İstanbul Genel Kurul sürecinin yaklaştığı bu dönemde, gözlem bölümümüzde yer alan konulara bu kez, Sayın Salih Şencan’ın gözlem ve teşhis tadındaki bu yazısını, “Mimarlar Odası” gözlemini ekleyerek devam ediyoruz.

Şencan’ın söylediği gibi “pazar yazarlığı alanında yetkin olmadığımı bilmekle birlikte, bu yetkinliğe sahip popüler kişilerin, yaşadığımız tıkanıklığın önünü açma konusunu gündeme getiren yazılar üretmemelerinin” eksikliğini gideren bu değerlendirme, gözlem, teşhis ve önermeler makalesini mimarlık ortamıyla paylaşıyoruz.

(Yazarın yazısı içindeki ara başlıklar editörlüğümüzce ilave edilmiştir)

Mimdap

Salih ŞENCAN – 07 Şubat 2010, Pazar

salih-sencan-1

Okuru sıkmayacak, hoş ve rahat bir pazar yazısı yazmak için oturduğumda klavye başına, bu yazının “sadece güncel” olması ile yetinmekteydim. Satırlar ilerledikçe ve her gün yazabilme olanağına sahip bir köşe yazarı olmadığım konusunda da ikna sürecini kendi içimde tamamladığımda; “dünyada ve ülkemde, mimarlık meslek mensupları ya da kamuoyu yönleriyle son yıllarda gelişen olayları ve önümüzdeki günlerde, olası politik ve mesleki pozisyon alışlarını değerlendiren bir yazının” aslında, aktüel olabileceğine ve bir o kadar da gerekli olduğuna kanaat getirdim.

salih-sencan-3Bu “pazar yazarlığı” alanında yetkin olmadığımı bilmekle birlikte, bu yetkinliğe sahip popüler kişilerin, yaşadığımız tıkanıklığın önünü açma konusunu gündeme getiren yazılar üretmemelerinin de bu yazının “kalemşörüne” verdiği cesaretle karşınızdaki bu yazı oluşmuş oldu.1999 depremleri sonrası geçen on yıl boyunca ülkemizde; 2001 ekonomik krizi, 11 Eylül ve sonrası yaşanan ABD kaynaklı kriz ve bunun bölgesel etkileri, AB uyum sürecinin getirdiği hukuksal normların dönüşmesine ilişkin kabul edilen ve gerek ülke, gerekse de mimarlık kamuoyunda yeterince içselleştirilemeyen, ancak uygulama kriterlerinin geçiş aksiyonlarını da bu eksik bilgilenmeye karşın oluşturan süreçlerde, toplumun ve şüphesiz meslek mensuplarının katılım ve müdahalesinin örgütlenemediğini ifade etmek, sanırım yeterince insaflı bir değerlendirme olacaktır.

Kentler dönüşürken…
Kentlerimiz ve özellikle büyük şehirler, bugün, baş döndürücü bir hızla dönüştürülmekte ya da dönüştürülmek istenmektedir. Ancak durumu sadece bu döneme özgü “sosyolojik bir vaka” olarak tespit etmek; bu dönüşümü değerlendirme ve pozisyon alma konusunda entelektüel bir yetersizliğe neden olmakta, ideolojik-politik olarak sorunu tespit ve teşhisteki yetersizlik, operasyonel olarak, “toplum ve kamu yararına mimarlık mücadelesini” salt hukuk alanına ve salt idari yargı alanına indirgenmektedir.

Günümüze kadar gelişen “kentsel dönüşümler”, ki bunların ilki, Osmanlı’nın son döneminde ve ulusal kurtuluş mücadelesinin verildiği yıllarda yaşanmıştı.

Ve bunu sırasıyla;
• Çok partili döneme geçiş olarak tanımlanan 1950’lerde “her mahallede bir milyoner yaratma” anlayışı ile ifadesini bulan, bağımlı-montaj sanayine ucuz iş gücü yaratmayı hedefleyen politikalar ile oluşan “kırdan kente göç”,
• 1970’li yıllarda yükselen toplumsal muhalefet ile birlikte kentleri kuşatan bu ucuz iş göçünün barınma sorununu kendi imkanları ile aşması anlamına gelen gecekonduyu meşru gören “devrimci” anlayış,
• 1984 yılında çıkarılan İmar Affı Kanunu ve buna bağlı olarak yayınlanan Yeminli Özel Teknik Bürolar Yönetmeliği,
• 1999 depremi sonrasında “depremci” profesörlerin salık verdiği taşıma gücü açısından sağlam ve sağlıklı kentsel yeni gelişme akslarının belirlenmesi,
• İstanbul’un küresel ya da bölgesel anlamda finans merkezi olması konusunda 1984 ANAP belediyelerince başlatılan ve günümüzde de AK Partili merkezi ve yerel siyasi otoritelerin izledikleri yeni dönüşüm projelerini ve arada atlanan yaşanmış toplumsal ve siyasal dönüşümler ile bunların kentsel planlara yansıması sorunsalı; başta Mimarlar Odası olmak üzere ilgili tüm meslek odaları tarafından doğru bir politik eksene oturtulamamıştır.

salih-sencan-4Mimarlar Odası gelişmelerin neresindedir?
Aslolanın, kentsel dönüşüm projelerinin kentin ıslahı-sıhhileştirilmesi doğrultusunda öneminin altını, “kamu ve toplum yararı” adına çizilmesi ve bu dönüşümün ulusal deprem politikaları ile kaçınılmaz bağının kurulması, bu anlamda kentsel yağma ve talana karşı söz konusu alanda yaşayanların kendi yaşam kalitelerini geliştirmelerini sağlayacak alansal ve sorunsal örgütlenme modellerinin bir çalışma aksı olarak kentlilere ve mimar-şehir planlamacısı meslek kamuoyuna bir program aksı olarak önerilmesi iken, bu politik beceri gösterilememiştir.

Son 15 yıldır bu politik beceriyi gösteremeyen Mimarlar Odası’nın mevcut yönetimleri, kentler dönüşebileceği kadar olumsuz manada dönüşürken görmezden gelip, sadece “geliyorlar!” üst başlığı ile ve medyadaki malum destekleri yardımıyla iktidar olma durumlarını korumuşlar, daha da kötüsü bu alanda savaşan ya da uygulama yapan mimarları suçlamakla yetinmişlerdir.

Mimarlık eğitiminin henüz başında verilen; “kent planlarının toplumsal mutabakatlar zemin ve çerçevesinde yapılacağı gerçeği” deneyimli mimarlık kamuoyuna negatif dezenformasyonla farklı şekilde aktarılmış ve kentsel dönüşüm konusunda bilimsel ve devrimci önermeler yerine, idari yargı yoluna başvurmak ve bu projelerde “imzası olan” üyeleri “talancı-Dalancı-AK Partili-sorozcu” olarak nitelemek Mimarlar Odasında seçimi kazanmanın “ana propaganda ekseni” olmuştur.

Mimarlar Odası’nda demokrasi ne zaman?
Bu eksen doğal olarak Oda’yı, mimarlık ve meslek kamuoyunun örgütlenmesi konusunda geliştirmesi gereken mesleki-toplumsal-bilimsel çerçeveden hızla uzaklaştırmış, meslek odalarında yaşanan “demokrasi sorununun” da gündeme gelmesine neden olmuştur.

salih-sencan-5Demokrasi herkes ve her kesim tarafından en çok “telaffuz edilen” kavram olmakla birlikte, içi ve altı; gerek genel demokrasi mücadelesinde gerekse de meslek odalarının demokrasi mücadelesi ve kültüründe doldurulamamış, temsili-katılımcı demokrasi kavramları, örgütlerin ve toplumun önünü açacak alt kırılmalara ve modellere dönüştürülememiştir.

Ama bilinen bir gerçekliktir ki; demokrasinin tanımı, emek-sermaye bakış açısından olduğu kadar emeğin siyasal türevleri açısından da “körün fili betimlemesi” ile benzeşen bir algısal yanılsama sürecidir aynı zamanda. Parlamentonun gerisinde kalan bir temsiliyet anlayışını; mevziyi ya da TMMOB ve bağlı Odaların yönetimlerini korumak adına savunan statükocu yönetim anlayışlarına karşı çıkanları “gerici” olarak niteleyen yönetim anlayışları, demokrasi mücadelesinin önündeki önemli engellerden birisidir ve Mimarlar Odası maalesef bu gerici anlayışın beşiği olmuştur.

Devlet Denetleme Kurulu raporunda yer alan “nispi temsil” önermesini bu anlayıştan ideolojik-politik olarak “tamamen” farklı bir perspektif ile sunan “çağdaş tezlere” karşı bu otokratik bürokrasi, iletişim kanallarına sahip olmanın verdiği eşitsizlikten de yararlanarak sindirme politikalarını hiç çekinmeden uygulamaktadır.

Burjuva demokratik devriminin, içsel dinamikleri ile geliştiği ülkelerde egemen olan demokrasinin aslında, niteliği itibarı ile sermayeden yana olduğu, -her ne kadar reel uygulamaları bugün için tarih sahnesinden çekilse de- sosyalist demokrasilerin ise emekten yana olduğunu kabul etmemizi engelleyecek bir bilimsel karşı tez bulunmaktadır. Hal böyle iken; mimarlık mesleğinin farklı dinamik ve nesnelliklerinin Oda içinde var olmasını “zenginlik” olarak gören ve temsili demokrasi çerçevesinde bu zenginliğin delege olma sürecinin “demokratikleştirilmesini” savunan politikaları, “resmi otoritenin” odaları susturma ve etkisizleştirme politikası ile özdeş gösteren mevcut Oda yönetimleri, demokrasi mücadelesinin önünü tıkamakla kalmamakta, gericiliğe imkan tanımakta ve entelektüel potansiyeli hoyratça dışarıda bırakmaktadır.

salih-sencan-6Demokratik bir adım ülke için de gereklidir
12 Eylül hukukunun tüm baskıcı-faşizan dayatmalarına gerek mimarlık eğitimi gerekse de mesleki alanın örgütlenmesi konusunda karşı imiş gibi görünürken aslında bu hukuksal gericilikten kendi kazanımları adına fayda gören ve yaklaşık 20 yıldır Mimarlar Odasında egemen olan anlayış; sadece mimarlık mensuplarının örgütlenmesinin önünde değil, toplumun demokratikleşmesinin önünde de engel teşkil etmektedir.

Aslında; 12-13-14 Mart tarihlerinde yapılacak Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Genel Kurul ve seçim takvimi; sadece mimarlık mesleğinin geleceğini değil, kentlerin ve demokrasinin geleceğini de önemli ölçüde belirleyecek gibi göründüğünden yazılmış bir yazıdır bu.

Son söz olarak;Demokratik-Şeffaf- Hümanist-Etik bir yönetim anlayışı ile Başka Bir Dünya Mümkün-Başka Bir Mimarlar Odası Mümkün diyor ve demokrasinin beşiği kentlerde; kentleşme – mimarlık politikalarının ancak ve sadece örgütlü her kesimin katıldığı özgür platform ve forumların oluşturulması ile mümkün olduğunun altını çiziyorum.

11 Comments

  1. Sayın Güven Birkan,

    Sizi iyi tanıyanlar sizden hep olumlu cümlelerle bahsederler. Duyarlı olduğunuzu biliyoruz. Ama görülüyor ki, siz bizi değil, aslında kendinizi ikna etmeye calışıyorsunuz. Bu vicdani bir hesaplamaya dönüşmüş ki, çok zorlama yorumlar yapmışsınız.
    Öyle ki; iktidarın kusurlarını bile muhalefete yüklemek gibi ilginç yorumlar yapmışsınız.
    İnsanlar bu tür konularda önce karar verip , sonra bu kararlarını gerekçelendirirler. Sanırım siz de kendinize gerekçeler üretiyorsunuz.

    Hiç yoktan iyidir türü “demokrasiler” size yeter mi bilmem ama bizim kabullenceğimiz türden bir yaklaşım değildir.

    Toplantıların açık olması mevcut yönetimin tercihi değildir. Geleneklerimizde vardır ve aslında yk. sekreteri de açık toplantılara karşıdır. Kendisine de sorabilirsiniz.
    Söylenecek çok şey var , ama yeri bu yazı değil.

    Sayın Birkan, eğer işin mutfağını bizim kadar detaylı bilseydiniz, muhalefetin bayrağını siz taşırdınız. MO artık bir aile şirketine dönüşmüş, eşt dost kayırmacılığı almış başını gitmiştir.
    MO artık koca bir balondur , ilizyondur. Hukuk mücadelesi dışında ( ki bu mücadele 2-3 kişinin emeği ile yürümektedir) üretilen ciddi hiç bir şey yoktur.

    Diyorsunuz ki,
    “Şaka bir yana, demokrasi konusunda da, daha samimi bir tartışma
    başlatmanın yararı var. Bunu farklı görüşlerin yayın organlarında gerçekleştirmenin yanısıra, farklı açıdan bakanların biraraya gelerek tartışması gerekmez mi?”

    Buyurun yönetime önerin ya da siz örgütleyin ve görün y.k. nasil işi yokuşa sürüyor.

    Evet haklısınız herkes dünyayı ve olayları kendi bulunduğu noktadan yorumlar ve sizde öyle yapıyorsunuz. Eğer size iyi davranılıyorsa iyi bir yönetim vardır. Başkalarına nasıl davranıldığının hiç bir önemi yoktur. Sayın Birkan, bu tarzın ne olduğunu , felsefe ve siyasette karşılığını benden daha iyi bilirsiniz eminim.
    Biz , programımızla birlikte “Demokrat Mimarlar” adı altında çalışmalarımızı yaptık ve yapacağız.

    Sizin de katkılarınızı samimi olarak bekliyoruz. Bir gün sizi ziyaret edelim de bir de bizden dinleyin MO ‘sını. Sonra arzu ederseniz tekrar bir yazı yazarsınız.

    Selamlar..
    Aydın Yücel

  2. Herhalde o rakamda bir yanlışlık var. 3,2 trilyon lira restorasyona harcanmış olamaz. Herhalde 320 milyar liradır, ki binayı görebildiğim kadarıyla o bile tartışılabilir. Bina bitmiş bina, yapılanlar görüldüğü kadarıyla tesisatların yenilenmesi, sıva, boya, belki asansörlerin yapılması…filan.
    Bu rakam nereden çıktı? Konferans salonuna karaca derisinden koltuklar mı koydular? Nedir bu 3,2 trilyon hesabı? Bilen birisi açıklarsa şimdiden teşekkür ederim.

  3. 2010 Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şube Genel Kurulu antidemokratik bir şekilde yöneltilerek bir despotizm faciası yaratılmıştır

    Üyeler tarafından verilen önergeler, Genel Kurul Başkanı Erdal Aktulga’nın yönetmeliği keyfi bir biçimde yorumlaması ile üzerinde lehte ve aleyhinde söz verilmeksizin, ”görüşülüp görüşülmemesi” biçiminde keyfi bir oylama yöntemi ile görüşülmeye bile gerek duyulmadan reddedilmiştir.

    Ardından da 450 kişilik delegasyon listesi düzenlenirken yıllarını oda hizmeti içerisinde geçirmiş bazı isimler sırf “muhalif” duruşlarından ötürü dışarıda bırakılmışlardır.

    TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şube Genel Kurulu “demokrat” davranmamıştır. Muhalif duruş söz konusu olduğunda kendi kadrolarını dahi harcamaktan çekinmeyen “otokrat”, dışlayıcı, “apatheid” usluplu, üyeleri birinci sınıf /muvafık/beyaz; ikinci sınıf/muhalif/zenci, olarak kompartimanlaştıran, dışlayıcı bir tavır ortaya koymuştur.

  4. Alın size, kendilerinden başka herkese karşı örgütlü olmayı savunan anlayışın uygulaması.

    Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nde TEZ KOOP İŞ üyesi çalışanın maruz kaldığı mobbing uygulaması ve işten atılması üzerine sendika yetkilileri basın toplantısı düzenliyor.

    Basına çağrıda bulunan TEZ KOOP İŞ Sendikası İstanbul 5 nolu Şubesi ilk olarak çağrı metninde şu açıklamada bulundu:

    TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nde teknik işler bölümünde part-time olarak 10 yıla yakın, kadrolu olarak 1.5 yıldır çalışan Veli Ergün sendikamız üyesi olduktan sonra işten atıldı.

    İşten atılmadan önce ciddi bir Mobbing (psikolojik şiddet, baskı, rahatsız etme veya sıkıntı verme) uygulamasına maruz bırakılan Veli Ergün arkadaşımız, Yönetim Kurulu’nun bir üyesine hakaret etmek suçlamasıyla işten çıkarıldı. Hiçbir yasal dayanağı olmadan, haksız ve keyfi olarak işine son verilen Veli arkadaşımız Mimarlar Odası’nda yürüttüğümüz sendikalaşma çalışmasının önde gelenlerinden biridir.

    Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nde çalışan Veli Ergün arkadaşımızın işten atılması ise Sendikamızın Şube Başkanı’nın Oda sekreterinden görüşme talep etmesinden iki gün sonraya rastlaması ibret vericidir.

    Bütün demokratik kamuoyundan ve TMMOB’a bağlı Odalardan ve Mimarlar Odası Yönetim Kurulu’ndan taleplerimizi ve gerçekleri ifade edeceğimiz Basın Açıklamasına katılımını bekler çalışmalarınızda başarılar dileriz.

    Basın Açıklaması Bilgileri
    Tarih: 11 Mart 2010 Perşembe
    Saat: 13.00
    Yer: TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Önü
    Adres: Karaköy, Kemankeş Cad. No:31 – KARAKÖY (Katlı otopark yanı-TDİ Yolcu Salonu Karşısı)

    Tez Koop İş Sendikası

  5. Mimarlar odasını anlamak için mimarların sorunları ile ne kadar ilgili olduklarına bakmak gerekir:
    .İmar kanununu hiçbir şekilde sorgulamamaktadır. Halbuki parsel boyutunda müdehalelere göre düzenlenmiş yasanın bir kent oluşumuna katkı sağlaması mümkün değildir.
    .Mesleki denetim artık yerel yönetimlerin de ortak olmakdan rahatsız olmadıkları, kullandıkları, destek aldıkları bir algülümvergülüm olayına dönüşmüştür. Mesleki denetim hiçbir şekilde mevcut haliyle çarpık kentleşmeye engel olmamaktadır.
    .Mimarların uluslararası akreditasyonu tümüyle unutulmuştur. Gats sözleşmeleriyle uluslararası boyut kazanan serbest meslek uygulamaları çoğu ülkede türk mimarlarına hala daha kapalıdır. Buna karşılık yabancı mimarlar ellerini kollarını sallayarak türkiyeye gelebilmektedirler.
    .Eğitim sorunu: mevcut eğitim sistemini sanki ufak tefek iyileştirmelerle düzeltilebilirmiş gibi göstererek meşrulaştıran eğitim kurultaylarının düzenleyicisidir.
    .İnanılmaz bir paraya inanılmaz büyüklükte bir bina genel kurul bilgisi dışında alınmıştır. Bu binanın alınmasından içinde yapılan tadilatlara herşey şaibelidir. Binanın içinde yapılan tadilatların m2 maliyeti (yaklaşık olarak 900 tl) bile bayındırlık bakanlığının 5A grubu yapı maliyetlerine yakındır. Bu grupta bulunan yapılar arasında Büyükelçilik yapıları, vali konakları ve 600 metrekare üzerindeki özel konutlar, Borsa binaları, Alışveriş kompleksleri (İçerisinde sinema, tiyatro, sergi salonu, kafe, restoran, market, vb bulunan) dır. Bu yapıların birim m2 maliyetlerine sadece iç düzenlemesi (yani boya badana, ufak duvar yıkımları, asansör eklenmesi…vs.) değil projesinden uygulamasına tüm inşaat maliyetleri dahildir. (Yani mimar olmasak yutalım ama doğrusu ağrıma gitti enayi yerine konmak.)
    Yöneticilerin maliyetleri 350 milyar lirayı, personel giderleri ise 1,5 trilyon liraya yaklaşmıştır. Aynı zamanda yönetici olan personelin ise nerede olduğu belli değildir. Çok büyük oranlarda paralar tazminat olarak ödenmektedir. Üyelere yönelik yayınlar ise bunun beşte birini bile bulmamaktadır. Böyle bir bütçenin aklanması mümkün değildir.
    Yani hangibirini sayalım…

  6. Değerli Güven Birkan hocam. Dün seçim alanında da kısa bir sohbetimiz olmuştu fakat bu konulara girmemiştik.
    Sizin yılların deneyimini üzerinizde taşıdığınızı, üstelik bu ortamlarda diğer değerli bazı büyüklerimiz gibi sıcak kanlı açıklamalar yapmak ve hemen taraflarını belirlemek yerine soruna daha üstten baktığınız, bu anlamda çok serinkanlı davrandığınızı biliyorum. Bu tutumun genele hakim olması durumunda kanımca sorunların bir kısmı da ortaya çıkmadan çözülüleceğinden eminim.
    Ancak sayın hocam, “kusuru az bir muhalefet” ile kast ettiğiniz mesela şu son dönem “Demokrat Mimarlar” grubu ise ya da ondan önceki MİM grubu ise, yahut ondan önce iki dönem olmak üzere MİMDAP grubu ise, öncelikle bu çalışmaları bu grupların bir program üzerinden yaptıklarını tekrar belirtmek isterim.
    Bu gruplar hiç bir şekilde sadece son anda ve hele hele “kendi çıkarlarını” temsil etmek adına ortaya çıkmamışlardı. İlkeleri, mimarlık ve meslek üzerine toplumsal tabanlı görüşleri vardı ve bunubir taahhüt olarak belgeledikleri yazılı programlarla ortaya koymuşlardı. Son saat genel kurula sunulan yönetim listesi ve grupları değildi. Şimdi böyle bir tespit yapmak tarihsel sürece haksızlık olur kanaatindeyim.
    Bu tartışmada Mimarlar Odası için şöyle bir “ülkedeki öteki kurumlardan bir adım ötede bir demokratik yapı” ortalama tanımına ulaşmak kanımca mümkün değildir.Mesela ön seçim yapan TMMOB deki diğer büyük odalardan, başkanlığı ve yönetim kurulu üyeliği iki dönemle sınırlanan makina mühendislerinden, yine hiç bir yöneticisinin profesyonel olmadığı makina, elektrik mühendislerinden örgütlenme olarak bizim odamız nasıl “ileri” olabilir? Kendi yönetim kurulu üyesini inşaattan sorumlu hale getirip onu maaşlı hale getiren bir başka meslek odası olabilir mi? Hem profesyonel mesleki denetim elemanı hem yönetici olan başka bir TMMOB odası var mı? Seçim dönemleri “ortak süreci” çalıştırmayan hangi oda var? Mimarlar Odasını daha “ileri” yapan onun sözlerinin daha grift olması mı? Geçmişteki sahiden örnek olan dönemlerine bağlı olarak bu mirası tüketmek ise kime hak olabilir?
    Bundan başka, gerçekten ulu orta muhalif kişiliklere yapılan yaygın iftira, küçük düşürme vb sözleri duymamak nasıl mümkün olabilir? Bu mudur “ileri-ci” demokrasi geleneği? Son genel kurulda mesela, önergeleri oylatmadan, okutmadan bile geçmek pratiğine tanık olmamak mümkün mü? Hepimizin bildiği örnekleri uzatabilirim ama hiç birimize faydası yok gerçekten.
    Ama sizin “temsiliyet konusunda ne kadar samimiyiz” sorunuza her kesimin cevap vermesi şartınıza inanmakla beraber ve her kesimin kendi içinde de demokratik olmalı temenninize iştirak etmekle birlikte, esas olarak şu anda mimarlık ortamında mimarların temsiliyetinde kurum olarak bulunan”oda yönetimini” mercek altına almadan geçemeyiz diye düşünüyorum. Bir demokrasi gereği olan genel kurul ve seçimlerin sonuçlarının (benim gözlediğim son beş dönem en azından) hep muhalefetin temsilsiz bırakılmasını, dışlanmasını acaba nasıl görmeliyiz?
    Mesela, “Bir model oluşturmaya kalkışırsak, temsiliyeti farklı kesimlerin sayısal oranına mı bağlayacağız? Bu kesimler nasıl tanımlanacak” diyorsunuz. Ben hocam sizden temsiliyeti neye bağlacak olduğunuzu açıkça duymak isterim örneğin.
    Benim bir önerim var: Kenti savunan, ranta karşı duran, yıllardır oda yönetimlerinde olan ve kendilerini “çağdaş-demokrat-toplumcu” olarak adlandıranlar kayısız şartsız, her durum ve koşulda karşılarında kim olursa olsun, hangi grup çıkarsa çıksın bu sapkın ve yoldan çıkmaya hazır diğer mimar aday grupları yok sayarak, güzide ve teretemiz mimarlık ailemizin tek (ve biricik) temsilcisi olsun.
    Bir şaka gibi değil mi, yazarken gülümsüyorum ama yaşadığımız hakikatin ta kendisi olduğunu da biliyorum. Üstelik bu yakıcı gerçeği fark eden bu ülkenin duyarlı demokrat geleneğe sahip çoğu kişinin “bir nedenle” yahut “nedense” ve ya “bu defalık…” bu hakikati görmezden gelmesine aynı ölçüde gülümsemeyip, afallıyorum. Bu gerçeklik somut ve iç kavurucu olanı. Öncelikle buna dair bir söz söylenmesini açıkçası beklerim.
    Bu bakışımı sizin değerlendirmeniz üzerine buraya eklerken; kendim açısından “oda” nın demokratik bir mevzi olarak önemini ne yazık ki çoktan yitirdiğini, mesleki örgütlenme olarak ise “yasal gereklilikler” sınırında bulunduğunu, gönül bağı açısından ise çok daha gerilerde (hızla gerilere doğru da düşmekte) bulunduğunu sadece şahsımı ilgilendirse de ifade etmek isterim. Kaba ve çoğu zaman popülist bilgilere dayalı politik söylemin giderek yapıyı görünürde keskin sloganlar düzeyine fakat dipte işlevsiz bir yöne sürüklediği görüşüm kuvvetlenmektedir. Örgütlülüğe inanan biri olarak bu yapıda şahit olduklarım en basitinden derin hayal kırıklıklarıdır. Ötesini burada anlatmaya gerek yok. Mimarın dünyası basit anlamıyla “Mimarlar Odası” çemberi değildir sadece. Ve hala, demokrasi diye diye üyesini ve toplumu yanıltmayan bundan başka örgütlü yapıların bulunduğuna inanmak istiyorum.
    Saygılarımla

  7. bütün önergeler sube danışma kurulunun üyeleri ve y.k tarafından görüşmemek üzere reddedilmiştir..milletvekili dokunulmazlığı parlamentoda ve genel siyasada tartışılırken bina alımına ilişkin verilen önergenin üzerine yürünmüş ”ne yani yolsuzluk mu yaptık-belden aşağı vurmak bu ” denilmiş önerge okunmadan geri alınması istenmiştir..hocam kusura bakmayın ama ”sizin aklınız ziyadesi ile fazla,kendinize saklayın günü gelince kullanırsınız..genel kurul faşizan bir gericilikle yönetilmiştir,ve yönetim kurulu tarafımdan aklanmamıştır..bundan sonrası için yapacaklarımız ve yol haritamızı 3 hafta için sayfamızda açıklayacak diğer mimarlık medyaları ile de paylaşacağız.siz temsiliyete ne dediniz ya da diyorsunuz duyamadık,1984-86 ve 1990-92 kayıtlarına ulaşın,sorun öğrenin ya da,ayıp değil öğrenmek,ama boş laf size yakışmıyor istanbulun yeni binasında değil mimarların sokağında örgütleneceğiz..ve YOLA ÇIKTIK GELİYORUZ….

  8. Kusuru az bir iktidar istiyorsak, önce, kusuru az bir muhalefet yapmayı becerebilmek gerek.
    Doğaldır ki herkes dünyayı, bulunduğu noktadan algılar. Kişisel çıkarlarımız farklı olabileceği gibi, toplumsal yarar anlayışlarımız da farklı olabilir.
    Mantıklı bir tartışma için, önce nerede durduğumuzu ortaya koyup, durduğumuz yerden ülkeyi ve Mimarlar Odası’nı nasıl gördüğümüzü anlatmalıyız.

    Bu yaklaşımla eleştirenlere ve söylenmeyi bırakıp, harekete geçerek yönetime talip olanlara saygı duyarız. Ama gerçek dışı hikayelerle süslenmiş karalama amaçlı tutumlar, meslek topluluğumuza yarar sağlar mı?

    Harekete geçmenin en etkili yolu, yanlışlara değinmenin yanısıra, doğrusu için öneride bulunmaktır. Bu bağlamda, Sayın Şencan’ın özetlediği politika önerisini, biraz daha açarak bir proğrama dönüştürüp tartışmaya açması, çok yararlı olacaktır. Oda platformları, yeterince demokratik sayılmasa da, bu tür tartışmalara açıktır; bunun engellenmesi söz konusu dahi olamaz.

    Gönül ister ki, sadece muhalefetteyken değil, yönetime gelirken ve geldikten sonra da, temsiliyet konusunda hassas olunsun. Bu konuda ne kadar samimiyiz? Bir model oluşturmaya kalkışırsak, temsiliyeti farklı kesimlerin sayısal oranına mı bağlayacağız? Bu kesimler nasıl tanımlanacak?: memurlar, öteki ücretliler, işsizler, serbest büro sahipleri türünden bir sınıflama mı? Yoksa, “bugünkü anlamda kentsel dönüşüm projelerini destekleyenler”, “kamu mallarının şirketlere neredeyse bilabedel verilmesine karşı olanlar” türünden, bakış açısına göre bir sınıflama mı?

    Şaka bir yana, demokrasi konusunda da, daha samimi bir tartışma
    başlatmanın yararı var. Bunu farklı görüşlerin yayın organlarında gerçekleştirmenin yanısıra, farklı açıdan bakanların biraraya gelerek tartışması gerekmez mi?

    Yönetimi eleştiren gruplar da İstanbul Şubesi’nin yeni binasının sağladığı mekan ve hizmet olanaklarını kullanarak, bu tür çalışmaları, yönetim ile aynı mekanlarda yürütebilirler. Ayrıca, bütün yönetim toplantıları ve öteki çalışmalar, tüm üyelerin izlemesine açıktır. Bu bile, demokrasi yolunda tüm öteki kurumlardan bir adım önde bulunulduğunu gösterir, istenen düzeyde bir demokrasiye ulaşılamamış olsa da.

  9. Önümüzdeki günlerde yapılacak oda genel kurulunda,her iki yılda bir olduğu gib, faaliyet raporunda uzun uzun dönem başarıları anlatılacak. ama bu kente baktığımızda bir başarı değil başarısızlık öyküsü görüyoruz. “başardık” diye anlatılanlar (ki onların çoğunun sonu da hüsrandır), başarılamayanların yanında hiç gibidir.
    bunun önemli bir nedenleri; kentsel konuların ne meslek insanları ile, ne toplumla, ne kent yönetimleri ile gereği gibi paylaşılamamış, içselleştirilememiş ve dolayısıyla sahiplenilememiş olması mıdır acaba? dar bir kadro ile yapılan mücadenin zayıflığı ve etkisizliği midir acaba?

  10. Durumu günümüzden geçmişe doğru özetlersek:
    1.Mimarlar ve mimarlık mesleği 17 ağustos’un sorumlusu sayılmış, mühendislerin yetkileri genişlerken mimarların ki daralmıştır. Bu duruma karşı çıkılmamaktadır.
    2.İmar planı değişiklerine artık davalar tamamen duygusal (bkz: Cem Yılmaz) açılır hale gelmiştir. Köşe oteli, trumph tower, yanlışlıkla unutulurken, tasarım kent bedeli mukabilinde sümen altı edilmiştir.
    3.Serbest mimarlara karşı yürütülen haçlı seferi hızlandırılmış, diğer tüm mimarlar muaf tutulurken serbest mimarlar SMG ile yükümlü hale getirilmiştir.
    4.Oda da nakde dönüşmeyen hiçbir şey tutulmamaktadır. Aidat borcu olan eski üyeler fiilen ihraç edilmiştir.
    5.Mimarları yakından ilgilendiren ama yöneticilerin bilgi ve becerilerini aşan her durum görmezden gelinmiştir. Böylelikle uluslararası ilişkilerde, yerel ve ulusal yönetimlerle ilgili konularda mimarlar tam anlamıyla savunmasız bırakılmıştır.
    6.Türkiye’de kentsel dönüşümün yeni bir olgu olmamasına ve kentlerin kontrolsuz bir şekilde sürekli yapsatcılar eliyle parsel bazında dönüşmesine karşılık, bu dönüşümleri kontrollu, fen ve estetik kurallarına, sanata daha uygun hale getirmeyi amaçlayan ada bazındaki kentsel dönüşümlere karşı çıkılmaktadır.
    7.İMP eliyle iyi kötü bir planlama süreci oluşturulmuşken ve mimarlar odası da bu sürece davet edilmişken, “davete gelirsek sonra biz bilmiyorduk diyerek eleştiremeyiz” diyerek katılınmamış sonra da bu planın “katılımcı olmadığını” da söyleyerek davalar açılmış tribünlere gösteriler yapılmıştır.
    8.1995 planları dava açılarak iptal edilmiş sonuçta bu planlarda maksimum 3 emsal varken 10 emsallere ve kentin ana akslarını boğaz köprülerinden farksız hale getiren altyapı sorunlarına kapı açılmıştır.
    9.Tüm devrimci kesimler sürekli olarak odadan ihraç edilmektedir. 92, 96 kıyımlarından sonra 2010 kıyımları da gündemdedir.
    10.Mesleği temsil eden ve onun önündeki engellerin kalkmasını isteyen tüm kesimler odadan ihraç edilmektedir. 2004, 2006, 2008 kıyımında olduğu gibi.
    10.Oda yönetimleri her türlü sendikalaşmaya şiddetle karşı çıkmakta bunu da üyelerin haklarını korudukları iddiasıyla yapmaktadır.

    …. say sayabildiğin kadar.
    Bence bu yönetim anlayışıyla mimarlar odasının ismini değiştirmek lazım. Önerilerim:
    MDO: Mimarlık Düşmanlığı Odası, BMÖGKO:Bana Maaş Öde Gerisine Karışma Odası. BOVSP Bana oy ver seni pazarlayayım odası.
    Yazık çok yazık.

  11. kentlerin dönüşümünde uygar bir yolun takip edilmesi, yeni ihtiyaçlara göre şehirlerin rollerine proje tabanlı müdahalelerin gerçekleşmesinde esas önayak olması gereken bir mimarlar odası yerine yıllardır dönüşüme karşı suçlamalar yöneten bir oda görüyoruz ki bu çok absürt. projeyi suçlayan mantık mimarı sürekli potansiyel suçlu mertebesinde görmektedir ki böyle hastalıklı bir bakışla nasıl o mesleğin millet içinde temsil edilebileceğini anlamış değilim. bu neyin yararıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir