Mustafa Sarısakal ve Salih Şencan: "Başka Bir Dünya Başka Bir Mimarlar Odası Mümkün…" - MİMDAP
Ana Sayfa Bağlantılar Biz Kimiz İletişim Mimar İş İlanları
ANA SAYFA
Mustafa Sarısakal ve Salih Şencan: “Başka Bir Dünya Başka Bir Mimarlar Odası Mümkün…”
Share 10 Ocak 2009

 

Söyleşiyi hazırlayan: Hasan KIVIRCIK

Bundan bir süre önce yaklaşık 20 imza ile “Mimarlara Çağrı” düzenleyen ve 17 Ocak günü toplantıya davet eden İstanbul’daki mimar meslektaşlarımızla, çağrının anlamı ve içeriği hakkında görüştük.
Mimdap

Mimdap: Dünyadaki gelişmeler, küresel kapitalizmin şok edici uygulamaları, bağımlı ülkelerin iç diyagramını bozan müdahaleler ve buna bağlı olarak meslek ortamının biriken sorunlarından bahsediyorsunuz çağrı metninizde. Meslek odaları seksenlere gelinceye kadar kendi dinamiğiyle meslek ortamına mesleki-demokratik hakları yönünde belirgin bir önderlik ve ülke kamuoyuna da demokrasinin gelişimi açısından perspektif sunabiliyordu. Tıkanmanın kaynağı nedir? Konjonktürel bir gelişme midir?

Mustafa Sarısakal: Konunun özünde hem toplumsal gelişmenin hem de ekonomik gelişmenin ortaya koyduğu sorunların bir neticesi olduğunu görmek gerekir. Dünyadaki değişmeler ve sürdürülen neo-liberal politikaların yükselmesi sorunun büyümesi ve belirginleşmesine katkı getirmiştir. Ama devrimciler ve devrimci demokratlar bu süreçlerde durumu değiştirmeye çaba göstermiştir. Mimarlar Odası geçmişine bakıldığında 1950 den 1980’lere kadar zorunlu üyelik, 1980 -2000 arası gönüllülükle gelişen, 2000 den sonra mesleği yetkinleştirmek üzerine gelişen, son aşamada ise MG ile kendisini ifade eden bir dönem var.

Yeni önermelerde bulunmak lazım ki, 1980 sonrasında yaşanan çözülmelere, kırılmalara karşı emekten yana toplum kesimlerinin beklediği çözümler ortaya çıksın. Ancak bu beklentiyi ve gereksinimi 12 Eylül’den sonra meslek odaları tam olarak kavrayamadılar ya da karşı mekanizmaları tam olarak kurmayı başaramadılar. Dolayısıyla şimdi gelinen noktada, bizlerin de dahil olduğu 1990 yıllarındaki çalışmalarda bir kesiklik oldu. Eski ilişkiler ağını da içerecek şekilde şimdi ortaya çıkan yapının bu eksikliği gidermeye çalışırken; ama bu çıkışın da genç düşüncelere, farklı yeni bakışlara ihtiyacı olduğunu da söylemek lazım. Özellikle son genel kurul süreci çok daha ayırt edici bir biçimde kendini gösterdi ve bizler bu sürecin hızlı gelişmesi ve MİM grubunun kendisini tam olarak ifade edecek ortamları bulamamasından dolayı bir iletişimsizlikle karşı karşıya kaldık.

Salih Şencan: Biz bir grup arkadaşız en sonunda. Temel hatlarıyla birincisi mimarlık mesleğinin içinde olmamız diğeri emekten, barıştan yana olmamız. Şimdi Mustafa ne söylerse onu anlamaya çalışmakla beraber ondan farklı düşünebilirim ve katılamayabilirim, arkadaşlarım da benim düşüncelerime katılmayabilir. Çoğulculuk dediğimiz bu aslında. Ama sonuçta temel olarak çok büyük belirsizlik değil bunlar. “Mimarlar Odası toplum hizmetinde” diyen bir anlayışın aslında mimarlığın toplumun hizmetinde nasıl olabileceğine dair görüşleri geliştirdiği, buna ilişkin bir yeniden örgütlenme sürecidir konu edilen. 1980’lerden sonra olağan üstü genel kurullar içinde; Nevşehir’de, Ürgüp’te, Bursa’da ve en sonunda Mersin’de (ve 2009’da gerçekleşecek) yapılan tartışmalarda yeniden örgütlenme meselesidir bu. Toplumlar ve meslek grupları ya kendileri kurallarını koyarlar, ona göre çalışır, bunu meşru kılar ve buna ilişkin normlarını oluştururlar, meslek normlarını ve örgütlenme normlarını… Ya da bu dayatılır.

Hegel felsefesinde de dayatılan o şey eğer, varlığını sürdürüyorsa ve yaşıyorsa, haklıdır der. Meşruiyet haklılıkla beraber var olan bir şeydir. Dolayısıyla biz istedik ki Mimarlar Odası’na veya meslek odasına, böylesi bir dayatmadan önce toplum hizmetinde mimarlığın tartışılabileceği mimarlar arasında platformların oluşturulması ve Mimarlar Odası’nın yeniden geçmişteki deneyimlerinden bugüne ışık tutacak –acaba bir çıkarsama yapabilir mi-yi birlikte, geniş beyin potansiyeli ile tartışalım. Bizim adımıza birileri karar alıp uygulamasınlar, biz de bunun süngüsü olmayalım dedik. Netice itibariyle herkesin dediği gibi, kimi aba altından sopa gösterelim diyor. Bak, 29 Mart seçimlerinden sonra, TMMOB ve meslek örgütleri yasası değişecek diyor. Değişecek derken aslında şu andaki mevcut durumun sanki korunması gereken, idealize edilmesi gereken bir yapı olduğunu ve şu anda bunları bir tarafa bırakalım, “zaten üstümüze geliyorlar” psikozuyla böyle bir korumacı zihniyetle, bir muhafazakâr statükocu durumu öneriyor.

Bir de 1953’te Mimarlar Odası yoktu, varsay ki 2009’da da yok. O zaman bugünün koşullarında mimarlar ve mühendisler nasıl bir meslek örgütü oluştururlarsa toplum hizmetinde mücadele yürütülmesinin çalışmasını yapalım dedik. Şimdi özetle, bu çağrıyı yaparken, yaklaşık genel kuruldan 11 ay sonraya ya da bir sene sonraya denk düşmesinin nedeni, aslında hakikaten bir kere, son geçtiğimiz 4 genel kurulun, yönetimde olan anlayışların mutlak olarak artık sürdürdükleri bir çizgi vardı. O çizgi ise demokrasi ve katılımcılığı hakikaten, genel kurullara gelip, seçimlere gelip sandıklarda kendilerine atılan oy ve bununda aslında kendilerine tanınan bir haklılık ve meşruiyet olduğu noktasında bir dayatmacı zorunluluk ilişkisi yarattıklarını gördük. SMG’de de bu böyledir, büro tescilinde de bu böyledir, proje vizesinde de bu böyledir, zorunlu üyelikte de bu böyledir. Ama bugün Mimarlar Odası’nın 34 bine yakın üyesinin, 13500 tane İstanbul üyesinin de yüzde kaçının zorunlu üye olması gerektiği konusunda sıkıntılar vardır. Oda elinde tuttuğuna, yaptığı işi ve projesini kaydedebildiklerine bu zorunlulukları kabul ettirebilmektedir. İşte sorun buradadır: bir yerde bir zorunluluk ilişkisi varsa ve bu tartışılmaması gereken de bir konuysa…

“Toplum yararına kendi mesleğimizi nasıl sürdürebiliriz?”

Mimdap: Hem grubunuzu hem düşüncelerinizi biraz daha açar mısınız?

Salih Şencan: Şimdi ben grubumla beraber, barıştan, demokrasiden, çoğulculuktan vs. maksimum düzeyde örtüştüğüm, grup olarak davrandığım arkadaşlarımla beraber, bazı konuları hepimiz açtığımızda, paylaştığımızda; dünyadaki mimarların ve mimarlığında çözemediği meseleleri ortaya koyduğumuzda bunları görmeye çalışıyoruz. Örneğin, mimarlık toplum hizmetinde nasıl olur? Şili’de bir mimar, Alejandro Aravena; toplum hizmetinde mimarlık yapıyor bu kişi. Bir taraftan bu insan, çok ciddi bir petrol şirketinin CEO’su, bir taraftan üniversitede ders veriyor. Yaş 41. Hakikaten sektör dergilerinde bugün, 1990’lı yıllardan sonra çeşitlenen sektör dergilerinde gördüğümüz, nasıl yapılabileceği üzerine, herkesin şaşkınlıkla baktığı, ne kadar güzel olmuş, malzemeyi ne kadar güzel kullanmış dediği güzel binaların dışında, bu tür işler yaparken meslekten soğumuş, bar işletmeye başlamış bu adam. Sonra da, C grubu gelir düzeyinde(A plus, B plusı düşünün), hiçbir zaman konut sahibi olamayacak insanlar için inanılmaz modellerle, oradaki yerel yapım teknolojileri ile ve hakikaten mimari nosyonunu ortaya çıkararak, o insanlara insanca yaşayabilecekleri, güzel, sağlam, yaşanabilir binlerce mekan, toplu konutlar yapmış ve hala da yapıyor. İşte bu toplum hizmetidir, bu şu anda özellikle Latin Amerika’da çok gelişen bir şeydir, işte Arjantin’de çıplak ayaklı doktorlar var, Şili’de Mexico City’de çok ciddi sayıda toplum hizmeti verenler var. Ama Türkiye’de, Avrupa’da, Amerika’da böyle şeyler yok mesela. Ama insanlar evsizler. Bugün Türkiye’de çalışabilir genç nüfusun iki buçuk milyonu işsiz. İşsizse evsiz de demek. Ama bu arada her sene beş yüz bin konutla bir milyon konut arasında bir konut üretilmesi gerektiği gibi bir hikâye var ortada. Üretilen konutlar ortada! Mimarlığın ne kadar önemli olduğunu ve toplum üzerinde kullanılmasının ne kadar önemli olduğunu vurguluyorum. İşte Mimarlar Odası; mimarında toplumla arasındaki kopukluğun ve meşruiyet ilişkisinin şu anda sorgulandığı bir dönemden, önce mimarın bu ilişkiyi teşhis etmesi ve Mimarlar Odası’nın bu ilişkinin bir yerinde olması gerekiyor.

Mimdap: Nasıl olacaktır bu söyledikleriniz?

Salih Şencan: Farklı eğilimleri, farklı mesleki uygulamaları, farklı alt çatıları, farklı ideolojik yapıları olan, ama toplumdan yana olan, bağımsızlıktan yana olan, demokrasiden yana olan insanlarla birlikte, “toplum yararına kendi mesleğimizi nasıl sürdürebiliriz”in tartışılması gerekiyor. Bugün bakacak olursak, Mimarlar Odası 1968’li yıllardan gelip 1980’li yıllara kadar yükselen siyasi mücadele ile beraber, tabiî ki arkasında çok ciddi yedekleri vardı, çok ciddi öncü güçleriyle bunu sürdürdü. Devrimci sendikalar, devrimci gençlik örgütleri, hatta ordu içersinde, polis içerisinde, memur sendikaları içersinde vs. Mimarlar Odası da onun içersinde çok fazla abartılmayacak şekilde idealize etmemek koşulu ile yerini aldı. Ama 1980 sonrası hepsi kesilince, Mimarlar Odası da açığa çıktı ve aslında o geleneklerindeki, tarihindeki mirası kırpa kırpa senelerdir bu noktaya kadar geldi.

Uygarlık hiçbir zaman tek bir gruba, tek bir yönetsel erke miras değildir. Uygarlık dediğiniz şey; yani içerisinde, düşüncenin, sanatın, mimarlığın, estetiğin, sosyolojinin, kentleşmenin vs. olduğu bir gelişim sürecidir, ta taş devrinden bu yana. Dolayısıyla bu mirasın sahibiymiş gibi, bunu yok etmeye kimsenin hakkı yok diye düşünüyoruz. Bazı insanların bu hak etmeye karşı olmak adına, bu hakkı kendinde görenlere küserek meslek platformlarını ve meslek odası platformlarını terk etmelerini ben, kendi adıma doğru bulmuyorum. Bu tartışmanın özellikle Mimarlar Odası’nda yapılmasını istememizin nedeni, özellikle Mimarlar Odasının tüm üyelerine ücretsiz dağıtılan bir yayın organında duyurusunu yapılmasını istememizin nedeni; odaya rağmen bir şey değil, odayla birlikte, oda yöneticileri ve geçmiş yöneticileri ile birlikte ve bu konuda kafa yoran herkesle birlikte bir tartışma ortamını yeniden başlatabilmek cesaretini göstermek içindir.

Biz bu cesareti göstereceğiz, bu cesaret çok önemli. Bu cesaretten sonra, nerelere kadar gideceğiz? O çok önemli. Bu toplantıdan şöyle bir sonuç çıkmayacak, çıkmaz, çıkmasını beklememek gerekiyor. Çıkmasını bekleyenler yakın ittifak hayalleri içersindedir. Yani herhangi bir şekilde 2010 senesindeki yönetimin, nasıl teşkil edileceğine ve yahut da bu teşkil edilecek yönetimin ittifaklarına ilişkin şeyler çıkmayacaktır. Mimarlar Odası’nda artık demokratik bir tartışma geleneği başlayıp, bu süreçler daha demokratikleştirilse, kendi mecrası içerisinde zaten bu vaziyet oturur. Ona yardım etsin diye bu çağrıyı yaptık. Katılımcılığı, çoğulculuğu ve demokrasiyi sadece genel kurul gündemlerinde ve günlerinde değil, hakikaten süreçler içersinde sağlamak lazımdır.

Mimdap: Bu çağrıyı düzenlerken,” Mimarlara Çağrı” başlığı ile verdiniz. Bunu niçin bu gün için gerekli gördünüz  ve siz kimsiniz? Bu çağrı altındaki imzalar, siz neyi temsil ediyorsunuz?

Mustafa Sarısakal: Neden gerekli gördük? Aslında bu süreç, öncesinde olması lazımdı, genel kurul sürecinden veyahut merkez yönetim kurulundan sonra olması lazımdı. Bizim bu konuda İstanbul Şubesi’ne de bir talebimiz oldu; ancak onlar da farklı bir takım değerlendirmeler yaptılar ve kendi içlerinde de onun değerlendirmesini yaptıklarını düşünüyorlar. Ama bizim önermelerimizdeki yaklaşımla hiçbir alakası olmayan bir yaklaşımda onların o toplantısının ana başlığı.

Dolayısıyla ondan sonra işte, tekrar bir tartışma sürecinin geçmesi, bu arada bir yaz dönemi girdi, onun için yaz döneminde yapmanın zaman açısından uygun olmayacağını düşündük, bugünlere ondan dolayı geldik.

Biz kimiz sualine gelince; öncelikle 68 kuşağının temsilcilerinin, yani o düşünceyi içselleştirmiş bireylerin, eski yandaşlıkların birlikte davranmalarının sonucunda tekrar bir araya gelen bir yapı, o da kendisini daha oluşturmaya ve tarif etmeye çalışıyor. Sadece İstanbul’la sınırlı değil. Özünde meslek ortamlarının hepsine hitap eden, toplum ve kamu yararını ön plana çıkaran, çevreye, barışa, emeğe, topluma saygılı, dayatılan yaşam tarzlarına alternatif düşünceleri ön plana alan ve alternatif biçimleri, model ve programlarını sunmaya çalışan, onların arayışları içersinde olan bir grup. En geniş katılımın sağlanacağı, ekonomik- demokratik-siyasal uygun zeminlerin oluşturulacağı, zorunlu üyeliğin olduğu bir alanda, her tür bireye çalışma alanlarının yaratılacağı ve onlarla ilgili çalışmalarda önlerinin açılacağı bir düşünce yapısı ve sistemi düşünüyoruz.

Aynı şekilde, Salih’in biraz önce söylediği; küreselleşme karşıtı platformlarla ilintilerini kurmayı düşünen, verdiği çıplak ayaklı doktorlar platformu gibi bir yapı bu. Son dönemde dünya üzerindeki ekolojik felaketlerle ilgili, iklimsel değişmelere karşı önermeleri olan ve bununla ilgili meslek alanlarındaki sorgulamaları yapacak bir anlayışı ortaya getirmektedir mesela.

Metropollerde ve kentlerde emekçi sınıf ve katmanlarının söz ve karar sahibi olması yerel yönetimlerle ilgili, bunların daha geliştirilmesi doğrultusunda yeni modeller ortaya koymaya çalışır.

Mimdap: Bu düşünceleri oda üzerinde uygularsak…

Mustafa Sarısakal: Mimarlar Odası içinde ve dışında, platformların ve modellerin yeniden tartışılacağı ortamları yaratmak gerekiyor. Bununla ilgili Merkez Yönetim Kurulunun Mersin’de yapmış olduğu bir danışma kurulunda çıkan bir bildiri var. Bu bildiride şöyle diyor:

“Demokratik, katılımcı, kapsayıcı, paylaşıcı örgütlenme niteliğinin geliştirilmesi, mimarlığın toplum hizmetinde olacağı bir geleceği oluşturmaya yapılan çağrı…” şeklinde sonlanan bir metin. Bu hakikaten önemli. Hem Mimarlar Odası’nın geçmiş birikimlerini, şimdiye değin toplumla, kamuya yönelik yaklaşım biçimlerindeki anlayışlarını içeren öz ifadeler. Ancak tabi burada, benim kişisel olarak kuşkularım var. Sanki vücutla kafanın arasında bir farklılık söz konusu gibi. Yani bu düşüncelerin ortaya konması tabî ki güzel, yazılı hale getirilmesi tarihe not düşülmesi anlamında da çok önemli, ancak tabi bunların yapılabilmesi, hayata geçmesi, onu benimsemiş olan anlayışlarla gerçekleşebilir. Şu dönem içersindeki geçilen süreçlere baktığımızda, orada biraz hayal kırıklığı görüyoruz. Mesela buna bağlı olarak, örgütlenme üzerine bir takım çalışmalar yapılmış. Benim, orada oluşan komisyonun yapılanmasına ilişkin bir muhalefetliğim var, o da şundan dolayı: yine toplu bir örgütlenme konusunda komisyon oluşturuyorsunuz ama yine bir bürokratik yapı halinde merkez, şube ve büyük şubelerin başkanlarından oluşan bir yapı.

Hâlbuki o konumda olan insanlar, zaten düşüncelerini, fikirlerini her platformda iletebilecek konumdalar. Aslında bunun daha farklı düzenlenmesi, yani tabandan yukarıya doğru bir örgütlenme biçiminin, bir düşünce geliştirme platformunun benimsenmesi gerekiyor. Tabi bu çok önemli bir ilke, bu ayırıcı bir şey zaten. Onu da orada pek göremediğimiz için, sonucunda olacak olanları, o metni incelediğimizde, kuşkularımızın önemini orada yakalıyoruz. Aslında böyle bir çalışma mimarlar camiasını ilerleten ve daha bir aktif düşünceyi geliştirme konusunda bir manivela olabilir. Bunu tabi daha etkin hale getirmek, mimarların buna gönüllü ve istekli olarak katılmasından da geçiyor. Her ne kadar bunun engellenecek bir takım mekanizmaları geliştirilse de… Sonuçta bugün öğrendiğimiz, 17 Ocak toplantısının çağrı metninin Mimarlara Mektup’ta grup ismi belirtilmeksin yayınlanabileceği konusu yönetim kurulu başkanı ile konuşulmuşken şimdi son sayıda yayınlanmaması bunun bir ifadesi.

Salih Şencan: Bu arada bir düzeltme yapayım; 14 yada 15 Ocak’taki Mimarlara Mektup sayısında bu yayınlanacakmış.

Mustafa Sarısakal: Çok uzak, çok uzak. Dün aynen bir toplantıda bunu söyledim, bunlar yayınlarlar ama 17 Ocak’tan sonra dağıtacak şekilde dedim, aynen öyle çıkıyor, böyle bir operasyon yapmışlar şimdi de.

Mimdap: Konumuza tekrar geri dönersek, genelde belki hepimizin katılacağı bu sonuç metinleri, kurullarda bir akıl birliği ile çıkıyor ama bunların bir uygulanma safahatı bir de, bizzat bu metinleri hayata geçirecek olan yönetim kurulunun, onun zihniyetinin katılıma açık, farklı düşüncelerdeki insanların da örgütlenme içerisinde bulunmasına olanak tanıyacak bir görüşü olması lazım. Şimdi bu zihni açıklığın bulunmadığı süreçlerde bu değerli metinlerin ortada gezmesinin de pek bir anlamı kalmıyor herhalde. Ne dersiniz?

Mustafa Sarısakal: Haklısınız ama yine de o metinlerin olması tabiî ki bir tartışma platformu yaratacaktır. Burada bir süre önce bu konuyla ilgili bir örgütlenme toplantısı da yaptık biz, belki biraz daha dardı, Ankara’dan da arkadaşlarımızın katıldığı bir toplantıydı. Biz bunu vurguladık, o arkadaşlarımız da aynı endişeleri taşıyorlar. Yani, bu süreçte böyle yaşanacak gibi gözüküyor.

Mimdap: Mimarlar Odası’nın kendi iç örgütsel ve yeniden yapılanma, kendi kendine oluşturduğu paradigma ile hayatın ortaya koyduğu paradigma aynı şeyler mi? Genellikle, şubelerin temsilci sayıları, delegasyon meseleleri, onların hangisinin üstte altta duracağının daha çok konuşulduğu örgütlenme toplantılarından sonra, birkaç yıl o komisyonlar çalışıp, genel kurullar safhasında çok küçük rötuşlar yaparak çıkılır. Hâlbuki akan hayata ilişkin başka bir sorun vardır. Yani Mimarlar Odası örgütlenmesi şu anda Türkiye’deki mimarlığı, mimarlık yapanları, onların sorunlarını, onların yaşamlarıyla kurduğu ilişkileri, işleriyle var olma mücadelelerini, toplumla kurduğu ilişkilere ait bir duruşu ve onları kapsayacak bir temayı ortaya koyuyor mu?

Mustafa Sarısakal: Onunla ilgili tabiî ki koymalı, zaten örnekte verdiğimiz 80 öncesindeki Mimarlar Odası’nın toplum ve kamu yararına yaptığı uygulamalar bu konunun bir tarafını anlatıyor. 80 öncesinde denmiş ki, kent topraklarının kamulaştırılması denmiş, sağlıklı planlı kentleşmeler denmiş, barınma hakkını karşılayacak ekonomik sağlıklı konut üretilmeli şeklinde bir takım önermeler olmuş. Ama bunların tabi, neyi ne kadar gerçekleştirmişiz, gecekondu sorunları üzerine çalışmaları oldu. Ancak; 80 sonrasında tabi sorunların çok farklı boyutlar almasına karşın, oda yönetimleri yahut genelde TMMOB bünyesi içersindekiler ya da sivil toplum kuruluşları, kendilerini o gelişmelerin karşısında çok fazla geliştiremediler. Toplumun ve o gelişmelerin dinamiklerinin arkasında kaldılar. Hatta süreç içerisinde onları çözen, onlara projeksiyon veren, onları yönlendiren yapılar halinden tamamen edilgen bir hale dönüştüler. Burada yine bir örgütlenme çalışması ile ilgili, odanın acaba sicil kurumu niteliğinde mi bir yapı olmalı yoksa, devrimci bir yaklaşımla yeni önermeleri yapabilecek ve hükümet dışı bir inisiyatif olma gücünü tekrar topluma kabul ettirecek bir yapıda ve o yönde adımlar atacak bir yapıda mı olmalı diye sormalıyız.

“Çok renkli bir mozaik”

Mimdap: Toplumsal kutuplaşmada gözlediğimiz, son 10 senedir; Türkiye’nin laik – anti-laik ya da Atatürkçü – dinci kavgası içerisinde Mimarlar Odası, 12 Eylül ürünü olan YÖK’e, onun uzantılarına ve üniversitelerdeki eğitime, artık söz olarak, slogan olarak bile karşı çıkmayan bir yere transfer olmuş gibi gözüküyor. Aynı şekilde eğitimin ve mesleki gelişimin başkalaştırılmasında da bunu göreceğiz. Üyelerinin ekonomik demokratik hakları, mimarlık öğrencilerinin geleceği paragraf başı olamıyor. Kentsel alanda davalar yoluyla büyük mücadele verdiğini kendisi lanse eden oda, geçmişte bir gelenek ve çizgi olarak karşı çıktığı bazı şeyleri artık savunur hale gelen, mevcut sistemin kurumlarıyla bütünleşen, alttan alta ona ait eleştirel bakışı bir kenara bırakan bir meslek odasına doğru gidildiğini görüyoruz. Siz nasıl değerlendirirsiniz?

Salih Şencan: Toplumsal mücadelelerle birlikte yeni, haklı ve modern ve insanların mutluluğuna yeni bir şeyi yakalamak çok zahmetli bir süreç. Biz aramızda uzun uzun tartıştık ama bunlardan birisi vardı ki o çok önemliydi: Mimarlar Odası’nın 92 den beri, özellikle İstanbul Şubesi’nde sayın Oktay Ekinci ile beraber başlayan, o şube yönetiminin el değiştirmesinden sonra, halef selef ilişkileri ve sonrasında değişmeyen ilişkiler vs. ile gündeme gelen, aslında bir yönetme tarzı oluştu.

Biz bu yönetme tarzını sürekli eleştiriyorduk ve bunun sadece formel bir biçimi olarak bu genel kurulu simgeselleştiğini ve üyelerinin gözü önünde de gerçekleştiğini söylüyorduk. Hani biz, mesela ben bugün emeklilik başvurusu yaptım, 26 sene önce Mimarlar Odası’na gelip “kayıt için ne lazım” dediğimi hatırlıyorum. Bugün olsa, ben bugün yeni mezun olsam, gelip Mimarlar Odası’na “kayıt için ne lazım” diye sormazdım. Oysaki toplumsal olaylara karşı herkes kendi çapında duyarlı ama dünya çok değişti. Yani Mimarlar Odası da 80 öncesinde özellikle, “kapitalist sistem içersinde, kent sorunları çözümsüzdür” kitapçığı perspektifi vardı. İyide, bu gelişen zaman içersinde zaten, o günlerde, bunun karşısında bir sosyalist alternatif vardı. Yani, o kitabı yazarken insanların düzenli, modern, insanın mutluluğunu ön planı alan, talandan yağmadan uzak, toplum yararına planlamanın ve bu planlamanın içersinde mimarların yapacağı parsel veyahut ada bazındaki planların bir alternatifi vardı.

Mimdap: Dünyadaki gelişmeler, ülkemizin kendine has konumu…

Salih Şencan: Sorun sadece Mimarlar Odası’ndaki insanların böyle olması değil, 89’ da duvar çökünce, sosyalizmin her tarafı reel olarak çökünce, bunun karşısında mimarlar ve topluma ilişkin olarak söylenen şeyler, sol olmaktan çıktı; sol literatür oldu. Herkes kendinden menkul solcu oldu.

E şimdi, “laik – anti-laik” ya da “ilerici – dinci”den önce başka çatışmalar, çelişmeler vardı. Önümüzdeki dönemlerde mesela, ulusalcı neo – liberal çıkacak, yani ben mesela ulusalcılığı da Türkiye açısından, özellikle enternasyonalistler açısından sığınılmaması gereken bir şemsiye olarak bulmuyorum. O zaman, sol’da kendinden menkul olunca, sende kendini solcu ilan ettiğinde, bütün bir dokümantasyon, kitle iletişim araçları, broşürler, e-maillerde elindeyse, kendini böyle lanse etmenin önünde hiçbir engel kalmadı. Sen kendini böyle lanse edince, “işte biz kimiz, daha toparlayamadık tavır olarak ama biz çok renkli bir mozaiğiz.

Bu çok renkli mozaiğin içersinde, geçmişten gelen bir güven var, gelecekte birbirini nerde göreceğine dair, birbirine ve topluma karşı yanlış yapmayacağına inanan bir ön sezi ve dayanışma duygusu var ama onun ötesinde, detayda pek çok konuda, çok farklı şeyler söyleyebiliriz. İşte sorunun özü, aslında sosyalizmin kendisini hem siyasal anlamda hem de kentlerin yapılanması anlamında birden bire salıp koyuverdiği bir ortamda aslında Mimarlar Odası’nın yapacağı çok fazla bir şeyde yoktu. Çünkü Mimarlar Odası’nın 80 öncesinin mücadelesindeki, ideolojik, sosyolojik, toplumsal öncülük; kendisinden gelen bir şey değildi. Dediğim gibi çok ciddi bağlaşıkların, çok ciddi örgütlenmelerin yanında mevzilenmesini bilmiş ve kendiside yapısını demokratikleşmeye doğru dönüştürüp, toplumsal mücadelede yerini almıştı. Bizler, şimdi bunun yine böyle olmasını isterken, asla eskinin karikatürü gibi olmasını isteyemeyiz.

Şimdi bakın, ‘özel yüksek okullara hayır’ kampanyası vardı Mimarlar Odası’nda. Bugün gerek bizim içimizde, gerek bizim dışımızda, gerek ben hala sosyalistim ve şu partide kayıtlıyım diyen insanlar içersinde, çocuğunu bir Anadolu lisesine yada koleje kaydetmemek için uğraşı göstermeyen bir insanın olmadığı bir yerde, sahici bir toplumsal refleks zaten bekleyemezsin. 1980 ya da öncesi dönemlerde televizyon yayını 2 saatti; Kütahya çinisi ile başlar, İznik tabağıyla devam eder, İstiklal Marşı ile biterdi, yorum tekti. Oysa bugün Mimarlar Odası’nın bir genel kurulunda seçim sayımı 45 dakikada bitip, 45 dakikada 3 500 insanın cebine mesaj olarak gidebiliyor. İşte kitle iletişimin geliştiği nokta.

Mimdap: Bütün bunları gelişmişliğin bir tezahürü olarak mı görelim?

Salih Şencan: Bu durum beraberinde kendinden menkul solculuğu dezanformatik çalışmakta da beis görmeyen bir yapıyla yönlendirilmiş durumdadır. Bunlar tehlikeli şeylerdir, bunlar, şu anda Mimarlar Odası’nda var olan yönetme zihniyetidir. 1984 romanında ki George Orwel’in büyük biraderidir. Ben bunu hakikaten Mimarlar Odası’nın yönetimlerini eleştirmek için, söylemiyorum.

“Uygulamacılar hata yapmaya çok yatkın insanlar”, bunlar muhakkak zapturapt altında tutulmalıdırlar diyorsun, “akademisyenler üniversiteyi, biraz kendinden menkul solculukla 12 Eylül’de YÖK’e teslim etmiş” diyorsun, “üniversiteler akademik, evrensel çalışmaları yapmaktan uzak”, “kürsülerde akademik danışmanlık yapan insanlar” diyerek akademik eğitimi reddediyorsun… Bu sefer ne oluyor?, beraberinde inanılmaz bir şekilde, kendine inanılmaz bir önem atfedip, vehim ediyorsun ve sonra bu vehmettiğin şeyin sarmalına kendin kapılıyorsun.Oluşturduğun yapıyı korumanın mekanizmalarını oluşturup, inanılmaz bir medya vasıtasıyla yayıyorsun.

Bir dönem, rantçı oluyorsun, bir dönem AKP’li oluyorsun, bir dönem yağmacı oluyorsun – niye – çünkü öyle düşünmüyorsun ama bunu da yayabiliyorsun… Bunlar doğru şeyler değil.

İşte biz çok renkli bir mozaiğiz, bu çok renkli mozaiğimizin dışında kalan ama biz içinde olmasını ve bizimde onların içinde olmasını istediğimiz, çok daha renkli mozaikler olduğuna ve mimarlık mesleğinin bir sorunsal yaşadığına, kentlerin bir sorunsalı olduğuna ve siyasetin de bir sorunsalı olduğuna inanıyoruz.

Yani sadece ve sadece küresel kriz, neo liberal politikalar vs diye bu işin üstesinden gelemeyeceğiz. Dolayısıyla biz böyle bir yapıyız, homojen değiliz, homojen olmamak bizim farklılığımız. Oysaki karşımızda şuan da 92 den beri gerek merkezi yapılarda, gerekse de İstanbul Büyükkent Şubesi’ndeki yapılarda çok ciddi bir homojenizm var.

Bu konuda “ben böyle düşünüyorum, sadece böyle düşünenlerle yönetim erki oluşur” anlayışı egemen. Böyle düşünenlerle yönetim erkini oluşturmak, yanlış değil. Şirketlerde de, demokratik kitle örgütlerinde de insanlar düşünsel yandaşlarıyla birlikte davranmak isterler ama, ondan sonra kendisi gibi düşünmeyen büyük bir çoğunluğa uygulamayı empoze ederlerse, bu Mimarlar Odası’nın beraberinde parçalanmasına işi götürür. Bu tutumun geçmiş mirası günümüze taşımaya çalışan insanlar, mesleği saygın şekilde yürütmeye çalışan insanların bir çare aramasına engel olmasından endişe duyduk ve bir yola çıktık.

Mimdap: Şimdi, bir grup insan artık bu işi bırakıp, oda yönetimlerinde fikirlerinin temsil edilemeyeceğini hissederek bir daha oda ile hiç ilgilenmeyecek bir noktaya çekilebilir. İkincisi, bir sürü sıkıntılara rağmen oda ile ilişkisini sürdürenler ama bir türlü, buna rağmen, dikkate alınmayanlar olabilir değil mi?

Salih Şencan: Olmuştur, gayet tabii.

Mustafa Sarısakal: Şu anda mesela bizim arkadaşlarımız komisyonlarda yine çalışmaya gayret ediyorlar – bu nedir? – yani olayın mücadelesini içerde verme düşüncesidir. Buda bir yöntem tabi ve önemli bir şey.

Mimdap: Sonuçta tahakkümcü bir anlayışla belirli kalıpların zorlandığı, karar verme organına ve ya sürecine bir türlü geçemediğin bir örgütsel yapının içerisinde kalmak, nasıl bir zorluktur? İçinde olmak ama yok sayılmak…

Salih Şencan: Renkli mozaiği ben muhalif aydın görüşü olarak görüyorum, tabiî ki sol kendinden menkul olunca artık ‘solcuyum’ demek çok korkutucu, ürkütücü ve yanlış oluyor, yalan oluyor, hiç sahici olmuyor. Ama bir muhalif aydın duruşu vardır, yani bağımsız muhalif – ama nedir – yönü bir tarafa doğrudur, – nedir? – yani egemenlerden yana değildir, halktan yanadır. İşte bu muhalif aydın duruşunun kendi içerisinde, görece özerk davranışları vardır ve bu görece özerk davranışlar silsilesi, bütünlüğü, bir şekilde eğer örgütsel yapıya kanalize edilirse hem mimarlığın meselelerini, hem toplumun meselelerini çözebilecek potansiyel, meslek odalarında vardır.

Mimarlar Odası yine, TMMOB’ye bağlı içerisinde, bu konuda, geçmişi de bugünü de en aydın gibi görünen bir meslek kuruluşudur ama TMMOB de, meslek odaları da bana göre, şu anda ki yapıyı korumak zihniyetinde devam ettikleri müddetçe, böyle bir yapının yerine gelebilecek başka bir yapıya karşı çıkışların meşruiyeti kalmayacaktır. Korkutucu olan tarafı budur.

Mimdap: Bütün TMMOB odaları dahil olmak üzere hepsinde bir temsiliyet krizinden bahsedilebilir mi? Geleceğe ilişkin yasal düzenlemelerin farklılaşacağı düşündüğümüzde, toplum adına mücadele ettiğini ve mesleği olmasa da mesleğin alanını koruduğunu söyleyen, belirli söylemleri şablonlaştıran, şu andaki yönetim felsefeleri giderek arkalarında destekleyecek katılımcı topluluğu yitirmeye, kendi üyelerinin desteğini bulamayacak bir noktaya doğru gidiliyor mu acaba?

Salih Şencan: Odur, endişemiz odur. Ki o endişe falan değil, realitedir artık.

Mustafa Sarısakal: Kendini değiştirip dönüştüremez ise, varılacak nokta orasıdır.
Zaten yani, Mimarları Odası, TMMOB örgütlülüğü içerisinden ayrılıp, daha böyle tasarım yapılarının oluşturulduğu bir grup içerisinde yer almak gibi düşüncelerde vardır, bunlarda sakıncalı yaklaşımlardır. Burada bizlerin özellikle üzerinde durup, savunması gereken TMMOB örgütlülüğünün bugünkü zafiyetleri, eksikliklerine rağmen emekten yana, halktan yana, toplum ve kamunun çıkarı doğrultusundaki yönde biçimlendirilmesi, o yönde yapıların her birimde oluşturulması doğrultusunda olmalı.

Mimdap: Peki şu andaki mevcut yönetimler seçim ortamlarında söyledikleri ve vaaz ettikleri gibi, acaba sizlerin o farklılıklar dediğiniz şeyi bilinçli bir biçimde içeri kabul etmeyerek, bu kalenin ele geçirilmesini önleyen(mesela karanlığa karşı ‘aydınlığın’…), dolayısıyla demokrasi kalesini ayakta tutan insanlar olarak da adlandırılamazlar mı? Tarih onları o şekilde yazar belki, niye farklı fikirler de olsun diye üsteliyorsunuz?

Mustafa Sarısakal: Tabiî ki bu genel anlayış ve verilen imaj bu zaten. Ama bizim tabi oradaki arkadaşlarımızın, yıllardan beri orada dayatıcı bir şekilde kendilerini var etmeye çalışmalarının da artık bir sonudur gelinen durum. Ve bu geçen kongreyle başlamıştır.

Mimdap: O geçen kongreye doğru gelelim o zaman, son üç dört dönem içinde biraz daha önemliydi sanırım. Diğer kongrelerden bazı strüktürel farkları vardı. Katılım daha yoğundu, yapılan propagandaların şekli ağırlıkla; oda düşmanlığı, karanlık güçler, rantçılar, AKP’liler vs. ile de seçim almaya yükleniş öncekilerden biraz daha farklıydı. Onu nasıl yorumlayalım?

Mustafa Sarısakal: Şimdi aslında o son genel kuruldaki konjonktür kendisini öyle ifade ettirmek zorunluluğunu getirdi. Aslında davranış biçimleri – ki bizde zaman zaman bunun içinde olduk- bu mücadeleyi içerde vermek anlamında yahut 90’larda özellikle Kadıköy Bölgesinde çalışmalarla, önce birlikte başlayan bir çalışma, daha sonra bir ayrışma sürecine girdi ve çok aktif, Mimarlar Odası içerisinde de çok etkin bir dönemin yaşanmasına neden oldu. Bu arada Nurdoğan Özkaya’yı saygıyla anmak lazım, kendisiyle çok mücadelemiz olmuştur ama gerçekten saydığım ve yaptığı eylemi veya davranışı mertçe ortaya koyan, delikanlıca yapan bir dostumuzdu. Mücadele etsek de onun açık davranışını takdir ettiğimi söylemeliyim.

Şimdi mesela 40. dönem seçimlerde, çağdaş, demokrat, toplumcu mimarların, işte burada (seçim bildirgesinden okuyor) demokratik, katılımcı ve şeffaf bir anlayışla Mimarlar Odasını devam ettirmek gibi bir ifadeleri var. Ama işte bunlar hep ilk başta söylediğimiz gibi, ifade etmek sonuç almaya yetmiyor, asıl olarak uygulamada görmek. İsteğimiz bu.

Son dönemdeki en önemli örnek, yeni bina ile ilgili biçimdir. Bununla ilgili, söz konusu olaydan haberdar olduğumuzda, hemen bir metin kaleme aldık arkadaşlarımızın imzası ile. Oda binası alınış biçimiyle ilgilide daha önce zaten toplantılarda bir takım düşüncelerimizi açmıştık. Bir bina komisyonu var mesela. Ta 78 senesinde Mimarlar Odasının Gümüşsuyu’ndaki binasından, hastanenin karşısına taşındığı dönemde, bizimde yönetimde olduğumuzda oluşturulan bir komisyon.

Onun birikimleri ile bir takım şeyleri değerlendirmek gerektiğini düşünüyoruz. Alınacak olan bir yapı yahut arsanın fizibilite çalışması olması, bununla ilgili dokümanların ortaya konması lazım. Bir fonksiyon şemasının olması, nasıl bir oda kullanım düşüncesi, ne kadar bir mekân gereksinimi, bununla ilgili bir çalışmanın olması lazım. Bu fikirlerimiz pek dikkate alınmadı, ondan sonra, o yazımızda da bina alım fiilinin sonuçlanmadan önce mimarlık kamuoyuyla paylaşılması ve alternatiflerin, eski eserlerin, vakıfların elden geçirilmesinden vs. den bahsetmiştik, ama bu seslenişimiz de pek bir yanıt bulmadı. Zaten, binayı almışlardı arkadaşlarımız. Bu noktada bizim bina alımı ile ilgili, bina alınmasına karşı herhangi bir duruşumuz yok. Bina alınabilir, hatta bu belki farklı birimlerle de organize edebilir, bu da kişisel olarak düşündüğüm şeylerdir örneğin. TMMOB çatısı altındaki daha birbirine yakın odaları bir çatı altında toplayabilir, bu belki daha uzun boylu bir çalışma gerektirir ama bu sürecin mimarlık kamuoyuyla paylaşılmaması ve bir olupbitti haline getirilmesi…

Bunlar işte hep dediğimiz o yönetim anlayışı meselesiyle ilintili hale geliyor maalesef. Sanıyorum herhalde arkadaşlarımızda belli bir süre sonra bu tür davranışları düzeltecekler diye umuyoruz.

Mimdap: Sizin bu konuda söylemek istedikleriniz var mı?

Salih Şencan: Öncelikle 2008 genel kurulundaki farklı manipülasyon ve bina ile ilgili yorum yapacağım.

Hani o konuşmanın ilk başında söylediğim gibi, sol bir kere kendini tarifleyemedi. Hayatın her alanında solcu gibi duran, muhtelif yerlere (örgütlü ya da örgütsüz) muhtelif alanda sesini çıkaran, çıkarmaya çalışan davranışlar var. Ama bunu toplumun sosyolojik hayatını değiştirme ve dönüştürme şansı, Türkiye’de Osmanlı’dan beri hiç bu kadar zayıf ve cılız olmamıştı. Çok ciddi bir ideolojik ve felsefi sıkıntı var aslında. Bu arada bu sıkıntıya rağmen, çaba gösteren insanların çabasını küçük görmek sonucuna beni itmemekle birlikte, yani sosyolojik olarak değerlendirdiğiniz zaman, artık marjinal bile soldan daha manalı bir hale geldi. Bu üzülünecek bir durum aslında.

Mimdap: Bu bahsettiğiniz önemli bir süreç gerçekten. Bu işi başından bugüne özetler misiniz?

Salih Şencan: 1848- 1850’ler de başlayan, o insanların aydınlanma çağı ile farklı bir dönüşümü geliştiren bu yapı, 150 sene içinde birdenbire çökünce, marjinal bile olmaktan uzak bir hale geldi. Kitlesi 1968’lerde yönetimi alan, “Mimarlar Odası toplum hizmetindedir” diyen önderlerinin düşünce gücünün oluşturduğu, şu anda ki genç ya da orta yaşlı ya da yaşlı sempatizanlarının oluşturduğu bu kitle, beraberinde bu genel konjonktürü uyumundan tabi ki inanılmaz bir şekilde halet-i ruhiye olarak etkileniyorlar. Buna ilave olarak çok ciddi bir biçimde devletin ideolojik baskı aygıtlarıyla, özellikle 80’li yılların ikinci yarısından sonra başlattığı korkunç bombardıman var. Gazeteler, 150 tane kanal vs.. bir müddet sonra bakıyorsunuz, Türkiye’de herkes deprem konusunda, ertesi gün başka bir konuda, ertesi gün bambaşka bir konuda… Yani inanılmaz bir şekilde insanlar bu ideolojik bombardımanın şok etkisinde kalıyor. Bu binalara da, kentlere de, yaşam tarzımıza da, her şeyimize her şeyimize yansıyor.

Bir de bu insan artık ücretlileşmeye başladılar artık, işte o 1970’ler deki artık “açarım büromu, işte eskizimle, Rapido’mla çizerim, alırım hakkımı, odamda senedimi tahsil eder, paşalar gibi yaşarım, mimarım” diye bir şey yok. İnsanlar önümde ceketini ilikler dönemi de kapandı. Mimarlık başka bir mecraya doğru gitti, mesleki ihtisasları, pratikleri farklılaştı, ücretlileşme beraberinde geldi, sonra ücretlileşme yoksullulaşmaya getirdi – işte 90’lı krizler, 98’li krizler en son 2008’li krizler gibi – şimdide işsizleşme olunca… yani bu geçen senelerde de vardı aslında. Bir bakacak olursak, mimarlık kesiminde çok ciddi bir ücretlerde düşüş yaşanmıştı zaten. Çok büyük inşaat şirketleri, çok düşük ücretlerle bünyesinde mimar barındırmaya başlamıştı.

2008 Genel Kurulu ve bina alımı meselesi…

Mimdap: 2008 Genel Kurulu demiştiniz…

Salih Şencan: Bir taraftan ideolojik bombardıman, bir taraftan düşünce dünyasının yıkılmasının verdiği halet-i ruhiye, diğer taraftan ücretlileşme–yoksullaşma, karamsarlık derken; bu insanları artık eski manipülasyonlarla kongreye getirmek mümkün değildi. O insanlarında, bu halet- i ruhiye içersinde, Pazar günlerinde hımbıl hımbıl bir ideolojik bombardımana göğüslerini açarak teşni olması beklenirdi – ki bu gayet doğaldı. Ne yapmak gerekiyordu? Çok çarpıcı bir şekilde, Türkiye’nin o anki gündemindeki “biz kaç kişiyiz, Çağlayan mitingleri, İzmir harekatı, işte, laik – anti laik çatışması…” derken, ne yaparım, “karanlığa karşı aydınlığı” yazarım, çakarım dediler. Bu çok güzel bir medyatik buluştur! Ve üstün medyatik dehanın kötü yolda kullanılmasıdır, kötü olmuştur, sonuçları kötü olmuştur.

Mimarlık, başından beri konuştuğumuz mimarlık; bir kesimini, düşünsel anlamda ve pratik anlamda dışarıda bırakma tehlikesini taşıdığı için, çok ciddi bir tehlike olmuştur. Yani parlak bir dehadır belki. Yoksa başka bir şekilde bu kitle, bu seçime gelmezdi. Bundan sonra ne olur bilinmez, ama daha fazla bir yoksullaşma, daha fazla bir işsizlik. Bu insanlar atık işsizlik parası almaya başlayacaklar. Dolayısıyla bu manipülasyona ihtiyacı vardı bu meslek odasının. Kötü olmuştur, hiç şık olmamıştır.

Genel kurul, Mimarlar Odası’nın en kötü genel kurulu olmuştur. Yani çok saydığım, çok sevdiğim, mesleki olarak saygı duyduğum insanların, daha MİM grubunun adaylaşma süreçlerinin teessüfle karşılamasının konuşma konusu yapıldığı, “mimarların önünü değil, Mimarlar Odası’nın önünü açın” kabadayılıklarının gösterildiği olumsuz bir genel kurul olmuştur. Başarılı bir genel kurul değildir. Kaybeden mimarlık olmuştur. Zaten mimarlığın o günden bu yana hiçbir kazanımı yok, tam tersine, kerte kerte eriyor.

İşte kriz ortamındayız. Şu anda artık alışveriş merkezleri de yapılmayacak, artık Soyak da toplu konut yapmayacak mesela. Örnekleri çoğaltabilirim. Bu sürecin parçalayıcı bir etkisi olmuştur ve ben onun bir kopuş genel kurulu olduğunu söylemişimdir. Bunun telafisin mümkün olması için aslında Nisan ayından beri bu toplantının, bu değerlendirmenin yapılması gerektiği çağrısını yapıyoruz.

İkincisi de bina alımı meselesi…

Mimdap: O konuya girmeden önce biraz önce bahsettiğiniz noktaya açıklık getirelim., 2008’de şube başkanı seçilen Eyüp Muhçu, hemen akabinde mimarlık basınında çıkan Haydar Karabey’in “Bir Özür Bekliyorum” açık mektubuna ilişkin verdiği cevapta, konuyu makul bir zamanda beraberce ele alacaklarına dair kamuoyuna da yazılı olarak da söz vermiştir. Ayrıca; karşılıklı olarak yapılmış seçim kazalarının da konuşulabileceği bir toplantıdan da söz etmiştir. Oysa…

Salih Şencan: Şimdi bundan sonra tercih edilebilecek olan ve yapılabilecek olan, 2008 genel kurulundaki bu manipülasyonun statükocu bir şekilde, ikinci bir defa tekerrür ettirilmesinin karikatürize olma hali ayan beyan ortadadır. Üstüne üstlük bambaşka tehlikeler vardır; sektöre ilişkin, ülkeye ilişkin ve mimarlığa ilişkin. Dolayısıyla, şimdi diyorum hem ideolojik bombardıman, hem işsizleşmeden dolayı, işsizlik maaşları alma raddesine gelmiş meslek erbabının olması, ne çağrısı yaparsanız yapın çok ciddi bir katılımı beraberinde getirmeyecektir.

Böyle bir manipülasyona bu dönem ihtiyaç olmadığı için belki bir yumuşama dönemine, 2009’un ortalarına ya da sonlarına gidilip, 2010 dünya kültür başkenti derken, işte orda – yaraları saralım bak ne güzel kentimizde dünya kültür başkenti oldu – muhabbetiyle bir şeyler olabilir. Tabi beraberinde bu manipülasyon aslında -manipülasyonun en kötü tarafı şudur- Mimarlar Odası olanaklarını, benim adıma, benim katılmadığım, belki de binlerce kişinin katılmadığı böyle bir şeyi, yazma becerisini ve cesaretini göstermesi ve bu pervasızlığın ciddi bir şekilde hoş görü ile karşılanmasıdır. Buranın kara tarafı budur. Ben her zaman şunu demişimdir; Oda’daki unvanlar başına getirilmeden, görüşler yazılsa, bir gazetede yayınlansa veya ondan farklı düşünenlerin de çağırılıp görüşlerini alınmasına veya yazılmasına yönelik bir hareket olsa, eyvallah, buna herkes açık. 1990larda bizim tashih etmeye çalıştığımız buydu, oda imkanlarıyla insanların, karşıt görüşlerini sunmalarıydı. Zaten “Mimarlara Mektup”ta bu yayınlandı, dediğimiz buydu. Bizim derdimiz mimarlık ve Mimarlar Odası.

Aynı şey, laf gelmişken söyleyeyim; Oktay Ekinci’nin Pazar günü çıkacağı saat 23 – 01 arası bir özel kanal programının her üyeye bildirilmesi, ya da solun ortak adayı olursam gibi artık şimdi hiç kabul edilebilir gibi olmayan mesajları alıyorum. Oktay Ekinci solun adayı mıdır tartışmasından öte bir şeydir, biz Oktay Ekinci ile bunları tartışırız, onun oluşturduğu platformlarda nasıl solcudur, yerel yönetimlerde nasıl olmalıdır, onları da tartışırız, dostça da görüşlerimizi söyleriz. Ama bu odanın iletişimini kullanarak yapılamaz ve bu kadarı olamaz. İşte böyle bir şey, “karanlığa karşı aydınlık” çağrısının meşruiyet kazanmasından sonra olmuştur. “Ben oda haberleşme kanalını benim gibi düşünenlerin yayın organı olarak kullanma özgürlüğüne sahibim (!)” mantığıdır bu. O yüzden çok tehlikelidir.

Bina alımı meselesine gelelim; Mustafa bey gayet güzel anlattı, metinde çok güzel açıklıyor. Biz; Mimarlar Odası’na bina alınırken haberimiz olmadı diye, teessüflerimizi belirtmek için kamuoyuna o bildiriyi yayınlamadık. Bu sadece siyasi olayların dışında, bunun bile siyasileştirildiği, kapalılaştırıldığı bir konu oldu. Oysa binlerce değişik çözüm olabilirdi. Bunun arkasında tabi, Türkiye’nin mizah toplumu olmasının aslında nedenlerinden bir tanesi de bu. Siyasetin üzerinde sürekli baskı olunca, insanlar hiciv yeteneklerini geliştiriyor. Bakın bir çalışma anlayışının ne kadar basit bir konuda dahi, kapalılığının sonuç olarak göstergesi oldu. Tapu işlemleri olmadan bir gün önce haber verilmesi, bilgi paylaşma anlamına getirildi. O zaman ya paylaşma ya da paylaşıyorsan, paylaştıklarında aynı ortamı kullansınlar. Dolayısıyla böyle tek yanlı bir gidiş var, bu tek yanlı gidişe dost acı söyler diyorum ben hep. Bu yol doğru yol değildir, bu yol doğru yol olmadığı için, Yıldız Dış Karakol binasından seni atmaya geldiklerinde, üyelerini çağırdığında giden insanlar; meslek odası yasası değişti “tası tarağı toplayıp gitmemizi istiyorlar, demokratik mevzileri kaybediyoruz” dediğinde arkanda kimseyi bulamazsın. Ayrıca kimseyi bulsan bile artık iş işten geçmiş olur. Çünkü işte o zaman, ezici çoğunlukla veyahut açık ara farkla aldık dediğinin çok açık ara farkının meşruiyet atfettiği bir yasal düzenleme gelir ve sende hayretler içersinde kalırsın. İşte kendinden menkul solun bir meslek örgütünü, bir demokrasi mevzisini, düşürebileceği en önemli noktalardan biri bu durumdur.

Özet olarak şunu söylüyorum; ben mimarlık mesleğini çok önemsiyorum. Mimarlık mesleği ile doktorluk mesleği çok önemli meslekler. Ama mimarlık mesleği doktorluk mesleğinden de daha önemli. Mimarlığın zaten, özünde devrimcilik var, devrimci olmazsanız mimar olamıyorsunuz, tekniker oluyorsunuz. Dolayısıyla bu mesleği çok önemsediğim için, bu mesleği önemseyen, devrimci ve farklı düşünme tarzını da kendilerine yakıştıran insanların, kendilerini bu platformlarda dışlanmamış görmelerinin ortamlarını yaratmak ve daha sonra bizlerin izzet-i ikballe çekilmesi sürecidir olay. Biz izzet- i ikballe çekileceğiz. Çekilmeyi bilmek gerekir, çekilirken de, bırakmadan çekilmek… Uygarlık, hiç birimize eğer ki kalıt değilse, nasıl ki biz uygarlık tarihinden bir ders çıkarıyorsak, bizim yaşadıklarımızdan da bir ders çıkarılıyordur.

Hiç kimse bugün rasyonel sosyalizmi övüyor mu? Ama bir Gallileo’dan, bir Gutenberg’den, Martin Luther King’ ten bahsediliyorsa, emin olun 1968 kuşağından ve 70 ‘li yıllardaki Mimarlar Odası’ndan da bahsedilecek. Ama bu yönetme tarzı ile gidildiği takdirde, sadece zorunluluk ilişkisi ve dayatmacılık ilişkisi ile devam edildiği takdirde olmaz. Sicil bürosunu bugün sizden daha iyi yapacak insanlar bulunabilir ve o zaman insanlar neyi kaybettiklerini, birlikte meslek odasının dışında, kahve ortamlarında birbirine söylerler. Meslek odasını böyle bir noktaya götürmeye kimsenin hakkı yoktur. Çok ciddi bir eleştiri, çok ciddi bir öz eleştiri süreci yaşanması gerekiyor. 1954 senesinde nasıl ki Mimarlar Odası, örgütlülüklerinin 46. yılında “ meslek odasına doğru gidelim, TMMOB oldu, bizde Mimarlar Odası olalım” coşkusuyla gidiyorlarsa; sanki bugünde yeniden o atmosfer içerisinde yeniden mimarların, bu farklılaşan pratikleri ile Mimarlar Odası’nın o aynı 54 ruhu ile beraber, “yeni bir yapı nasıl olmalı ve bu yeni yapıda hiç kimse nasıl dışlanmamalı, ortak harcı ne olmalı, bu ortak harç etrafında kimlerle bir araya gelip en geniş birlikleri oluşturmalı” diye düşünmesi gerekir.

Mimdap: Peki, bu yaklaşımın kendisi biraz önce söylediğiniz sorunlardaki ana başlık gibi. Başlı başına meslek odasının ne olması gerektiğini anlattığınız aslında. Var olan pratiğine bakarak onların hepsini de çöpe atmadınız, olumlu taraflarının altını çizdiniz, eksiklik yanlarından bahsettiniz ama farklı düşünenleri kapsayamadığında, özellikle de yönetim problemleri yüzünden kapsam dışı bıraktığından, dışlayıcı bir tutum alışından, bununda riskli olduğunu söylediniz. Bir sosyal grup mimarlar arasında, mesela; işsizler grubu, kamuda çalışanlar grubu, ücretli olarak çalışan mimar grubu zaten neredeyse hiç örgütlenme içine alınamıyor. Bu fasılda, düşünceleri farklı olanların dışta bırakılmaları dışında böyle sıkıntıları da yok mu meslek odasının? Hiç temsil edilmeyen içinde hiçbir şekilde bulunamayan grupları da yok mu?

Mustafa Sarısakal: Ağırlık olarak mesela bu, ücretli çalışanlar 80 öncesinde ki, o aktif ilişkiler ağında bile yeterli ağırlığı bulamamışlardır. Bunda tabi kültür düzeyinin yani bu sosyal ilişkiler, yapılar içerisindeki olmak kuşkuları, o dönemde etkili olmuştur. Ama o dönem bile, o işyeri temsilcilikleri, o aktif ortamı bile bunu tam manasıyla sağlayamamıştır.

Mimarlar Odası’nın yalnız tescilli büro sahibi mimarlar üzerinden bu yapılanmayı devam ettirmesi sakil bir anlayıştır. O yüzden örgütlenme topal vaziyette. Ücretli çalışanların ağırlıklı sorunlarının, onların sendikal meselelerinin, onların ücret politikalarının belirlenmesi doğrultusunda ki çalışmalarının daha ağırlıklı hale gelmesi gerekiyor diye düşünüyorum.

Bu arada önemle bir konunun altını çizmek isterim. Bizim şimdi bahsettiğimiz yapılanma hakikaten bir araya gelme ve konuşmayı öne çıkarmaktadır. Öncelikle ama hiçbir şekilde, önümüzdeki dönem seçimlerine yönelik bir çalışma olarak algılanması açıkçası doğru olmaz. Böyle bir algılama ve çalışmalarımızdan bu kısır sonucun çıkarılması bize büyük haksızlık olur ve kişisel olarak incitir. Bunu da anlatabilmek, belki o toplantıda mümkün olacak yahut meslektaşlarımızın, hem mesleğin hem de kentin sorunlarına sahip çıkabilmek için, artık parçalanmışlığa, bölünmüşlüğe yer olmadığını, bunun bir birlik ve bütünsellik içersinde davranılmadığı takdirde yutulacağının bilincinde olması gerekiyor. Çoğu meslektaşlarımızın bunun da bilincinde olduğunu düşünüyorum ama bu ortamların oluşmamasından ya da orada kendilerini ifade edemediklerinden dolayı geri durduklarını düşünüyorum. Bu ekonomik sıkıntılar içerisinde insanların bunlara da fazlasıyla kafa yormaları gerektiğini, bunlarla ilgili görüş geliştirmelerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Mimdap: Peki bu toplantılar, bu çağrı metninizde de olduğu gibi meslek odasındaki sorun çözülürse eğer, gruplar yan yana gelip konuşursa, birincisi; her şey hallolur mu? İkincisi buna ait başka açılımlar, projelerde gerekir mi? Yeni açılımlara ait olmak üzere neler düşünüyorsunuz? Şimdi, uygulamadaki anlayışın darlığından şikayet ettiğiniz için bunu kıracak bir yöntemi öngörüyorsunuz ağırlıkla. Çareleri bu sırada konuşacağız diyorsunuz…

Salih Şencan: Bu toplantının iki şeye vesile olmaması yararlı olacaktır. Bir tanesi rövanşçı bir zihniyet için düzenlememiştir bu toplantı, zaten gerek katılacak olanlar gerek düzenleyecek olanlar aslında, böylesi bir beklentinin dışında bir olgunluk seviyesinde düşünebilecek bir kesimdir. Rövanşçı zihniyet olmaması gerekir.

İkincisi de, hadi öpüşelim de barışalım toplantısı da olmayacaktır. Dediğimiz gibi, 1984 Kahire Kongresi’nde “mimarın bugün ve gelecekteki yeri” sorgulanmaya başlanmıştı ve o sonuç bildirgesinde – ki 1984 şube genel kurulundan önce bir mesleki teknik kongre düzenlenmişti- biz bir metin sunmuştuk. Katılımcılık, demokratizm, çoğulculuk vs üzerine. Mimarlığın gelecekteki rolünün, en geniş kesimlerce tartışılmasının ne kadar önemli olduğunu söylemiştik daha o tarihlerde.

Daha sonra UIA’nın İstanbul’daki genel kurulunda, sonuç bildirgelerinden daha da önemlisi dünyayı mimarlık yapma anlamında, yapılandırma anlamındaki önemli mimarların, majör mimarların “pardon biz yanlış yaptık ve işin kötüsü, bundan sonra ne yapılacağına dair bir şey şu anda vaat edemiyoruz” sözlerini duyduk. Bu özellikle 1980’li yılların başıyla, o UIA genel kuruluna kadar gelişen zaman içinde post modern sürecin, birden bire kesin çizgileriyle, demek ki 1984’deki UIA genel kurulunda hala tartışılan şey olarak devam ettiğini gösterir. Yani mimarlığın bugün ve gelecekteki rolüne gene bir anlam verilememiştir. Sonuç bildirgelerinden daha önemli olan, mesela İtalya’da yapılan bir Venedik Bienali’nde enteresan aktivist bir mimar çıkışı meydana gelmiştir. “Toplumu dönüştürmek istiyorsan bina yapma” gibi bir slogan. Bunlar çok ilginç. Demek ki, işin felsefesine, nasıl’ına değil; “niye, neden ve niçin”ine yönelen bir meslek grubuyla karşı karşıyayız.

“Kim Kız Kulesi’nin yıkılarak, yerine, Dubai’deki gibi bir deniz otelinin yapılmasına evet der?”

Mimdap: Dünyada ve ülkemizde durum nasıl sizce?

Salih Şencan: Krizi, küreselleşmesini bir tarafa bırakırsanız, meslek aslında diyor ki, “ben ne yapacağımı bilmiyorum, bunu evrensel olarak araştıralım hep beraber” bütün mesajlar bunu gösteriyor. Şimdi bunun ülkendeki mimarlık kesimiyle tartışmadan, evrensele taşıyamazsın, taşırsan, delegasyon, temsiliyet ve bürokratizm adına olur. Mimarlığın böyle bir sorunu var. Toplumun da böyle bir sorunu var tabi. 89 dan beri dünyadaki genel toplumunda böyle bir sonu var. Bugün Cumhuriyet Halk Partisi ikinci parti olmayı, resepsiyondaki yer anlamında, kendisine yeterli bulmaktadır. Bu çok ayrıcalıklı bir yerdir, Türkiye’de 2. parti olmak çok önemlidir. Elini taşın altına sokmadan, – ona olmaz, buna olmaz, “ben olsam böyle yapardım”ı da bir tarafa bırakan- hiçbir şey yürümez. Çünkü ben olsam bunu böyle yapardım derse, bu sefer ülke bir beklenti içerisine girecek.

Meslek odasındaki yönetimlerde de bu böyle. Nedir örneğin? Kim Kız Kulesi’nin yıkılarak, yerine, Dubai’deki gibi bir deniz otelinin yapılmasına evet der, kim Gökkafes’in yerini doğru bulur? Veyahut çok ciddi bir şekilde soylulaştırma politikasının ürünü bir kentsel dönüşüm projesinde, yapılan ürünün çok nitelikli olması mı, yoksa sosyolojik olarak kentsel dönüşümün kentte yarattığı tahribatın mı önemliliği konusunda kim aksini savunabilir?

Kimse aslında “ben yağmacıyım” diye çıkmaz, kimse “ben AK Parti’liyim” diye de çıkmaz. Zaten arkadaşlarımızın AK Partililer demesinin de sonucunda, çok rahat da kıvırabilirlerdi. Sonuç itibariyle partili olmanız gerekmiyor ki, onun değirmenine su taşıyor bu politikalar der geçersiniz.

Özetle, hem Türkiye’nin hem çok ciddi bir, ücretlileşme ve yoksullaşmaya gireceği, hem hakikaten nitelikliymiş gibi sunulan niteliksiz konutların üretildiği ve çevreninde niteliksiz anlamda tahrip edildiğini düşünecek olursak, Türkiye’nin çok ciddi bir şekilde, dünya ile birlikte silkinmeye ihtiyacı var. Kriz buna denk düşmüştür, çünkü insanlar işsiz kalacaktır ve bu işe kafayı yoracak çok vakitleri olacaktır. Dolayısıyla, yoksullaşma ve işsizleşme temelinde tabi, sendikal ekseni savunurken de, bütün bunları biz yüksek sesle düşüneceğiz. Ama kamu kesiminde işyeri temsilciliği bazında örgütlenen bir sendikal mücadele başka bir şey, 3500 tane İstanbul’daki tescilli büroda ikişer üçer çalışan, 7 bin 10 bin kişinin sendikal mücadelesi bambaşka bir şey. Geçmiş dönemlerde olanlar bize sadece ışık tutacak ama biz hakikaten döneme uygun dönemsel çalışmalar yapacağız. Bu dönem bu çok zengin farklılaşmayı yaratabilmek için hazır, klişe, herkesin altına imza atacağı çalışma programlarının dönemi olmadığının bir kere farkına varmak lazım. Mimarlar Odası’nın ve mimarlık mesleğinin var olmasının yeniden bir coşkuyla ve bir felsefi netlikle, yeniden ortaya çıkacağı bir dönem olması lazım.

Mimdap: Bu toplantının akabinde ortaya çıkabilecek bir enerjiyi dönüştürecek ya da yaygınlaştıracak bir perspektifiniz var mı?

Mustafa Sarısakal: Buradaki hakikaten önemli nokta, şimdiye kadar gelişen, aşağı yukarı bizim oda yönetiminin içersinde bulunduğumuz dönem olarak da söyleyeyim; 75’en itibaren oda yapısı içersinde, çeşitli birimlerde bulunmuş yahut, seçim düzeyinde ilgi göstermiş, takip etmiş, uymaya gayret göstermiş meslektaşlarımızın, dışlanmış, bir şekilde kendini orda hissetmeyen meslektaşlarımızın, yeniden bir araya gelmesi doğrultusundaki bir çabadır bu. Bu çaba, hiçbir şekilde sadece mevcut olan yönetime karşı bir alternatif yapı oluşturmak şeklinde algılanmamalı. Gerekiyorsa o yönetimdeki arkadaşlarımızın da birlikte oluşturacağı bir yapılar ve haline gelebilir. Yahut buradan oluşacak olan birikimlerin deneyimlerin odaya aktarılması doğrultusunda ki çalışmalara, o arkadaşlarımızın kendini açmasıyla bir adım daha atılmış olabilir.

Dolayısıyla çok baştan sınırları çizilmiş, programatik yaklaşımlarla kalıp haline dönüşmüş bir çalışma değil bu. Katılımcıların önerilerine ve düşüncelerine açık. Bu, kervanın yolda dizileceği bir durumdur.

Mimdap: Görüşlerinizi paylaştığınız için teşekkür ederiz. 17 Ocak toplantınızda da başarılar dileriz.

Mustafa Sarısakal, Salih Şencan: Biz de teşekkür ederiz.

11 Yorum
  1. mimarlara çağrı metninin mimarlar odası istanbul büyükkent şubesi periyodik bülteni mimarlara mektup ocak sayısında yaynlanmayacağını 08.01.2009 perşembe akşamı bana mail atarak ve arayarak bildirdiler..bu talep şube başkanımıza çağrıcı mimarlar adına 05.12.2008’de iletilmiş,metin başkana 17.12.2008’de mimarlara mektup yazı işlerine 18.12.2008’de iletilmiştir..iletiden 22 gün sonra yanıtın gelmesi ve olumsuz olması üzerine,eyüp başkana yönetim kurulunun 11 üyesini de şahsında kınadığım mesajını ilettim..şimdi bu toplantının ve ertesindeki sürecin önemi daha da belirginleşiyor..duyumlarım red karar gerekçesi olarak !!bu durumun oda tarihinde bir ilk olduğu ve şube yönetim kurulunu eleştiren bir metnin kendi yayın organında yayınlanmasının mümkün olmadığı” şeklindedir..17 ocaktaki toplantıya şube yönetim kurulu üyeleri ve tüm mimarları bir kez daha davet ediyorum…

    salih şencan | 10 Ocak 2009

  2. yeni bir demokrasi açılımı, yeni bir heyecan, geçmişle geleceğe yeni bir vizyon olarak gördüm yukarıdaki söyleşiyi. ana noktada çağın gerektirdiği bir şeffalık, açık demokratik ilişkiler, mesleğin bu yolla geliştirilmesi var gibi geldi bana. şimdiki yönetimler kamu görevleri olarak bilinen dava açma, kent sorunlarına taraftar olma biçimindeki etkinliklerde yer alıyorlar, bunu inkar etmemek lazım. ancak kapalı toplum ürünü oldukları, eski bir sol örgütlenme modelinin kopyası olduklarını, onun karükatür tekrarı durumumuna düştükleri gerçeğini görmek lazım. söyleşide mustafa beyin üslubu ile özellikle, yönetim kademelerinde olanlara ince mesaj var. onlara yapılmış bir çağrı bir yönüyle. salih beyin genel durum saptamaları son yıllarda okuduklarımı çok aşmış nitelikte.bu enerjiyi kendilerinde bulmuşlar, meslek camiasına bu yöndeki görüşlerini deklare ediyorlar. kutlanması gereken davranış modeli, konferanslarının başarılı olmasını temenni ederim.
    orhan necati gülesen

    necati gülesen | 11 Ocak 2009

  3. “Nitelikli emek” neokapitalizmin oluşturduğu yeni dünya düzeninde “küme düştü”.

    Bu arada mimarlık mesleği de bu gelişmelerden nasibini aldı.

    2008 dünya bunalımı, 1970’lerden bu yana dünyanın biricik egemeni konumundaki finans kapitali yeni “paradigma” oluşturma aşamasına sürüklemeye aday.

    Bu denli çarpıcı bir “çağ değişimi” ortasında 1954 te kurulan TMMOB, ülkemizin üstyapısında işgal ettiği konumu sürdürebilecek mi ?

    Sürdüremeyeceğini imleyen “çok alametler” belirdi.

    2009 yılında mimarlığı, meslek kuruluşunu, “resmin bütününü” gözönünde bulundurarak tutarlı bir tartışmaya açmanın vakti zamanı geldi de geçti bile.

    Salih Şencan ile Musatfa Sarısakal’ın çağrısını bu düşünceler içerisinde olumluyorum.

    Raşit Gökçeli | 11 Ocak 2009

  4. Salih bey şimdi manipülasyon diyorsunuz ama biz bir yıl önce “karanlığa karşı aydınlık” çağrısına inandık, son gece “mim grubunu akp liler destekliyor” mesajına da inandık. Bunların altında Mimarlar Odası yazıyordu çünkü. O Oktay Ekinci günlerce gazetesinde bunu yazdı. Aynı gazetede karikatür çizen Behiç Ak bu konuyu işledi. Hatta bizzat bu saydığım kişiler Mimarlar Odası yönetcileriyle çalıştılar. O seçim günlerinden biraz önce Türkiş’i akp liler alınca biz aynı şey oluyor zannettik. Yani biz o günlerde bunun manipülasyon olduğunu anlayamadık. Şüphe duymamıza rağmen Oda söylüyorsa birşey biliyorduk dedik. Yoksa MİM grubunda Atilla hocanın listesi, Mustafa Kahvecioğlu, Candan Çınar, Can Çinici, bilcümle hepsi hiçbiri akp li olamazdı ki. Hatta ve hatta Asuman Yeşilırmak, her zaman mücadele vermiş bir kişi. Saçmaydı bunlar. Fakat Mimarlar Odasından açılan telefonlarda bu isimler akp li olur mu canım diye sorduğumuzda, onlar iyi insanlar ama onları kandırıyorlar gibilerinden şeyler söylemişlerdi.
    Keşke sizlerin sesi daha önce daha gür çıksaymış derim ben bugün.
    Geçmiş olsun.
    Saygılarımla.

    Ali Osman Gür | 11 Ocak 2009

  5. Dünya kapıtalist sistemi küreselleşme ile birlikte sadece iş bölümünü değiştirmeye değil aynı zamanda mesleklerin içeriklerini de dönüştürmeye başladı. Örneğin artık mimarları aynı zamanda bir ürün pazarlama temsilcileri gibi kullanmak istiyor. Meslek odalarını da bunun örgütleyicisi…
    Kendisi için bir erk paylaşımı anlamına gelebilecek bir proje müellifliğini ve onun yasal dayanaklarını yokediyor, müellifliği anonimleştiriyor. Gerek uluslararası alanı serbest mesleklerin dolaşımına açarak, gerek teknolojiyi kullanarak bunları gerçekleştiriyor. Böyle bir ortamda da her kişiye her kesime sunulan alternatifler ilginç: ya bizimle uyumlu olursunuz, ya da sizi yokederiz. Ya bizimle uyumlu olur, mesleki denetim harçlarınızı, SMG bedellerinizi cebinize atarsınız yada sizi bunlardan mahrum ederim. Yada sizin için daha tehlikelisi meslek kuruluşlarınızı kendi muhaliflerinizin denetimine açık hale getiririm.
    Bu durumda yapılması gereken sayın Salih Şencan’ın ve Mustafa Sarısakalın gösterdikleri şekilde, gerekirse tüm bu kaynaklardan mahrum kalmaya ama bu duruma direnmeye hazır olmak. Ancak bunu yapabilmek de şimdiden şeffaflığı, katılımı, açık muhasebeyi ve -satın almaları- sağlamakla olur.
    Oktay bey, seçimlerde var gücüyle şu anki yönetimi desteklemişti. Oda yönetimi de meşruluk, etik, üyelere saygıyı filan boşverip borcunu ödüyor. Hayırlı olsun.

    Ahmet Özgüneş | 13 Ocak 2009

  6. Sayın Şencan’ın “varsayalım 2009 da oda yok, toplum çıkarına göre meslek örgütünü nasıl kurarız” diye başlayan düşünme şekli benim açımdan önemli.
    1. İnsanı bir çok takıntıdan kurtarıyor. Öyle olur mu olmaz mı, şu neder bu ne der problemi kalmıyor.
    2. Bir yeni sayfa açmak her zaman daha moralli bir durum.
    3. Bence bu yüzden mimarlık içinde ve oda bünyesinde oda seçimlerine tamah etmekten dolayı yapılan bütün kusurlar, suçlar hatta etik dışı davranışlar bir defalığına “genel af” ilan edilerek bütün sonuçlarıyla yok edilmelidir.
    4. Genel aftan yararlanmış olanlara daha sonra normal gözle bakılmalı, sicil kayıtları da bir defalığına kaldırılmalıdır.
    5. Kurucu meclis, kurucu idare oluşturulmalı, geçici yönetim kurulmalıdır.
    6. Geçici yönetim behemahal demokratik yönetimlerinin zeminini kurmalı, her kesimi eşit hale getirmelidir.
    6. Mimarlığın sorunları adı altında içinde bilim çevrelerinin katılabildiği “kurucu komisyon 1 ” teşkil edilmeli,
    7. Mimarların sorunları için “kurucu komisyon 2” çalışmalı ve bu komisyonların çalışma sonuçları mimarlar odasının tüzük ve çalışma programlarının temeli olmalıdır.

    Şencan’ın o herşeyi sıfırlayan açılımı olmasa bunları asla düşünmek mümkün olmuyor ve bu toplantılar bilinen sözlerin değişik kişiler tarafından söylenmesine dönüşüyor.

    Yapacağınız açılımları bekliyorum, Ankara’dayım, takip ediyorum.

    Metin Kuruca | 13 Ocak 2009

  7. çok önemli bir adım, çok önemli bir toplantı ve girişim. Son yıllarda, yönetimin “türlü yollarla” kurulduğu makamdan geri çekilmesinin zamanı çoktan gelmiştir. Salih Şencan bey’in değinmiş olduğu noktaların hepsi çok kritik ve düşünlmeye değerdir. Özellikle, seçime aday olan insanların, bir kez bile dönüp geçmişlerine, yaptıkları işlere, çevrelerine, felsefi yaklaşımlarına bakılmadan, Ak partinin destekçileri denmesi; gelinebilecek son noktadır, gelinebilecek en dip noktadır. Daha genç ve dinamik meslektaşlarımızın, fikirlerini, düşüncelerini, planlarını rahatça paylaşamadıkları, şeffaflığın aksine kapalı, belki sadece bir sicil numarası aldıkları bir kurum haline gelmiştir ne yazık ki…
    bu aşamada atılan bu adım çok yerindedir.

    selin | 15 Ocak 2009

  8. Eleştiriler yerinde ve dozunda bence. Kimsenin bu kadar doğru dürüst söylenmiş konuları basit şekilde bir taraflara çekmeye, başka manalara taşımaya hakkı olamaz. Mesleğin kendisini ve mimarlık faliyetini merkez alan bir yaklaşımla duyarlılıklar gösterilebilir. Ülke sevilebilir, toplum yararı ifade edilebilir. Şimdiki anlayış mimarla kavgalı, eski dostlarıyla kırgın, demokratik usulleri isterse uygulayan istemezse rafa kaldıran pragmatik, ortodok, gerilimci bir özelliğe sahip.
    Çözümlere konuşularak varılır umarım.

    Deniz Paçacı | 15 Ocak 2009

  9. Sayın Sarısakal ve Şencan, kapsamlı eleştiri ve önermeliriniz tarafımdan okunduktan sonra içinde olduğunuz grubunuzun programatik yazılı bir çalışmanız varmı diye merak ediyorum. Yayınlanmış yahut hazırlık aşamasında olan bir mimarlık programınız var mı? Ya da yakın zamanda böyle bir inisiyatif oluşturup beyan edilecek bir programa kavuşmak istiyormusunuz? Geçmiş zamanlarla ilgili tarihsel belleği hatırlatan, dünü bugüne bağlayan değerlendirmeniz için teşekkürler.
    Saygılar

    Sema Derici | 16 Ocak 2009

  10. oda ve benzeri demokratik örgütlerde çalışma yapan her grubun toplumsal formasyona ilişkin;hem ülkeye hem de alana ait görüş ve önermeleri tarih boyunca var olagelmiştir,dolayısı ile çağrıcı mimarlar grubunun da vardır..ama ciddi bir tıkanıklık söz konusudur,söyleşide değinmeye çalıştığımız;uluslararası ve ulusal siyasetten çevre konularına mimarlıktan demokrasi anlayışına kadar var olan bu önü tıkanmışlığın yolunun örgütlü kesimlerce ve çoğulcu bir anlayışla aşılabileceüine olan inancımızla ve eleştiri-özeleştiri mekanizmasını da çalıştırarak üye tabanına ve örgütlü kesimlerine çağrıyı uygun gördük..Dönemsel örgütlenme orijinalitesi çoğulculuk ve temsiliyettir,mesleğin meşruiyeti ve Odanın meşruiyeti yeniden tanımlanacak doğrulanacak ve ispatlanacaktır ki bu da geçmiş dönemlerin sağlıklı bir özeleştirisi ile mümkündür..Bu toplantı ve devamındaki spesifik ara toplantılar gündemimizi ve programımızı netleştirecek,örgütü ve meslek insanını hakettiği noktaya taşıyacak,ülkedeki demokrasi mücadelesine küçük de olsa bir katkı sağlayacaktır..Niyet ve beklentimiz budur özetle..Toplantıya bekliyorum,sevgilerimle…

    salih şencan | 16 Ocak 2009

  11. sayın şencan ve sarısakal, sade-sıradan (işi olan ya da olmayan) bir mimarın oda işlerine bulaşması ve de orada birşeyler yanlış demesi şimdi bu kadar yıl ortamı gözledikten (hele sizin anlattıklarınızı dinledikten) sonra bana çok zor geliyor. oda örgütlü bir güç ve mimar onun karşısında yalnız. tıpkı devletin karşısında bireyin yanlızlığı gibi bir durum bu. şimdi on yıllardır devlet yetkilileri işkence olamaz, kötü muamele yok, devlet adam öldürmez… derler ama bir bakıyoruz faili meçhuller (bugünlede bir kısmı kanıtlarıyla olmak üzere ortaya çıkıyor) iş öğle değilmiş. bu gerçeği saklansa da bilenler bilirdi zaten. sosyal hayat cephemizden durum böyleyken bir de oda tarafına bakalım. aynı şey aşağı yukarı. her türlü hile hurda yapılıp ondan sonra şirin görünme, kokteyl öpücükleri. sen daha altı yıl önce çıkan muhalif gruba “mason-yarışmacı mimarlar” dedin mi? dedin el altından. dört yıl önce çıkan listeye elit grup, akp lile var içinde dedin mi? dedin bütün dedikodu ortamlarında. geçen yıl seçimlerde telefon mesajıyla “mim grubunu akp liler destekliyor” dedin mi dedin. mimarlığa değil mimarlar odasına yol açın dedin mi? bir de geçmiş zamanlarda çıkan bir sol listeye “bunlar dalancı-talancı” dediğin anlatılıyor.
    bakın bu kara kutular açılmadan, o oda denilen yerde bu nifak saçan merkez dağıtılmadan, dezenformasyon yayan bugün bile abileri ablalarıyla psikolojik harp yürüten çarıklılar oralardan suçlarıyla yüzleştirilip uzaklaştırılmadan sizin bu söyledikleriniz kubbede bir hoş sedadır.
    sizin bu (bence doyurucu, temelleri olan demokrasi açılımlı meslek bakışınızı) söylemlerinizi o çekirdek yapı gülümseyerek “halledebilecekleri bir mesele” olarak değerlendiriyorlardır.
    önce bunun aşılması gerekir. demokrasi mücadelesi fikirlerle verilir ama burada kemik bir fiili kuvvetler grubu var.
    saygılarımla

    hikmet sabuncuoğlu | 17 Ocak 2009


Yorum yazmak için


  Avustralya’nın Melbourne kentindeki Penleigh ve Essendon Gramer Okulu’ndaki (PEGS) Müzik Merkezi, McBride Charles Ryan’ın (MCR) PEGS Kampüsleri genelindeki bir dizi girişiminin bir parçasıdır. 

Copyright © 2024 All Rights Reserved | Mimdap.org