânları yerine motive edici, canlandırıcı, sosyal mekânlar yaratmaktır. Yüksek bir binada tamamen doğal havalandırma sistemlerden yararlanmak mümkün olamıyor. Mutlaka mekanik sistemlerden yararlanıyorsunuz, ama mekanik sistemler için fosil kaynaklı enerjinin kullanımını ne kadar azaltırsanız, o kadar çevreci olur binanız. İşte bu ilkeleri gözeterek tarihi bir çevrede böyle bir yapı yaptığı için, yeni bir kentsel kültürün başlangıcı olarak değerlendiriliyor bu yapı.

Almanya bu konuda öncü… Hochhaus Uptown Münih binasındaki ‘vantilatör kapaklar’ çok ilginç…

Aysin-Sev-13Vantilatör gibi gördüğünüz kapaklar, çift kabuk sistemin dış kabuğunda ve bina otomasyonuna bağlı olarak işliyor. Dış koşullar uygun olmadığında, yani hava çok soğuk ve şiddetli rüzgâr olduğu zaman kapaklar tamamen kapanıyor, iç mekân ya da ara boşluk mekanik olarak havalandırılıyor. Hava ılıman ve rüzgâr normal düzeyde olduğu zaman kısmen açılıyor, kabul edilen en olumlu hava şartlarında da tamamen açılıyor. Cephe sisteminin en önemli görevi, mekanik sistemin yükünü azaltmak, çalışanlara mümkün olan en fazla miktarda doğal havayı sağlamak. Böylece enerji tüketimi de azaltılmış oluyor. Tabii bu sistemlerin zaman içinde gözlenmesi ve verilerin kayıt altında tutulması gerekli ve önemli. Bakalım; beklenen hedefleri ne düzeyde gerçekleştirmiş, yapıldığına değmiş mi?

Sürdürülebilir mimarlık’ın yapı malzemeleri nelerdir?

‘Sürdürülebilir mimarlık’ın malzemesinin doğal malzeme olması beklenen en ideal durum. İşlenmiş veya yapay malzeme olması durumunda ise üretim aşamasında çevresel zararlar en aza indirilmiş olmalı. Ayrıca yerel malzeme olması da önemli, çünkü binlerce kilometre öteden getirilen en doğal malzeme bile ‘sürdürülebilirlik’ değerini kaybediyor, çünkü getirirken ulaşıma enerji harcanıyor. Malzeme ilk görevini tamamladıktan sonra, başka bir amaçla yeniden kullanılabiliyor mu veya çevreye zarar vermeyecek şekilde doğaya geri gönderebiliyor muyuz? Bunlar da önemli. Birtakım firmalar, çıkıp plastik ürünlerini ‘ekolojik ürün’ diye empoze etmeye çalışıyorlar. Oysa bir malzeme, ancak geri dönüştürebildiğimiz veya doğaya geri gönderebildiğimiz sürece sürdürülebilirdir. Eğer ürünleri böyleyse, denecek hiçbir söz yok. Plastiklerden kaçamıyorsak eğer, çevresel etkilerini en aza indirmemiz gerekir. Üretim ve kullanım aşamalarında zehirli gaz salımı olmamalı bunların, insan sağlığına zarar vermemeli; ama bunun çok detaylı kriterleri var. İşte bu anlamda taş, ahşap, doğal tekstil ürünleri sürdürülebilirdir. Çoğu kişinin dikkatini çekmeyen bir konu var. Yeryüzünde yetiştirilebildiğimiz, yeniden var edebildiğimiz tek kaynak ahşaptır aslında. Bu yüzden ahşabın sürdürülebilirlik değeri çok yüksektir. Bu noktada bazı çelişkileri ortadan kaldırmak gerekir. Sürdürülebilir ormanlardan elde ettiğimiz, yani doğaya duyarlı bir şekilde kazandığımız ahşap sürdürülebilir malzemedir. Hatta bu sertifikalara da girmiştir. Amerika’da sürdürülebilir ormanlardan elde edilen ahşaplar FSC damgasıyla damgalanır. Umarım, bu yöntemler dünyada yaygınlaşır.

‘Sürdürülebilirlik’ genellikle ekolojik bir kavram gibi algılanıyor, oysa inşa etme alışkanlıkları, yer seçimi, malzeme kararları, büyüklükler ve konfor şartları gibi konular da ‘sürdürülebilirlik’ içinde çok önemli noktalar ve yeni tanımlar gerektiriyor. Nasıl bir yol izlenebilir?

Aysin-Sev-12

‘Sürdürülebilirlik’te en büyük ölçekten en küçük ölçeğe doğru adım atmamız gerekiyor. Yeni bir inşaatın öncelikle kentsel boyutta oluşturacağı etkiler ele alınmalı. Örneğin büyük ölçekli bir yapı için altyapının yeterli olup olmadığı, çevresel sistemlere, yani o kent mekanizmasına getireceği etkiler sorgulanmalı, gerçekten buna ihtiyaç olup olmadığı irdelenmeli. Bu, elbette mimarların tek başına alacağı bir karar değil; daha geniş bir ekibin alması gereken bir karar. Daha sonra yapı boyutuna inip, sizin de dediğiniz gibi, mekânların tasarımından, büyüklüğünden, yönlenmesinden, malzeme seçimine, içindeki dekorasyona, kullanacağınız ekipmana kadar aşama aşama belirli ilkelere göre ilerlememiz gerekir. Kullanacağımız en küçük ekipman bile çevresel etki oluşturuyor diyebiliriz aslında yapılarda. Sadece çevresel etkilerini değil, ekonomik değerini de oluşturuyor yapının. Kültürümüze ve kullanım alışkanlıklarımıza uygun mu, değil mi? Dediğim gibi yabancı ülkelerde yapılmış, sürdürülebilir nitelikleri ön plana çıkan bir yapıyı biz gelip burada uygularsak, tamamen tersi bir sonuçla karşılaşabiliriz. Çok yanlış bir yaklaşım olur. Bazı temel ilkeleri göz ardı etmeden, ki bu ilkelerden kitabımda çok detaylı söz ettim, kendi koşullarımıza, kültürel değerlerimize, alışkanlıklarımıza uygun seçimler yapmalıyız, ve karar vermeliyiz; karar verme süreci çok önemli.

Türkiye’de bu yaklaşımı kimler takip ediyor?

Aslında günümüzde mesleğine ve çevreye duyarlı, güncel eğilimleri bilen ve izleyen her mimar, mimarlık bürosu, mesleki uygulamalarına bu tür yaklaşımları dâhil etmeye başladılar. Başarıyla uygulanmış örnekleri de görmek mümkün. Çok geçmişten beri sürdürdükleri geleneksel yaklaşımlardan vazgeçmeyen mimarlarımız da var, onlar zaten doğal olarak sürdürülebilir mimarlığın takipçileri diyebiliriz. Bu noktada bence daha önemlisi, mimarlar ve mühendislerden öte, inşaat sektörünü destekleyen yan kuruluşların, malzeme ve hizmet üreticilerinin, yerel yönetimlerde görev alanların, yani tüm paydaşların bu konuda uyarılması ve bilgilendirilmesi. Çünkü inşaat, bir ekip işi ve sürdürülebilir mimarlık için de ekipteki her bireyin rolünü iyi bilmesi gerekiyor.

Aysin-Sev-14Mesela ‘yeşil çatı’ yapılıyor, ama deniliyor ki; “Birkaç sene sonra o ‘yeşil çatı’ olmayacak…”

‘Yeşil çatı’, son dönemde ekolojik mimarlıkla birlikte moda haline gelmiş bir uygulama gibi görünüyor. Çoğunlukla ‘yeşil çatı’ denince, insanların aklına ‘çim çatı’ geliyor. Ancak hemen başında belirteyim, çim, bizim ülkemizin şartlarında ekolojiyle bağdaşmamakta, çünkü çok su isteyen bir bitki. ‘Yeşil çatı’ uygulamalarının mutlaka çok bilinçli ve uzman kuruluşlar tarafından yapılması gerekiyor diye düşünüyorum. Çatıdaki bitki örtüsü, doğal koşullarda yaşayabilen, çok sulama gerektirmeyen, yağmur suyuyla sulanması yeterli türden olmalı. Suyun korunumu da çok önemli sürdürülebilirlikte. Buna paralel olarak bahçelerimize ektiğimiz çimler hakkında da bir kere daha düşünmeliyiz. O çimi yaşatmak için harcadığımız suyu. Bir de bizim iklimimize uygun, doğal yöntemlerle yetişen diğer bitki türleriyle, yoncayla, kuzukulağıyla, ayrıkotuyla kıyaslayalım çimi. Sadece estetik etki yaratması amacıyla, binlerce kilometre öteden getirdiğimiz bitkileri, ağaçları da düşünelim. Onları yaşatmak için harcadığımız çabayı ve suyu. Bakınız, ülkemizde çeşit çeşit iklim türleri var ve her iklimin kendine özel bitkileri… Mesela Bodrum’un begonvilleri, çamları, kendine özgü çiçekli bitkileri. Onlar dururken, çok hayalperest olup, “Ekvatordan şu ağacı getirip diktim” demenin hiç anlamı yok; çünkü o bitki yetişmeyecektir, büyümeyecektir. ‘Sürdürülebilirlik’ derken, bunu da düşünmek lazım.

‘Sürdürülebilir kalkınma’ diye bir kavram da var. Bunu da açabilir misiniz?

‘Sürdürülebilir kalkınma’, tüm insanlığı ve her meslek dalını içine alan bir kavram. Başta gelişmekte olan ülkeler olmak üzere, sürekli bir kalkınma içindeyiz, toplumsal kalkınma, ekonomik kalkınma… Bu kalkınmayı gerçekleştirirken, mutlaka kaynak harcıyoruz. Bunlar; doğal kaynaklar veya insan gücü. İnsan gücü değil belki, ama doğal kaynaklar, ki burada fosil kaynaklardan söz ediyorum, tükenme sürecini yaşıyor. Ve aynı zamanda faaliyetlerimizle doğada birtakım olumsuz etkiler bırakıyoruz. İşte bu aşamada, kalkınma sürecinde gelecek nesilleri düşünmeliyiz. Onların sahip olacağı imkânları ellerinden almamamız gerekiyor. Çok sevdiğim ve sürekli konferanslarda tekrar ettiğim bir Afrika atasözü var; “Bizler dünyanın sahibi değiliz; sadece torunlarımızın mirasını korumakla yükümlü emanetçileriz”. Bu atasözü, ne yapmamız gerektiğini çok iyi açıklıyor bence. Artık düşünce ve davranış yöntemimizi değiştirmeliyiz. Kişisel ya da toplumsal olarak imkânlarımız ne kadar iyi olursa olsun, bencilce davranmamalı, bizden sonraki nesilleri de düşünmeliyiz. Özetle; ‘sürdürülebilir kalkınma’ bu işte.

Fotograflar için Ayşin Sev’e teşekkür ederiz.

Söyleşi: Mimar Heval Zeliha Yüksel
Kaynak: Natura

7 Comments

  1. doğayla dengeleri kurulmuş çağdaş bir yapılaşmayı yönlendirebilecek bu tarz fikirlerin üzerinde daha fazla düşünmeye kesinlikle gerek var. zira konu tartışma zeminlerinde argümanlarıyla var edilmeyince bir anlamda herşey oldu bittiye geliyor.

  2. yapı düzeninin fiziki konumlanması ve dünya üzerinde yer teşkil etmesi doğanın kendi yapısına aslında uygun değil. ama ne var ki her türlü insan ihtiyacı için bir fizik mekan yaratmak gerekiyor. şimdi bu iki şeyden ve aradaki çelişkiden bir olumluluk bulmak ve üretmek icap ederse onun adı doğayla uyum problemi.

  3. Doğayla barışık bir yapılı düzen kurmak kadar bir biçimde bu düzenin bozulduğu durumları iyileştimenin de önemli olduğunu vurgulamalıyız. İyileştirmelere çok gerek var.

  4. Bu konuya yüksek perdeden yaklaşıp, her istikamette hep doğruyu vaaz edenler yüksek binaların kendisinin doğal ortama aykırı olduğunu söyleyip cümlelerini bitiriler. Böylece hem en doğruyu söyleyip hem de hiç bir sorumluluk almamaış olurlar. Oysa hayatın her alanında çözümler bulmak ayrı bir sanat gibidir ve çok uğraşı gerektirir.
    Ayşın hanımın çalışmasını tebrik ederim. Başarılarının devamı…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir