Bir çok projede imzası olan Özgür Turan Akşan ArtLite Mimarlık firmasının sahibi. Özgür Turan Akşan ile  ofisinde mimarlık konuları, mimarlık pratiği üzerine söyleşiyoruz.

 

 

Mimdap : İstanbul’da çalışıyorsunuz ve işler alıyorsunuz, şu anda ne tür işler ağırlıkla ilgilendiğiniz…

 

Özgür Turan Akşan: Biz genel olarak yüzde doksan eski eser yapıyoruz. Yeni projeleri çok fazla almıyorum eğer yeni bir proje alırsam Askeriye’den alıyorum. Askeriye’nin çalışma biçimleri hoşuma gidiyor, netler ayrıca rant kaygıları olmuyor, ihtiyaçları neyse onu istiyorlar. Daha çok eski eser yapıyorum son dönemde yönetmeliklerle ilgili olarak da çok fazla danışmanlık yapmaya başladım.  Belirli bir süreden sonra artık kanunları yönetmelikleri ezberlemeye başlıyorsunuz…

 

 

Mimdap : Eski eser işlerinin hukuku da önemli tabi.

 

 

Özgür Turan Akşan: Tabi,  arzuhalci gibiyim, bu dönemde sürekli bir dilekçe yazıp rapor gösteriyorum.

 

 

Ama dediğim gibi esas işimiz eski eser proje, inşaat ve diğer hukuksal veya takip işleri…

 

 

Mimdap: İstanbul’un hangi bölgeleri diyelim çalıştığımız alanlar; Kadıköy, Avrupa yakası, nasıl söyleyebiliriz?

 

 

Özgür Turan Akşan: Aslında her bölgede yapıyoruz İstanbul içinde. Bütün bölgelerde çalışıyorum, anıtsal yapılar daha çok Taksim, Beyoğlu ve Tarihi Yarımada içinde oluyor ve genelde devlet ihalesi açılıyor. Bunun yanında Boğazda, Kadıköy’de Adalarda da çalışıyoruz.

 

 

Mimdap: Peki korunacak tescilli yapılar açısından baktığımızda ülkeye ait bir sorun olmak üzere,  genel olarak söyleyebileceğimiz bazı eleştiriler var.  Bir kere tarihi kültür varlıkları envanterinin günümüze yeteri kadar iletilmemiş olması ve bilinçsiz imar hareketleriyle yok edilmiş oluşu, yerine bir sürü apartmanların dikilmiş oluşu tescillenmemiş oluşu gibi şeyler var. Peki bugün ki içinde yaşadığımız dönemde “koruma” adına ne söyleyebilirsiniz?  Hakiki bir koruma fikri, bunun kurulları, kurumları, fikri tabanı var mı? Bu alanı nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

 

GERÇEK MANADA KORUYAMIYORUZ…

 

 

ÖTA: Özet ya da sonuç cümlesi isterseniz “koruyamıyoruz”. Sonuç cümlesi bana göre o.  Bir şekilcilik var sonuç cümlesi olarak bunu söyleyebilirim. Ama bu konuyu iki türlü irdeliyorum. Biri kuramsal biri de pratik olarak. Kuramsal olarak bizim korumaya çok yakın olmadığımızı kabul etmemiz lazım, çünkü bizde tarihe baktığımız zaman bugüne gelene dek yaptığımız mimari, anıtsal mimari değeri olan binalar.  Onlar da padişahın saltanatı oluyor. 19.yüzyıldan sonra azınlıklara verilen haklarla beraber; azınlıklar kendilerine aslında yapı yapıyorlar. Şu anda da etrafımızdaki kalan tarihi yapılara baktığımız zaman genelde 19.yüzyıl sivil mimarlık örnekleri görürsünüz.  Çünkü padişahın halka borcu var; borcu ödeyemiyor, adamlara bari mülk vereyim diyor.

 

 

 

 

 

 

Şu ana kadar gelmiş olan binaların sivil mimarlık örneklerine bakıyorum, genelde değerlendirdiğimiz zaman yine azınlıkların binaları bunlar. Peki, nasıl bugüne kadar gelebiliyor? Bu süreci izlediğimizde azınlıklar kendilerine bina yapıyorlar. Levantenler özellikle kendilerine bina yapıyorlar ondan sonra insanlar yurt dışına çıkartılıyor. Öyle veya bu şekilde, hani mübadeleler oluyor, Eylül olayları oluyor…

 

 

Mimdap: Türkiye’deki bazı azınlıkların 1940 lardaki “varlık vergisi” sonra 6-7 Eylül olayları, Kıbrıs harekatı zamanları, Güney Doğu meseleleri gibi nedenlerle azınlık diye tabir ettiğimiz oysa buranın yaşayanlarının artık burada olamaması diyelim biz bunlara, bir tuhaflıkla karşı karşıyayız.

 

 

ÖTA: Evet! Terk ediyorlar bir şekilde ve terk ettikleri binalar burada kalıyor. Binalar uzun süre boş kalıyor, sonra işgalcileri oluyor.  Çünkü kent çok fazla göç alınıyor, işgalciler oluyor el koymalar oluyor.  Bir kısmını Vakıflar alıyor falan.  Aslında o binalar ya mal sahipleri geri dönerse diye de yıkılmıyor ve bina korunuyor bir süreden sonra tescillenme ve korunma bilgisi çıkıyor.

 

 

Daha önce yok çünkü bizde toplum olarak “koruma” anlayışı. Bir mülk veya bir yapıyı koruma (eğer cami, hamam değilse) öyle bir kültür yok. Ondan sonrada bir yanda benim kendi görüşüm yine dışardan empoze edilen koruma ilkesi ortaya çıkıyor. Bu toplumun kendi içinde bir dürtü yoksa kültür varlığını koruma dürtüsü gibi dürtü yoksa bu pratiğe çok zor geçirilecek bir şey ve şu anda günümüzün özeti de budur.

 

 

Şimdi o kuramsaldan pratiğe geldiğimde de şu an ki durumda sorunlar vardır. Sivil mimarlık örneklerinin özel mülkiyette olanlarının sahiplerinin çoğu “keşke 30 sene önce yıksaydım bak kardeşim yıktı 9 katlı bina yaptı” şeklinde konuşuyorlar. Bizdeki mantalite ağırlıkla bu şekilde.

 

 

Mimdap: Biraz başına bela kalmış gibi mi bakıyor eski eseri olan bina sahipleri?

 

 

 

 

 

 

ÖTA:  Bela haline gelmesi de iki ayrı sorun aslında birinci bela şöyle: Kuruldan proje çıkartamıyorsun.  En mantıklı isteklerinde tuvaletimi ben şuraya koyacağım deyince kurul hayır diyor.  O aslında özel hayata müdahale ev benim parasını ben ödüyorum tuvaleti ben yapıyorum sen hayatımda evime gelmeyeceksin tuvaleti nereye koyacağıma sen niye karar veriyorsun?  Pencere açacağım, yok diyor pencere açamazsın,  niye ben buradan dışarıya bakmak istiyorum, hayır olmaz diyorlar. Bu açıdan evet bir bela.

 

 

ESKİ ESER PROJELERİNİ ZORLU SÜREÇLER BEKLİYOR

 

 

Projeyi kurula verdiğiniz zaman ortalama bir senede geçiyor, bu da bir bela ve parasal olarak da normal projeye oranla daha fazla bir ödeme yapmanız gerekiyor inşaatı çok daha pahalı, evet o anlamda da bela ama genelde insanlar bu belaya girmeden önce “keşke yıksaydım  burada şu kadar katlı bina olurdu, bir problemimde olmazdı şimdide kentsel dönüşüme sokardım,  daha da fazla para kazanırdım” diyor.  Bu durum biraz önce söylediğim kültürel alt yapının olmamasından kaynaklanıyor bana göre. Ondan da hep şu örneği veririm: Mesela Amerika’ya ne deriz, köklü bir kültürü olmayan daha iki üç sene önce kurulmuş bir ülke deriz.  Bizim ise Osmanlımız var Selçuklumuz var öyle kültürlüyüz böyle kültürlüyüz… Şu anda ben üç göbek aynı evde doğan bir insanla tanışmadım oysa Amerika’da beş göbek aynı evde doğanlar var. İnsanlar evlerini koruyorlar hiçbir şeyine dokunmuyorlar.

 

 

Mimdap: 150 senedir bozulmayan kaldırımlardan bahsedilen Paris’te görüyorsunuz yada Avrupa’nın başkentlerinde binaların,  kamusal alanların o günlerdeki gibi durması…

 

 

ÖTA: Hırvatistan! Hırvatistan’a dokunulmamış örneğin. 150 sene diyorsunuz 1000 senelik, 1500 senelik yer taşı var orada bizde 5 senelik bulamazsınız.  Her seçimde değişiyor çünkü…

 

 

Yani o kültürle ilgili,  bir kültür alt yapınız olmadıktan sonra istediğiniz koruma kanunu çıkartın, istediğiniz kurulu koyun, istediğinizi yapın yine koruyamıyorsunuz.  Kaldı ki günümüzde de böyle… Yönetmelikler birbirleriyle çelişkili, adamına göre yönetmelik çıkıyor ister istemez o günkü koşula göre yönetmelik çıkıyor ve insanlar bunun arasında satır aralarını kullanmaya çalışıyorlar.

 

 

Pratikte bela olarak niye koruyamıyoruz normalde koruma kurulları esas olarak Venedik Tüzüğünden ve Koruma İlkelerinden yola çıkarak önce GEYAK vardı sonra koruma kurullarına dönüşüm oldu ve esas yönetmeliği konusunda uzman hoca diyebileceğimiz insanlardan oluşmuş Koruma Kuruluna,  proje sunan mimardan da daha üst bilgi düzeyi olduğu kabul edilen insanlardan oluşan bir komisyon olması gerekir.  Yurtdışında da bütün örnekler böyledir. Böyle de olması gerekir. Siz bir proje hazırlıyorsanız ve bunu birine onaylatmak istiyorsanız, onaylayan insanın teorik olarak sizden daha bilgili olması gerekir. Ama şu an günümüzde böyle bir durum yok. Siz 10 sene 15 sene deneyimli mimar olun, onaylayan insan yeni mezun bile olabiliyor. Veya maalesef hayatında eski eser görmemiş olabiliyor, bununla ilgili bir standart yok.

 

 

Mimdap: Bu birazda Kültür Bakanlığına bağlı değil mi?  Koruma kurullarına atamaları onlar yapıyorlar.  Bu kadroları oluşturmasındaki özensizlik ya da politika mı diyelim?

