TMMOB Yerel Yönetimlerde Dönüşüm Sempozyumu başladı - MİMDAP
Ana Sayfa Bağlantılar Biz Kimiz İletişim Mimar İş İlanları
ANA SAYFA
TMMOB Yerel Yönetimlerde Dönüşüm Sempozyumu başladı
Share 17 Ekim 2007

TMMOB Yerel Yönetimlerde Dönüşüm Sempozyumu, Gazi Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi Dekanlık Konferans Salonu’nda başladı. Üç gün sürecek sempozyumda, Kuramsal Tartışmalar, Yerel Yönetimlerde Planlama Yaklaşımları ve Uygulamaları, Kentsel-Kırsal Dönüşüm, Yerel Demokrasi Tartışması Katılım Kavram ve Pratiği, Yeni Yasal ve Yönetsel Düzenlemeler, Yerel Yönetimlerde Personel Sistemi ve Performans Yönetimi, Yerel Hizmetlerin Görülmesi, Finans Politikaları ve Mali Yapı, Yerel Yönetimler ve Kentsel Yoksulluk başlıklarında 10 oturum ve belediye başkanlarının katılımıyla bir panel gerçekleştirilecek.

Sempozyumun açılışında konuşan Peyzaj Mimarları Odası Başkanı Ayşegül Oruçkaptan, küreselleşme politikaları ile birlikte yerel yönetimlerin yerel halktan uzaklaştırıldığını ve piyasacı zihniyete yaklaştırıldığını belirterek, “Yerel yönetimler piyasa sistemi ve antidemokratik konuma sıkıştırılmaktadır” dedi. Özellikle büyükşehirlerde gündemde olan “kentsel dönüşüm” olgusunun yalnızca yasadışı yapıların yıkılarak yerine çok katlı binalar yapılması olarak algılanmasının yanlışlığına değinen Oruçkaptan, kentsel dönüşümün “rant odaklı değil kamu yararına” yapılması gerektiğini vurguladı.

Bilimi, planlamayı ve kamusal denetimi dışlayan, planlı bir ekonomi yerine ranta ve spekülasyona dayalı bir ekonomiyi egemen kılan bu modelin siyasal iktidarların tercihi olduğunu vurgulayan Soğancı, “Demokrasinin evrensel değerlerinin ayaklar altına alındığı, planlamanın ve kamusal denetimin devre dışı bırakıldığı böylesi bir süreçte; merkezi yönetimler gibi yerel yönetimler de rant paylaşımın odakları haline getirilmiştir. Yerelleşme adı altında sürdürülen yağma hızlandırılmıştır. Türkiye’de yerel yönetim alanında, özellikle 1980’den bu yana hareketli bir süreç yaşanmaktadır. Bu hareketliliğin, kentsel kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, kentlerin imar, planlama, altyapı, ulaşım, çöp, su-atıksu gibi hizmetlerindeki yolsuzlukların artması, rant ve rüşvetin yaygınlaşması gibi niteliklere sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Merkezi vesayet altında, çıkar tezgahı gibi çalışan bir yerel yönetim dünyası oluşturulmuştur. Özelleştirme, yerelleşme ve ticarileşme böylesi bir dünyanın önemli ayaklarını oluşturmaktadır. Bugün yaşadığımız kentlerin mekansal ve çevresel olarak sağlıksız, yaşam açısından güvensizliğinin ardında; sosyal, kültürel yapının yozlaşması, gelir dağılımında ortaya çıkan uçurumlar, yoksulluk, yasadışı kazanç alanlarının egemenliği vardır. Pazarlanacak bir meta olarak görülen kentlerimiz, paranın simgelediği mekanlar haline gelmiş, sermaye egemen anlayışlı bir yaşamın belleği olmuştur” diye konuştu.

İçişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Zekeriya Şarbak ise açılışta yaptığı konuşmada, ağırlıklı olarak yerel yönetimler alanında son dönemde yapılan hukuki düzenlemelere yer verdi. Yerel yönetimlerin idari yapılarının güçlendirilmesi için yapılan çalışmaları anlatan Şarbak, 50 binden fazla nüfuslu belediyelere stratejik planlama zorunluluğu getirildiğini söyledi.

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı’nın açılış konuşmasında şunları söyledi.

“Değerli Konuklar,
Sevgili Arkadaşlar

Öncelikle hepinizi, TMMOB Yönetim Kurulu adına saygıyla selamlıyorum. TMMOB adına Peyzaj Mimarları Odamızca düzenlenen Yerel Yönetimlerde Dönüşüm Sempozyumuna hoş geldiniz.

Yerel yönetimler üzerine TMMOB’nin bugüne dek biriktirdiklerini sizlerle paylaşmadan önce, izninizle ülkemizin bu gününe ilişkin değerlendirmelerimizi sizlere aktarmak istiyorum.

Türkiye’de 12 Eylül öncesindeki 24 Ocak kararları ile başlayan neo-liberal değişim süreci, arada belirli duraksamalar olmakla birlikte, özellikle son on yıl içerisinde büyük bir hızla uygulamaya konularak, küresel emperyalist sistemin yeni düzenine entegrasyonda önemli bir mesafe aldı.

Uluslararası sermeye ile bütünleşmiş sermaye kesimleri ve onları temsil eden siyasi partiler eliyle savunulan küresel emperyalist sisteme eklemlenme doğrultusundaki politika, egemen yapı içerisindeki kimi farklı eğilimler var olmakla birlikte, devlet politikası haline gelmiş durumda.

Bugün ülkemizin ekonomisinden idari yapısına, hukukundan siyasetine kadar her şey büyük ölçüde uluslararası sermaye düzeninin gereklerine uygun olarak, emperyalizme bağımlılık ilişkileri içerisinde, hızla yeniden şekilleniyor.

Emperyalist-kapitalist sistemin taşıyıcılığını üstlenen AKP, bu yöndeki neo-liberal değişim programının kararlı bir uygulayıcısı konumunda. Sermeye çevrelerinin kapitalizmin yeni düzenine eklemlenme doğrultusundaki değişim talebiyle, toplumun değişim talebini de birleştirerek, arkasına aldığı muazzam güçle hareket eden AKP, ülkeyi piyasanın gereklerine uygun olarak baştan aşağı düzenliyor.

Seçimlerde de, sermaye çevrelerinin, ABD ve AB’nin desteğini alan AKP, bu politikaların sürdürülmesi yönünde, kendisini bir önceki dönemden de daha güçlü kılan, bir onay aldı. Seçim bu anlamda da neo-liberalizmin, her tür gerici ideoloji ile de bütünleşerek, kitleler üzerinde sürdürdüğü ideolojik manipülasyonun bir sonucu ve liberalizmin zaferi olarak görülebilir.

Seçimlerin sonuçlarından birisi de, sermayenin sözcülüğünü üstlenen AKP’nin, seçim öncesindeki tüm gerilimleri de atlatarak, başarı kazanabilmiş olmasıdır. Bu sonuç bir anlamda, burjuvazinin sistem içerisinde yarattığı özerk alanın ve etkinin de göstergesidir.

Bugün emperyalist-kapitalist sistemin yönelimleri doğrultusunda uluslararası tekellerle bütünleşerek güçlenen burjuvazi, sistem içerisinde daha önceki döneme göre daha etkin bir pozisyon edinmiştir. Ancak AKP’nin kazandığı bu güçle, tek başına sistemin mutlak yöneliminin belirleyicisi olacağı söylenemez. Seçim sonuçlarını, askerin siyaset üzerindeki etkisinin kırılması ve sistem içerisindeki çatışmalarda sermaye çevrelerinin zaferi olarak yorumlamak da doğru olmaz. Küreselleşmeye eklenme sürecinin egemen yapı içerisinde yarattığı farklaşmadan kaynaklanan çatışmalar ile bundan kaynaklanan gerilimler, farklı ton ve tarzda bu dönemde de sürmeye devam edecektir.

Bunlarla birlikte, küreselleşmeye eklemlenme sürecinin gereği olarak, kamu alanının sermayeye devredilmesine, emekçilerin haklarının gasp edilmesine, işsizlik ve yoksulluğun büyümesine dayanan, neo-liberal yıkım politikaları uygulanmaya devam edecektir.

Kapitalist küreselleşme sürecinin bir parçası olarak gelişen ve güçlenen, dini cemaatler, etnik milliyetçi akımlar, 12 Eylül sonrası oluşturulan egemen hegemonyanın içerisinde, kazandığı güçle, emekten halktan yana bir seçeneğin yaratılamadığı koşullarda, yoksul, emekçi, dışlanmış kesimler üzerinde etkili olacaktır.

AKP, küreselleşme çağının bu bütün yönelimlerini taşıyarak, onları besleyerek ve ondan güç alarak, bu değişim sürecinin taşıyıcısı durumuna gelmiştir. Dolayısıyla, bugün muhalefet de, AKP’nin bu politikalarına karşı, toplumda ortaya çıkan değişik tepkileri kapsayarak gelişebilecektir.

Bizim açımızdan yapılması gereken, neo-liberal yıkım politikalarına karşı, emekçiler ve ezilenlerle birlikte mücadele pratikleri geliştirmek, gericilik ve milliyetçiliğin toplum üzerindeki etkisini de bu yolla kırarak, yaşamın içerisinde geliştireceğimiz dayanışma ağları ile özgürlükçü ve demokratik bir toplumu yaratmaya dönük, ısrarlı bir çabayı ortaya koymaktır

Soru şimdi çok basittir: Biz değilsek kim? Şimdi değilse ne zaman?

Bu soruyu sorduk ve Kesk’le birlikte, TTB ile birlikte, 3 Kasım’da tüm demokrasi ve emek güçlerini, ben çağımdan ve insanlıktan yanayım diyen örgütlü örgütsüz tüm yurttaşları Ankara’ya “Özgür Demokratik ve Eşitlikçi bir Türkiye” mitingimize çağırdık.

Öncelikle bunu belirtmek istedim.

Değerli katılımcılar, yerel Yönetimler konusuna bu Türkiye değerlendirmesinin ışığında baktığımızda TMMOB şu konuların altını çizmektedir:

İnsanlığın binlerce yıllık uygarlık mücadelesinin mekânı olan kentler “özgürlüğün ve uygarlığın” kaynağı olarak algılanmış, demokrasi uygulamalarına tanık olmuş, ev sahipliği yapmıştır.

Son yıllarda ise, pazarlanacak bir meta olarak görülen kentlerimiz, paranın simgelediği mekânlar haline getirilmiş, sermaye egemen anlayışlı bir yaşamın belleği olmuştur. Kentteki yaşamın ekonomik ilişkiler, siyasi, sosyal ve kültürel ilişkiler dışındaki bütün boyutları toplumsal hafızadan silinmiş, toplumsal yaşamın öznesi olan kent halkı bir nesne haline getirilmiştir.

Kapitalizmin küreselleşme programı kapsamında yürüttüğü yoğun propaganda ile planlama kavramı ve ulusal-bölgesel-kentsel planlama saf dışı edilmiş, ülke çıkarı, toplumsal gelecek, dayanışma ve ahlaki değerler terk edilmiştir.

Türkiye’de, yıllardır sürdürülen plansızlık ve denetimsizlik, yanlış arazi kullanım politikaları, kaçak yapılaşma ve imar affı süreçleriyle de beslendiğinden sağlıklı, güvenli ve yaşanabilir kentler oluşturulamamıştır. Plansızlığın ve denetimsizliğin ağır sonuçları, özellikle 1999 Doğu Marmara depremlerinin yol açtığı felaketler ve yakın zamanlarda yaşanan sel, heyelan, bina çökme örnekleri ile de gözler önüne serilmiştir.

Rantın, yağmanın kıskacına sokulan kentlerimizin doğal ve kültürel değerleri, ormanları, yeşil alanları, sahilleri yok edilmekte, kamu arazileri elden çıkarılmakta, çevresel kirlilik ülkemizi bir ekolojik felaketin eşiğine getirmektedir.

Bilimi, planlamayı ve kamusal denetimi dışlayan, planlı bir ekonomi yerine ranta ve spekülasyona dayalı bir ekonomiyi egemen kılan bu model; bir çaresizliğin ve yetersizliğin değil, siyasal iktidarların bir tercihi olmuştur. Bu tercihin yanlışlığı ve korkunç sonuçları açıkça ortaya çıktığı halde gereken ders alınmamış, sağlıklı, güvenli ve yaşanabilir yerleşim alanlarının oluşturulması için gerekli politika ve uygulamalar gündeme getirilmemiş, TMMOB’nin uyarı, görüş ve önerileri dikkate alınmamıştır.

Demokrasinin evrensel değerlerinin ayaklar altına alındığı, planlamanın ve kamusal denetimin devre dışı bırakıldığı böylesi bir süreçte; merkezi yönetimler gibi Yerel Yönetimler de rant paylaşımın odakları haline getirilmiştir. Yerelleşme adı altında sürdürülen yağma hızlandırılmıştır. Türkiye’de yerel yönetim alanında, özellikle 1980’den bu yana hareketli bir süreç yaşanmaktadır.

Türkiye’de Yerel Yönetimlerde yaşanan bu hareketliliğin, kentsel kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, kentlerin imar, planlama, altyapı, ulaşım, çöp, su-atıksu gibi hizmetlerindeki yolsuzlukların artması, rant ve rüşvetin yaygınlaşması gibi niteliklere sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Merkezi vesayet altında, çıkar tezgahı gibi çalışan bir yerel yönetim dünyası oluşturulmuştur. Özelleştirme, yerelleşme ve ticarileşme böylesi bir dünyanın önemli ayaklarını oluşturmaktadır.

Bugün yaşadığımız kentlerin mekansal ve çevresel olarak sağlıksız, yaşam açısından güvensizliğinin ardında; sosyal, kültürel yapının yozlaşması, gelir dağılımında ortaya çıkan uçurumlar, yoksulluk, yasadışı kazanç alanlarının egemenliği vardır. Pazarlanacak bir meta olarak görülen kentlerimiz, paranın simgelediği mekanlar haline gelmiş, sermaye egemen anlayışlı bir yaşamın belleği olmuştur.

Ülkesel ölçekte yerleşmelerin yaşanabilirliğini ortaya koyacak olan bölge, çevre düzeni, nazım imar ve uygulama planı gibi planlar, o mekânın sosyal, ekonomik ve peyzaj değerleriyle kalkınmaya hizmet etmek durumunda iken; bugün bölge planlarından başlayarak, mekânın fiziksel organizasyonu kalkınmaya dayanan bir açılımla ele alınması beklenen planlar, arsa ve arazi spekülasyonlarını körüklemekten öteye gitmemiştir.

Halkın siyasal temsiline değil, siyasetten dışlanmasına dayanan ve örgütsüzleşmesini dayatan sürece karşı, halkın demokratik katılım ve denetim kanallarının açıldığı yeni bir siyasal ortamın yaratılmasının önemine inanan TMMOB; Yerel Yönetimleri, halkın karar süreçlerine ve denetime etkili bir şekilde katılabilecekleri zeminler olarak görmektedir.

Böylesi bir yerel yönetim alanının yaratılması öncelikle halkın örgütlü katılım ve denetimini sağlayacak siyasal toplumsal düzenlemelerin gerçekleşmesine bağlıdır.

Küreselleşme ve liberalizasyon politikaları koşutunda kamu hizmetlerinin özelleştirilmesini, yerel yönetimler için bir “reform” olarak sunan yasal düzenlemeler geleceğimizi ipotek altına almaktan başka bir şey değildir.

Ülke yararını göz ardı edenler, tüm değerlerimizi görmezden gelerek “kentsel dönüşüm projeleri” adı altında çağdaş kentleşme ve kalkınma politikaları yerine, siyasal ve kişisel çıkarlar uğruna, kentsel ve bölgesel rant yağmasına dayanan politikaları benimsemişler ve finans çevrelerinin yönlendirdiği kentsel projeler ile karşımıza çıkmışlardır.

Hemen her ölçekte ve bölgede kullanılmaya başlanan dönüşüm kavramı, kent ve peyzaj değerlerinin belirlediği anlamdan çok finansal olarak “arazi geliştirme” anlamında kullanılmaya başlanmış ve özellikle ülkemiz peyzaj alanları olan bölgelere saldırıları artmıştır.

Ülkemizin en önemli peyzaj alanlarından; İstanbul’da; Ömerli İçme Suyu Havzasında Organize Sanayi Bölgesi Planlaması, Galataport, Haydarpaşaport, Küçükçekmece Su Havzası, Kartal-Pendik Kıyı Kesimi Planlamaları, Dubai Kuleleri, Zeyport, Tarihi Yarımada Müzekent Projeleri, Küçükçekmece-Avcılar İç ve Dış Kumsalı, Kartal Alt Merkez Alanı; Ankara’da; A.O.Ç., AKM Alanı, Güvenpark, Ulus Tarihi Kent Merkezi, Kuğulupark, Papazın Bağı, Tüm vadi eşikleri olan Dikmen, İmrahor ve Zir Vadileri’ndeki imarlaşma; Antalya’da, Lara Kent Parkı’na Temalıpark diyerek metalaştırılması, Belek Fıstıkçamı Ormanı’na golf sahası yapılarak halktan koparılması gibi parçacı plan ve projelerin neredeyse tümüne; Onlar “kentsel dönüşüm” diyor, Bizler ise “finans çevrelerinin ağzının suyu akıyor” diyoruz. Ülkenin kent gelişimine ve ekolojik zincirlerine darbe ile geleceğimizi ipotek altına aldırmayacağız diyoruz.

Tüm ülkemizi bir kasırga gibi saran “Kentsel Dönüşüm Projeleri” ülke ve bölge bağlamında gerek kentsel doğal yapı ve yaşam sürdürülebilirliği gerekse ulaşım ve lojistik işlevler hakkında saptanmış bölgesel planlama stratejileri kamu yararına değildir, hak kullanımına uygun değildir.

Planlar üzerinde toplumsal uzlaşma sağlanmamış olmasına karşın yağmalanan kentlerimiz yoğun bir “rant projeleri” ablukası altındadır ve ülkemiz belirsiz bir kaos ortamına sürüklenmektedir.

TMMOB, kentlerimizin yağmalanmasına DUR demektedir.

Değerli katılımcılar;

TMMOB’ye göre:

Yerel Yönetimlerde, demokratik katılım ve denetimi gerçekleştirmek için birimler oluşturulmalıdır,

Yerel Yönetimler, yurttaşın müşteri değil eşit hakları olan insan muamelesi gördüğü bir yönetim olmalıdır,

Yerel Yönetimlerde, kentsel kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesini dayatan özelleştirme vb. politika ve uygulamaları terk edilmelidir,

Yerel Yönetimlerde, “Kente ve çevreye karşı suç” kavramı geliştirilmelidir,
Yerel Yönetimler, sağlıklı bir çevrede insanlık onuruna yaraşır bir yaşam için gerekli politika ve uygulamaları yaşama geçirmelidir,

Yerel Yönetimler, deprem riski altında bulunan bölgelerinde; yerleşim alanlarının envanterini çıkarmalı, mevcut yapı stoklarını bilimsel olarak elden geçirmeli ve can güvenliğini tehdit eden, yıkılması gereken yapıları yıkmalıdır,
Yerel Yönetimler, kentsel dönüşüm projelerini demokratik ve katılımcı bir anlayışla yaşama geçirmeli, rant kapısı olmaktan çıkarmalıdır,

Yerel Yönetimler, ortak yaşam ve dayanışma bilincinin gerektirdiği yeni kentsel yapıları (toplu konut, toplu taşıma ve yeni kamusal alanlar) geliştirmelidir,
Yerel Yönetimler, ulaşımı ticari bir işletme olarak değil, kamusal bir hizmet olarak ele almalı, otoyol ve kara taşımacılığına karşı, toplu ulaşım (deniz, demiryolu, raylı vb.) sistemlerinin kurulmasına ön ayak olmalıdır,

Yerel Yönetimler, tarihi ve kültürel mirası korumak ve geliştirmek için, kentsel çevrenin, tarihi ve kültürel değerlerin yağmasına, rant eksenli ilişkilere, yolsuzluk ve rüşvete karşı ödünsüz bir tavra sahip olmalıdır,

Yerel Yönetimler, engellilerin yaşamını kolaylaştırıcı her türlü sosyal ve mekansal düzenlemeleri gerçekleştirmeli, toplu ulaşım ve iletişim araçlarından ve diğer kamu hizmetlerinden ücretsiz yararlanmalarını sağlamalıdır,

Yerel Yönetimler, kadınların kendilerini daha iyi ifade edecekleri, çocukların ve gençlerin sportif, kültürel, sanatsal yeteneklerini geliştirecekleri, yaşlıların koruma altına alınacakları ortamları ve mekanları yaratmakla görevli olmaları gerektiğine inanmalıdır.

Değerli katılımcılar,

Bu sempozyumda bu konuları değerli bilim insanları ve uzmanların katkıları ile derinlemesine konuşacağız. Ben bu etkinliği TMMOB adına düzenleyen Peyzaj Mimarları Odamızın Yönetim kuruluna ve oda çalışanı arkadaşlarıma, Düzenleme ve yürütme Kurullarında yer alan arkadaşlarıma, görüşlerini bizimle paylaşacak olan bilim insanlarına ve uzmanlara ve bizlere onur ve cesaret veren siz katılımcılara TMMOB Yönetim Kurulu adına teşekkür ederim.

Bitirirken sizlerle TMMOB’nin Yerel Yönetimler ve Kente dair bir taahhüdünü, bir siyaset belgesini her kelimenin altını çizerek burada paylaşmak istiyorum:

TMMOB olarak bizler;

İnsan hakları ve temel özgürlüklerin vazgeçilmezliği ve insan kişiliğinin onur ve değerine olan inancımızı vurgulayarak,

İnsan yerleşimlerinin insan onuruna uygun, yaşamak, gezmek, görmek, kültürel etkinliklerde bulunmak amacıyla oluşturulması gerektiğini belirterek,
Doğal, tarihsel ve kültürel değerlerin korunması yükümlülüğünün, öncelikle yerel ve merkezi yönetimlerde olduğunu göz önüne alarak,
Kentli haklarının tanınması, uygulanması, korunması ve geliştirilmesinin işbirliği ve dayanışmayı gerektirdiğine ve kentli haklarının kentlilere diğer haklara ek olarak tanınan haklar da olduğuna ilişkin bir belirlemede bulunarak,
Hakların yaşam bulmasında kentli insanların sorumluluğunu da anımsayarak,
Kent halkının ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka görüş, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş ya da benzeri ve başka statü gibi bir ayrım gözetmeksizin, kentli haklarına sahip olduğuna olan inancımızı vurgulayarak,

İnsan hakları ve demokrasiyle kalkınma-gelişme arasındaki koparılamaz bağı işaret ederek,

Kent halkının iradesinin özgürce ifade edebileceği, kent yaşamının tüm yönlerine tam katılacağı koşulların yaratılması gerekliliğine inanarak,
Yaşadığımız coğrafyaların yerleşimlerinde insanlığın binlerce yılda geliştirdiği yönetim modelleri ve halk katılımının sağladığı olanakların ve birikiminin değerinden hareketle,

ulusal üstü belgelerde ve iç hukukta tanınmış hakların bu arada Rio ve Habitat-2 konferans belgeleriyle, Avrupa ölçeğinde kabul edilmiş bölgesel belgelerde yer alan hakların, Türkiye’de, yaşam bulması için çalışmalar yapmaya,

Kentlilere evrensel, bölgesel ve ulusal ölçekte tanınan haklardan, yerel ya da merkezi yönetimin uyguladığı politikalar nedeniyle yoksun bırakılan kent halkından, binlerce yıllık geçmişe sahip olan tarihsel, kültürel, mimari, çevre ve doğa değerlerinden, emekten, emeğin yarattığı değerlerden yana taraf olduğumuzu ,

Kentsel rant yaratma özel amacına dönük merkezi ya da yerel yönetim politika ve uygulamalarına karşı Kenti, kentliyi ve değerlerini savunacağımızı,

Burada bu sempozyum aracılığı ile de kamuoyuna duyuruyoruz.

Hepinize saygılar sunuyorum.”

Kaynak: TMMOB


Yorum yazmak için


  Avustralya’nın Melbourne kentindeki Penleigh ve Essendon Gramer Okulu’ndaki (PEGS) Müzik Merkezi, McBride Charles Ryan’ın (MCR) PEGS Kampüsleri genelindeki bir dizi girişiminin bir parçasıdır. 

Copyright © 2024 All Rights Reserved | Mimdap.org