 

 

ÖTA: Özensizlik… Ya, bu konuda çok yorum yapmak istemiyorum ama ben bakanlıktaki insanların aslında bunun farkında olduğunu düşünüyorum. Ama bazen de emir demiri keser diye tahmin ediyorum. Yani yoksa bakanlıkta çok memnun değildir herhalde. Ben Ankara’ya gittiğimde orada cidden çok değerli insanlar var.  Ama bazen de olmayınca olmuyor demek ki. Bu yüzden fazla yorum yapmak istemiyorum…

 

 

Şunu da söyleyeyim bu arada, günümüzde olan polemik değil bu durum. Günümüz çok değişti de o yüzden böyle kalifiye olmayan işler daha çok yapılıyor. Eski GEYAK 1950 ‘liler falandı galiba,  GEYAK kararlarına bakıyorum ahşap binaların neredeyse hepsini tamam yıkabilirsin diyordu. Şimdi günümüzde olsa birinci dereceden tescil edilecek binalara “tamam tescile değer değildir” diye karar vermek olurdu bu. Bizde öyle bir koruma kültürü yok. Buradan kendimizi mesela Fas’la veya Mısır’la anca kıyaslayabiliyorum. Mısır’a gittiğimde de Reşat’ın yaptığı binalar vardı. Piramit E5’in yanında kalmış, yanında da bizdeki gibi böyle sıvasız binalar var. İnsanların umurunda değil.

 

 

Mimdap: Şöyle denebilir belki geçmiş dönemin belgelerine de bakıldığında röleve alma şekli, yapının tescilli bina olarak bilgilerinin toplandığı dosyalarının hazırlanmasının bugünkü standartlarda olmadığını görüyoruz. İstenen belgelerde öyle değil. Şu anda mesela proje hazırlanırken bundan on yıl önceki projeciliğe göre daha fazla detay daha fazla çizim daha fazla ayrıntı istendiğini görüyoruz. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

 

 

 

 

 

ÖTA: O teknolojinin getirisi gibi geliyor bana. Eskiden rapido ile çiziyorduk, 1/50 çiziyorduk mürekkep damladığında 2milim kayıyordu 10 cm demek o. Dijitale geçildi şimdi birebir çiziyorsunuz daha detaylı bakılıyor daha net çizgiler falan…

 

 

Mimdap :  Ölçüler alınışında da eskiden metre tutup ölçülürken şimdi daha dijital aletler kullanılıyor. Buna göre de kusursuz denetlemeler falan isteniyor oluşu farklı bir olumluluk sayılabilir belki…

 

 

ÖTA: Sayılabilir ama çizimlerin uygulaması var. O zaman ona geçmeniz gerekiyor. Eskiden Türkiye için örnek veremem ama mesela Almanya 2. Dünya Savaşı’ndan sonra sıfırdan yapıldı, eldeki rölövelere göre yapıldı. Yapan insanlar o binanın savaştan önceki haline gelmesini istediği için, malzemeden çalmadığı için yine birebir yaptı. Şimdi bakıyorsunuz demin de dediğiniz gibi projeler detaylı her şey on numara skeyn edilmiş, yani birebir kopyası ama artık usta kalmadı Türkiye’de. Taş ustası arıyorsunuz bulamıyorsunuz. Geçen bir haberlerde vardı yaşlı kadın İsa’nın resmini restore edeceğim diye sulu boya gibi bir resim yapmış ya Türkiye’deki uygulamaların çoğu da öyle. İstanbul’dakiler, İzmir’deki Büyükşehirdekiler nispeten daha kaliteli ama Anadolu’nun diğer tarafındaki yapılan uygulamalar çok tartışmalı.

 

 

Yani şöyle söyleyeyim size bir tane adam caminin restorasyonunu yaparken kurşunun pahalı olduğunu öğrenmiş caminin kubbesindeki kurşunu çalıp şıngıl kaplamış, adam neredeyse uygunluk alıyormuş bununla. Şuan siz usta aradığınızda doğru düzgün usta bulamıyorsunuz…

 

 

Mimdap: O halde uygulamanın da sorunları var bir miktar?

 

 

ÖTA: Şimdi devlet işiyle özel iş çok farklı oluyor onu da ayırmak lazım tabi.

 

 

Mesela anıtsal yapılar genelde devlet işidir, devletin olduğu için daha önce de padişahındı şimdide devletin hazineye kalıyor veya vakıflara. Şimdi mesela eskiden bir hamam yaptırdığınızda Osmanlı döneminde hamamcıyı çağırırdınız hamamı yapardı. Hamamda tüteklik olduğunu ayrıyeten adama söylemenize gerek yoktu. Bir 5-6 sene önce hamam restorasyonunda da bir mimarda bilmiyordu tüteklik nedir diye.  Hamamı yapan adam ihaleyi almış bihaber konuyla alakası yok, tüteklik yapmamışlar. Göbek taşı patladı bir iki kişi yaralandı.

 

 

Yani demem o ki bizim o eski mimariyle ilgili ne hatırlayan insan kaldı ne yapan insan kaldı. Şu anda iki fayans kaplayan adam ben fayans ustasıyım diye geziyor ortada bizde bir “ara elaman” kalmadı.  Yurtdışında çok fazla ara elaman vardır duvarcıysan bizdeki gibi hani böyle tırnak içinde söylüyorum hakir görülmez. Adam çok güzel duvar yapar. Adamın işidir o.

 

 

Mimdap: Ustadır, yetkindir. Mesleğini bilen insandır…

 

 

ÖTA: Ve ekonomik düzeyi de kötü değildir, orta seviyededir. Bizde iki eli kalem tutan ben müteahhitim diye ortada çıkıyor ve Türkiye’nin gerçeği belki o 100 liralık işe 50 lira veriyor sürümden kazanırım diyor ve ortada 5 tane yarım yamalak bitmiş inşaat oluyor.

 

 

Mimdap: Bu söylediklerinizi birleştirince ülkenin toplam kalitesi zaten problemli hale gelmiş oluyor.

 

 

ÖTA: Dediğim gibi şu anda müteahhitim diye gezen insanların çoğunun kalfa olması gerekiyor aslında hani cidden işinde uzman bir mimarın mühendisin yanında gerçekten çok iyi kalfalık yapabilecek insanlar kendine ben mimar mühendisim diye ortada dolaşıyor.

 

 

Mimdap: Çünkü bir finans yönetiyor ve yatırımcı hüviyeti ile bulunuyor ve bir çok şeyi gerçek kültürel bilgisi ve yaşanmışlık bilgisi olmaksızın istiyor ya da emrediyor diyelim.

 

 

KORUMA FİKRİ, BİR KÜLTÜR ÜZERİNDE GELİŞEBİLİR…  

 

 

ÖTA: Ama bunu da mal sahipleri de hak ediyor diyeceğim çünkü mal sahipleri az olsun iyi olsun demiyor.  Yani o birazcık toplumsal gerçek bu. O yüzden ara elemanı biz ezeriz toplum olarak, o yüzden çok fazla üniversite var o yüzden herkes mimar mühendis…

 

 

Bazen yeni mezun insanlara bakıyorum hani cetvel versen çizgi çizemeyecek insanlar.

 

 

 

 

 

 

Mimdap: Bu konuya şöyle girelim: Mutlaka ofisiniz ve çalışanlarınız takım, arkadaşlarınız oluyor. İlerleyen zaman içerisinde her şeyin daha iyi gideceğini umduğumuz zamanlarda hep böyle bir on sene önceyi arayacak bir noktayı yaşıyor gibiyiz. Çünkü mimarlık okullarında çıkmış arkadaşlarımızla onların mesleğe başlamaları ve o mesleği sürdürebilecek düzeyde asgari bilgilerinin donanımlarının olmadığı gibi bir kanata varılmaya başlandı. Bu kanı bir kere sizin açınızdan böyle mi? Şimdiki zamanda eğitim ve okullar düzeyinde baktığınızda ne dersiniz?

 

 

ÖTA: Yani burada tabi ki ölçebildiğim, görebildiğim örnekler mimarlık restoratörlük konusunda olabilir işim gereği ama ben diğer mesleklerde de aynı problemin olduğunu düşünüyorum.  Bu durumu biraz jenerasyona bağlıyorum. Ortalama 1985 sonrası doğumlularda bir sorumsuzluk mu nasıl tanımlanacağını bilmediğim bir problem var.  Öğrenme istekleri yok.  Bizim zamanımızdakilerde, benden öncekilerde bir yere girerdin öğrenmek için girerdin, hani öğrenmem lazım.  Çünkü benim bir şey bilmediğim kesin, yeni mezun olmuşum konuyu bilmiyorum yanına girdiğim insan yirmi senelik deneyimli otuz senelik deneyimli ve benim ondan bir şey almam gerekiyor.  Bu para değil,  benim konuyu öğrenmem gerekiyor. Bu doğru bu yanlış diye ve o zaman hani sabaha kadar çalışılırdı…

 

 

Ben hiç unutmam bir gün Ali Çiçek ile çalışıyordum. Bizde mimarlıkta çizgi çizilir işte yapı üçte atıyorum döşeme altı tane çizgi çiz üstüne yaz izalasyon tabakaları.  O çizgilerin ne anlama geldiğini ben bilmiyordum. Bir gün çizdim Ali beye verdim, Ali bey mahvetti beni, “bu ne” dedi bu uygulama mı olacak falan, ilk gün o zaman fark etmişim cidden dedim “bu çizgileri uygulayacak bir adam ne yapacak” bu çizginin ne olduğunu ben bilmiyorum. Bana epey bir bağırdı haklı olarak; ben şöyle yaptım gece üç buçuk gibi öğrenmişim artık çizgileri çıkmadım ofisten. O zaman internet falan da yoktu doğru düzgün yapı kitapları vardı kocaman bu çizgi böyleymiş bu çizgi böyleymiş şu şöyle birleşiyormuş bu böyle birleşiyormuş falan en son çözmüştüm yani.  Bir avm’nin kesitiydi avm’nin hangi noktasını desen cevabını verirdim. Aynı şeyi şimdi yapsak ben birine Ali beyin bana bağırdığı gibi haklı olarak bağıramam herhalde.

 

 

Ben size mimarım diye geliyorum size çizim gösteriyorum herkes psikolojik problemlerden bahseder psikoloğa gider, Özgür bana bağırdı şöyle yaptı böyle yaptı diye yakınır.  İşi öğrenmeyi hiç kimse aklına getirmez ama.

 

 

Mimdap: Bir zaman ve anlayış farkı var o zaman, öyle mi?

 

 

ÖTA: Evet! Yani mantalite farkı var.  Şu anda herkes ben haklıyım bana bir şeyler versinler, hakkımı savunacağım diyor. Peki senin yapman gerekenler, “eee ne yapayım, bilmiyorum unuttum,  görmedim, dalgındım…” diyebiliyor.  Herhalde sınırlı sorumlu bir durum var…

 

 

Mimdap: Mazeretler sonsuz sorumluluk neredeyse sıfıra yakın gibi diyorsunuz…

 

 

ÖTA: Tabii. Yanlış anlamışım ben onu bilmiyordum gibi şeyler söyleniyor. Tabii bu bağırmayı haklı çıkarmaz,  bunu sadece örnek olarak veriyorum. Ben kendim yaşadım ben burada birine yapsam kesin on tane psikolojik problemi çıkar ikinci gün.

 

 

Aradaki fark o oluyor yani, ben de dahil biz eskiden öğrenmeye çalışırdık. Çünkü bilmem gerekiyor ben mimarim diye bilmek için.  O diplomanın bir önemi yok benim diplomam hala okulda 10 senede tezi veremediğim için diplomamın aslını göremedim.

 

 

Öğrenmek istiyorsan şöyle düşün: Eskiden mimarlık okulu yoktu usta çırak ilişkisiyle gidiyordu, şu anda da aslında usta çırak ilişkisi devam ediyor. Yani mimarlıktan mezun olduğum zamanı düşünmüyorum bazen. Oysa buraya iş görüşmesine geliyorlar yeni mezun olmuş atıyorum geçen hafta mezun olmuş, Frank Gehry bir, ben iki diye anlatıyor adam.

 

 

Mimdap: Bir özgüven patlaması mı var acaba?

 

 

ÖTA: Acayip bir özgüven patlaması yani ben o kadar kendime güvenmiyorum adamdan 15 sene daha deneyimliyim. Gerçekten inanasım geliyor bazen. İnsanlar toplumun genel dejenerasyonundan bu hale geldiğini düşünüyorum…

 

 

Mimdap: Bir kısmı böyle ama birde hani bir çok özel üniversitelerin açıldığı devlet üniversiteleri diye kategorize edilen bölümlerin hoca gruplarının dağıtılması,  yirmi beş otuz sene önce İTÜ, Yıldız, ODTU, Mimar Sinan- Akademide daha ekol sayılabilecek bu okulların öğretim üyeleri ve oradaki yapılara bakıldığında gördüğünüz eğitimi artık bu saydığımız kurumlarda bile bulmak zor. Diğer yandan adı fakülte olan onlarca özel mimarlık okulu varken ne bekleyebiliriz?

 

 

 

 

 

 

ÖTA:  O bence demin de verdiğim örnek gibi mesela benim dönemimde yine daha tabi yumuşaktı muhakkak ama daha önceki sizin dönemlerde falan hocalar sertti. Ben mesela hayatımda hiç proje bırakmadım. Kendime yediremem, yediremediğimden bırakmadım. Şu anki jenerasyonu 30 sene önceki hocaların yanına verin ikinci günde herkes okulu bırakır. Aradaki fark budur. Yani hocaların kalitelisi kalitesizliği falan değil artık yani öğrencilerin bakışı çok değişti.  Gereksiz hak arama, hep bana hep bana şeklinde bencilleşme oldu, sen bana ne veriyorsun, ben sana bir şey vermek zorunda değilim, sen bana ne vereceksin diyor.   O yüzden artık ben inanmaya başladım, devlet okullarında evet dediğiniz gibi herkes gitti devlet okulunda kimse kalmadı.

 

 

Mimdap : Genel bir içerik boşalmasından bahsediyoruz galiba.

 

 

ÖTA: Tabii. Ve bundan dolayı hocalar soruşturmaya giriyor siz o hocanın yerinde olsanız yani bir hevesle bir şevkle öğrencilere bir şey öğretmek ister misiniz ben istemem açıkçası.  Öğretsem ne olacak öğretmesem ne olacak derim. Ben o mimarlık özelinde usta çırak ilişkisi olduğuna inandığımdan dolayı ki kendi çocuğumu da öyle okula verdim zaten aynı şeyi düşünüyorum kendi çocuğumda da, eğer bir kişinin kafası basıyorsa, sorumluluk sahibi ise ve bir şey yapmak istiyorsa işi, konuyu, mesleği bir şekilde zaten öğrenir.  O insanın okuluna da çok fazla gitmesine gerek yok kendi bulur ya sonradan okuluna gider ya kendi kendine eğiti, bir şey yapar. Fakat bir isteği yoksa Harvard’dan mezun edin hiçbir işe de yaramaz o yine Harvard mezunuyum diye ortada dolanır sadece diye düşünüyorum.

 

 

Mimdap : Peki büronuzla ilgili yine veya mesleki alandan bir şey daha soralım. Proje üretimi yanında yapı üretimin içerisinde bir müteahhit gibi bulunmuyorsunuz, projenizin mesleki uygulama sorumlusu anlamında denetleyici olarak bulunuyorsunuz değil mi?

 

 

ÖTA: Tabii. Resmen müteahhitim ama pratikte projelerimi denetlemiş oluyorum.

 

 

Mimdap: Aslında kamu idaresinin de yapıları denetlemesi gibi bir fasıl var ve bu 99 depreminden sonrada kurumları oluştu.  Şu anda üretilen yapılarda, bilhassa sizin alanınıza giren mesela restorasyon konularında yapım sürecinde gerçek bir denetim var mı? Ya da denetim nasıl olmalı? Ne olmalı ki hedeflediğiniz projeler gerçekleşsin. Projenizde dış cephe görüntüsündeki patineden ya da dokudan kullanılacak malzemelere sizin yazdığınız ve projede koyduğunuz kodların uygulanmasından bir yükleniciye de yaptırım olabilecek şekilde gerçekleşmesini sağlayacak olan şeyler nelerdir?

 

 

UYGULAMA ALANI DA BELLİ BİR GELENEK VE KÜLTÜRE DAYANMALI

 

 

ÖTA: Genelde projelerimin TUS sorumluluğunu alıyorum. Ben projelerimi ince denetlerim, o yüzden genelde inşaatını yapmadığım yerin TUS sorumluluğunu almam.  Belediye birimi KUDEB zaten denetliyor genel anlamda. KUDEB inşaatları denetliyor, Kadıköy KUDEB çok iyidir denetleme konusunda. Ama mesela bazı ilçelerin KUDEB’ lerine bakıyorum bir istikrar yok.  Bir belediyenin KUDEB’ in kabul ettiğini diğer KUDEB kabul etmiyor ama yönetmeliğe uyduruyorlar gibi bir durum var.  Mesela ilke kararı “özgün malzeme” der kurul kararında da öyle bazı KUDEB betonarmeye bile izin veriyor, normalde bu yasaktır. Ama izin veriyor bence olmaması gereken bir şeydir bu. O her şeyde olduğu gibi bireyden başlayan bir sonuç olması gerekiyor. Yani ben müteahhitsem ben işimi doğru yapmak istiyorsam(iki şekilde de geçer onaylatırım) zaten ben doğru yaparım. Ama yamuk yapmak istiyorsam siz ne yaparsanız yapın ne kadar kontrol koyarsanız koyun…

 

 

Mimdap: Onun yolları aranıyor mu diyorsunuz?

 

 

ÖTA: Şuanda da öyle yani yurt dışında mesela bizim kadar kurul yok. Mimarın sözüne inanıyorlar, ki ben birkaç tane yurt dışında proje yaptım.  Diyorum ki ben şunu soyacağım ondan sonra pencere çıkarsa yapacağım, çıkmazsa yapmayacağım. Söz mü diyor adam söz diyorsun ve restorasyon izni alıyorsunuz. Ama gerçeğini yapıyorsunuz çünkü başka türlüsünün anlamı yok. Ortada bir bina var 2-3 sene duruyor ben mi yıkacağım o binayı diye düşünüyor adam. Türkiye’de ise çok katı kurallar. Çok katı olduğu için insanları zorluyor. Sen ne kadar zorlarsan o da o kadar farklı yollar bulmaya çalışıyor.

 

 

 

 

 

 

Mimdap: Haklısınız… Proje aşamasında da çok sıkışıldıkça, “uygulamada siz şunu yaparsınız” gibi cümleler kullanılmaya başlanıyor. Proje safhasında tasdik merceği ya da tescil mercii projecinin zorlu çıkması karşısında kendi içlerindeki üyeler bile bazen “… tamam sen bunu böyle yap ama bizim söylediğimiz gibi göster” gibi neredeyse yol gösterecek duruma girebiliyorlar.  Hakikatte tasdikledikleri projeden farklı bir şey yapılacağını onlar da biliyor.

 

 

ÖTA: Tabi… Mesela kurullarda komik gelen şey, inşaat mühendisi üye yok. Bir yerde Allah’tan yok daha da uzayacak çünkü süreç. Çünkü restorasyonda binayı soymadan altına inmeden ne çıkacağını bilmiyorsunuz. Ben bir tane bina yapmıştım temeli yoktu binanın.  Adam yerin üzerine iki kalas koymuş üstüne 3 kat bina çıkmış. Temel yoktu yani 50cm kazmamış adam toprağı.  Bu durumu kazmadan, bakmadan bilemiyorsun ki o yüzden bir yerde Allah’tan inşaat mühendisi yok iş daha da uzayacaktı çünkü. Ama ikincisi de inşaat mühendisi yok atıyorum bina ayakta duramayacak anlatıyorsunuz. Hakikaten durumu anlayacak, yapının ayakta durup duramayacağına karar üretecek üye bulamamış oluyorsunuz.

 

 

Mimdap: Buradan farklı bir konuya geçmek istiyoruz. 30 sene önce örneğin; Amasya evlerinin korunması, Kastamonu sokağının korunması,  Sultanahmet TURİNG evleri gibi böyle bir tek ev ölçeğinde değil de daha toplu korumalarda falan bir tavır görürdük.  Müze ev diyebileceğimiz bir şey koruma anlayışıyla geçmişteki bir şeyin aynısını neredeyse canlandırmak esas alınırdı.  Ama bu projelerde o evlerin içinde hayat tekrar konulamaması gibi sorunlar olurdu. Halbuki Avrupa’da ve dünyanın birçoğu yerinde eski binaların içerisinde tekrar yaşanıyor. Burada şöyle bir bunu Türkiye için sorabilir miyiz bilmiyorum bu binaların içinde gerekli şekil değiştirmelerine izin verilmiyor olmasından kaynaklı olarak bir sorun var mı siz göre?  Bu tabi ki iki yönlü mesele gibi durabilir.  Bir vakitler Caddebostan cadde üzerinde olduğu gibi betonarme binalara üstüne ahşap çakarak, ikinci üçüncü katlara saçak parçası koyarak istismaralar da düşünülmeli.  Sizin düşüncelerinizi almak isteriz.

 

 

ÖTA: Bu demin dediğim gibi,  o niyet ve o kültürün bize yerleşmemesinden ilgili. Caddebostan deyince aklıma geldi Kalamış’ta Wyndham Otel var, onun karşısında Sokullu’nun kızlarının konağı var çok ünlü bir binadır. Ben oranın eski eser olduğunu öğreneli iki sene falan olmuş, çünkü üstüne 20 kat izni vermişler, altlarında revaklı falan bir bina, onun altını da oto galerisi yapmışlar.  Betonarme ve üstüne 20 kat. Bu Sokullu’da Osmanlı tarihinde çok önemli bir adamdır.  Söylemde ise “biz o kadar Osmanlı tarihine bağlı insanlarız”, oysa para kazanmak öncelikli olunca tarih falan hiç kimsenin gözüne batmıyor.  O işte, o kültür yok bizde. Avrupa’ya gittiğinizde siz isteseniz de o binayı yıkamazsınız, yanındaki komşun ayağa kalkar ama bizde ki gibi emekliler veya iş bulamayan insanların şikayeti gibi falan değil gerçekten, “sokağım mahvoluyor” diye kalkar. Kadıköy’deki binalara bakıyorsunuz mesela buraların hepsi bağ bahçeymiş.

 

 

Mesela Bostancı’da kadının çok büyük bir konağı varmış, işte dönümlerce bahçe.  Şöyle anlatıyor: “Babam çok zeki adamdı” diyor “bu konağı yıktırdı buraya 4 tane blok diktirdi”. Bloklara bakıyorsunuz hiç mimari özelliği yok, tasarımı da yok, adam orada metrekare çıkarmış, kat daire çıkarmış ve bundan çok para kazandık diye herhalde övünerek bahsediyor. Bu aslında utanılacak bir şey. Ve bu kendi malı için övünüyor da yan taraf aynısını yaptığı zaman yan tarafa diyor ki “çok güzel konak vardı da bu işte gudubet gibi binaları diktiler…” diyor.

 

 

Hep düşünürüm, refüjde mangal yakan insanlar var ya refüjde adam yeşillik buldum diye mangal yapıyor ama o yeşillik kendi malı olsa oraya nasıl kat karşılığı bina yaparım diye aşındırmadığı aşındırmadığı kapı kalmayacak, işte bu mantalite meselesi. O sokaklarla ilgili sokakların yaşaması çok zor çünkü bu dışardan da dayatılmış bir şey oluyor.  Çelik Gürlersoy mesela, Çelik Gülersoy’u ben TÜRİNG kurumuna iş yaptım biliyorum, adam pratik bir adammış,  adam restorasyonu yaparmış sonradan proje gönderirmiş şu binalar yıkılmadan ben bunları kurtarayım diye. Ama bizde öyle bir kültür yok. Birde cidden yaşatmak isteyen insanlar var son dönemde az da olsa. Belli bir maddi durumu yüksek olan insanlar eski eser köşk alıyor içinde oturmaya çalışıyorlar. Binayı yaşatmak için.

 

 

 

 

 

 

Mimdap: Evet! Örneğin Galata’nın içinde oradan mülk edinmeye çalışanları görüyoruz. Tarihi İstanbul’un bölgelerinde bulunmak isteyenler ve orda kendi kimliklerine uygun mekanlar ortaya çıkarmak, tarihsel kimlikle kendi yaşantılarını küçük olabilir ama ben o taşa basacağım o odada bulunacağım o tavan işlemesini göreceğim o kalem işinin altında olsun benim salonum diyecek insanları da görüyoruz.

 

 

ÖTA: Benim bir müşterim var o öyle bina yıkılmış, Özgür hanım bu tuğlaları kullanalım ne olur ben bayılıyorum bunlara diyor.  Ama odayı şurada istiyorum diyor kurul ona izin vermiyor. Adam cidden eski eserde kalmak istiyor. Eski eseri yaşatmak istiyor bina yıkılmış ben bunu ayağa kaldıracağım, yaşatmak istiyor cidden samimi, eski eserlere bayılıyor ancak isteklere  kurul izin vermiyor.

 

 

Mimdap : Bir de Modern dönemin, Türkiye Cumhuriyetinin modernlerinden olan eserlerin korunmasına ilişkinde bir sıkıntı yaşıyoruz. Türkiye’de hep korunacak kültür varlığı denince 1900’ lü yılların ya da 1800’ lerin sonralarında kalma yapılar anlaşılıyor. Bunların korunacağını varsayıyoruz ama işte bir 40’lı yılların yapıları sonra Cumhuriyet döneminin bazı modern çizgileri, Seyfi Arkan ’ın örneğin Ankara’ da İller Bankası geçtiğimiz günlerde tescilli olmasına rağmen yıkıldı.  Yine kule bölümü durmakla birlikte Karaköy Yolcu Salonu indirildi.  Uluslararası Modern mimarlık örneklerini, modern bir yapıyı korumakla alakalı ilgisizliğimize ve bilgisizliğimize ne diyorsunuz?

 

 

ÖTA: Şimdi ilk demin dediğiniz konular ilke kararı aslında biz Türkiye’ de ilke kararına göre 1900 öncesi yapılan ve yapılan ayrıca ahşap olan bütün binalar otomatikman tescillidir.

 

 

SON DÖNEM YIKIMLARI SİSTEMATİKTİR…

 

 

Mimdap: Mantalite böyle oluşturuluyor ve sadece o yöne mi bakılıyor?

 

 

ÖTA: İlke kararı o yönetmelikte falan net. Diğer türlüsü, ben tescillenmesi taraftarıyım.  1930 ‘larda 20 ‘lerde 40’ larda yapılan mesela Vakıf Hanlar var Kemaleddin Beyin yaptığı. Çünkü o dönemlerin usulü var,  Birinci Ulusal Mimarlık akımdan. Yine Vedat Tek’in binaları var. İstanbul’da  Prost ile çalışan mimar Rüknettin Günay  mesela, Tarık Zafer Tunaya merkezini yapmıştır,  Gezi parkının yanındaki gazinoyu yapmıştır.

 

 

Mimdap: Zannediyorum hala ayakta olan Kadıköy Halkevi binası onun imzasını taşır…

 

 

ÖTA: Bu bir üsluptur. Türkiye’nin geçmişinde çok fazla bir üslup yoktur. 50‘lilerden 60’lardan sonra kesilmiştir, mimari üretim kat karşılığına döndürülmüştür.  Onların bana göre tabiki korunması gerekiyor korunmakta zorunda ama bu da bir kültür meselesidir. Şimdi 600 senelik Osmanlı yapılarını korumakta bu kadar güçlük çekerken şu anda tartıştığımız Cumhuriyet’in yapılarını korumak politik bir problem haline gelebilir. Bu sefer Atatürk’ün evi yıkılıyor, ki ödül kazanmış bir projedir o Atatürk’ün evidir mesela –o da yönetmelikte nettir, Atatürk’ün gittiği,  yaşadığı,  ziyaret ettiği her yer otomatikman tescillidir- bu yapı da yıkılıyor.

 

 

Mimdap: Önemli olayların kongrelerin işte toplantıların yapıldığı yer bir mimari uslüp olmasa bile kullanılma amacına uygun olarak da zaten anıt olma ya da tescil alma sebepleridir zaten.

 

 

ÖTA: Evet sebebidir. Burada şöyle bir şey var bilmiyorum nasıl tartışılır: Cumhuriyet döneminin yapılarını özel olarak sistematik olarak yıkılmasını şuna benzetiyorum; IŞİD’ in şimdi Orta Doğuda yıktığı binalara veya İskenderiye Kütüphanesinin yakılmasına benziyor.  Çünkü çok fazla bir alt yapısı olmayan bir kültürde baskı ile gelip, gelenler topluma geçmişini unutturmak istiyorsa, ona ait olan bütün değerleri, özellikle mimari öğeleri yıkar.  Niye mimari öğeleri yıkar çünkü yerleşik düzenin sembolü mimari öğelerdir. O yüzden bunu ona benzetiyorum. Atatürk’ün evinin ne zararı var.

 

 

Mimdap : Ya da İller Bankasını yıktıktan sonra belediye başkanının yıkıntılar önünde poz vermesi  nasıl bir psikolojik “hal” dir?

 

 

ÖTA: Bu kişinin mesajlarını ben oldum olası anlamadım zaten. Dinozor heykeli var Ankara’da transformer dinazor heykeli ben gördüm…

 

 

Trabzonluyum Doğu Karadenizliyim. Doğu Karadeniz’inde aslında çok ciddi azınlık kültürü vardır. Benim bütün sülalem oradan gelir, hala da orada yaşarlar, sor hiç kimse hatırlamaz; çünkü her şey yıkılmıştır. Hatırlatacak herhangi bir sembol yoktur. Bu mimarinin sembolleriyle oynama gibi geliyor şimdi yapılan yıkımlar.

 

 

Mimdap: Söyleşimize katıldığınız ve görüşlerinizi paylaştığınız için teşekkür ederiz.

 

 

ÖTA: Ben de teşekkür ederim.

 

 

 

13 Comments

  1. Anlatılan hepimizin hikayesi, bürocuların hepsinin sırasıyla başına gelenler. Mimar sonuçta kendi başına rüzgarlara karşı ayakta durmaya çalışıyor. Kurullar, belediyeler, müşteriler hepsi mimarla mücadele içindeler.

  2. Projecilerin haline bazı konuşmalarda pencere açmışsınız. Zor olmaya başladı bir ofisi yürütmek. Kurumlara proje onaylatmak. Paylaşımlarınız için teşekkürler.

  3. Son dönem bu ülkede geçmişin izleri süratle ve acımasızca yok ediliyor. Tespitiniz çok doğru. Bu öyle hafife alınacak bir şey değil. Bir ağacı köklemek, yaşamını bitirmekten farksız.

  4. Proje yapmanın bu memleketteki özel sorunlarına bir bakış gibi okudum. Mesleğin nasıl yapılma zorluğuna düştüğünü ve hatta bazen layıkı ile yapılamadığını daha iyi anladım. Açık açık ifade edilen görüşler için teşekkür ederim.

  5. mimarların sorunları aratarak çoğalıyor. ancak çözüm yeri yok. bilhassa koruma projeleri bir muamma. kuruldan kurula değişen takdir yetkileri, işin savsaklanması, raportörlerin bir kısmının çok sorunlu olması kurullarla çalışma ve bu alanda iş almayı imkansızlaştırıyor. özgür hanımın bahsettiği konuları hepimiz yaşıyoruz.

  6. Yeni mimar olduğu yıllarda röportajda şikayet ettiği mesleki sıkıntıları için nasihat ettiğim, ağbilik yaptığım sempatik-sevimli çocuktu Özgür. Sempatik-sevimliliği bugün de geçerli. Ancak mesleki olarak büyük aşama gösterdi. Üstelik dobralığı da devam ediyor. Refüj örneği ve yorumu müthiş. Başarılarının devamını dilerim.

  7. Özgür hanımın sözlerinden süzülen koruma da tarihsel çevre ve kaliteli bir fiziki yapılaşma da belli bir kültüre, birikime dayanmak zorunda. En büyük eksiğimiz oysa bunlar.

  8. en zor şey kurullara iş yapmak. aylarca süren zulüm resmen. hepsi birbirinden farklı ve hiç bir bilimsel tarafı olmayan neredeyse keyfi sayılabilecek buyruklarla kabul red ya da şöyle değiştir metodlarıyla metezori iş düzeni. ben o çarka dayanabilen ve kurula bu kadar proje yapabilen Özgür hanımı dayanıklılığından dolayı tebrik ediyorum öncelikle.

  9. Yıllar önce mimarlığa başladığı yıllarda tanıdığım sevgili Özgür’ün kendini bu denli geliştirmesi ve bir çok projeye imza atması açıkçası beni çok sevindirdi. Bir meslek insanı olarak konularına hakim, çalışmalarını titizlikle yapan, mimarlığa hakkını veren ve şehrin birçok noktasında izler bırakan bu genç meslektaşımın başarılarının sürekli olmasını diliyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir