Ana Sayfa Bağlantılar Biz Kimiz İletişim Mimar İş İlanları
ANA SAYFA
Tüm Yazı-Yorumlar

 

TV’de bir siyasetçi propaganda konuşması yapıyor. Partisini merak bile etmedim. Hepsi aynı çünkü… »


 

Bundan 22 yıl önce, 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan genel seçimler sonucu, AKP’nin tek başına iktidara gelmesiyle Türkiye’de sosyal, ekonomik, politik ve kültürel anlamda pek çok değişimin yaşandığı bir dönem başlamış oldu.

 

 

»


 

Süleyman Boz
Mimar, Yazar

 

Politika sözcüğünün etimolojisi Polis, yani kente dayanır. Yunanca aslında “Devlet yönetme sanatı” olarak kullanılmıştır. »


Tüm uyarılara rağmen kapatılmayan Erzincan’daki altın madeni felaketinin bir benzeri, Artvin için de yaklaşıyor. Üstelik failler, Erzincan’daki ile aynı şirketler. Ve uzmanlar, çevre mücadelesi verenler, hukukçular yine uyarıyor: Geç olmadan durdurun! »


 

Nancy Fraser’ın Covid-19 pandemisinin yarattığı yıkıcı tabloya dair ve ona karşı bir tahlil üretme ihtiyacıyla ele aldığı yamyam kapitalizmi tartışması günümüz gerçekliğine ışık tutan anlamlı perspektif sunuyor. Kavramın temel perspektifini Fraser’ın konu üzerine verdiği bir röportajdaki ifadesiyle özetleyebiliriz. Sorunlu bir geçmişe sahip olan yamyamlık metaforunu “gerçek yamyamlar” olan sermaye biriktirenlere iade ediyor[1]. Yamyamlık benzetmesini, sermayenin yaşamın her alanını; toplumsal, doğal, bireysel üretimleri yiyerek topladığı servetle nasıl semirdiğini anlatmak için kullanıyor.

 

 

Yamyam kapitalizmini bugün benim hafızama getiren şey, diğer birçok krizin yanı sıra 6 Şubat depreminin birinci yıl dönümü olması elbette. Depremin acısı hala taze. Üzerinden geçen bir yılda yıkımdan kurtulan depremzedelerin acılarını sürekli taze tutacak bir yaşam mücadelesi verdiklerine tanıklık ettik. Yıl dönümü bu tablonun bilançosunu kayıt altına alan birçok bilgi ve belgeyi görünürleştiriyor.

 

Bazılarına bakalım: Afet bölgesi için toplanan milyarlarca lira nerede bilmiyoruz. Kayıp çocuklar ve yetişkinlerin akıbetini bilmiyoruz. Afet bölgelerinde sağlıklı bir yaşam; beslenme, barınma, sağlık ve eğitim hizmetleri başta olmak üzere kamu hizmetleri sağlanır halde değil. Altyapı sorunu tüm bu koşulları daha da zorlaştırıyor. Çadırları, konteynerleri sel, lağım suları basıyor. Yıkımın sorumlularından hesap sorulmadı. Molozların yarattığı asbest tüm kentlere yayıldı. Afet bölgesinden çıkan depremzedeler başka şehirlerde niteliksiz yapılarda fahiş kiralarla mücadele ediyor. Kentlerine ne zaman dönecekler bilinmiyor. Üstelik bu sırada, kendileri henüz binalarının risk durumuna dair tutarlı bir veriye bile ulaşamazken rezerv alan denilerek, şu bu denilerek topraklarının, mülklerinin gasp edildiğini görüyorlar. Tüm bu sorunların en çok da Hatay’da yoğunlaştığı görünüyor.

 

Yaşamın, felaket iktidarı nezdinde nasıl da değersizleştirildiğini hatırlatan bir külliyat. Doymak bilmeyen sermayenin yaşama nasıl da yamyamca saldırıp semirdiğini gösteren bir korpus…

 

∗∗

 

“Kamusal alan, kamusal söylem – ne zaman bir hegemonya krizi olsa yaşanan bir vahşileşme söz konusu.” diyor Fraser aynı söyleşide. Cumhurbaşkanı’nın konuşmasını çağrıştırıyor: “Merkezi yönetim ile yerel yönetim el ele vermezse o şehre bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı, mahzun kaldı”. Dile gelen bu ideoloji, birçok Hataylı tarafından hem geçmişin hem de geleceğin bir itirafı; acıları yeniden yaşatan ve yinelemeyi vaat eden yıkıcı bir ifade olarak nitelendi.

 

 

İstanbul seçim kampanyasının merkezinde de aynı argümanı görüyoruz. 22 yıldır gördüğümüzü de özetliyor. AKP iktidarının kentçilik kavrayışını özetliyor. 1999 depremi bu kentçiliğin merkezindeydi ilk günden beri. Neyi çözdü peki İstanbul’da? Bu anlamda aslında bugün de topluma, kentlere vaat edilen çözümsüzlükten başka bir şey değil. Kapitalizmin varlığını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu altyapı, kamu malları, yasal sistemler gibi politik yapıları ve ekonomi dışı toplumsal alanı yok etmeye donanımlı olduğunu söylüyor Fraser. Tıkınırcasına yiyerek kendilerine ziyafet çeken kapitalistler “zarar verdiklerini yenilemek ya da onarmak gibi bir sorumlulukları olmaksızın istedikleri her şeyi almaya” yani yamyamlığa yatkındır diyor. Katılmamak mümkün değil.

 

 

Nasıl mı çıkacağız bu girdaptan. Yukarıdaki bilançonun bir başka diğer Lütfü Savaş’la değil örneğin. Fraser’la başladık, onun yanıtıyla sürdürelim: İhtiyacımız olan şey, sermayenin açgözlülüğünü fark edebilecek ve onu aç bırakacak geniş kapsamlı bir sosyalist hareket. Bana öyle geliyor ki bunun yolu da her şeyden önce yaşama, onu seçim pazarlığının konusu haline getirenlere rağmen sahip çıkmaktan geçiyor. Tıpkı depremden bu yana Hataylıların, Hatay’ı yaşatmakta direten sosyalistlerin yaptığı gibi.

 

[1] https://newrepublic.com/article/168198/cannibal-capitalism-destroying-societys-basic-structures-nancy-fraser-interview

 

 

 

Kaynak: Birgün


 

AKP döneminde son on dört yılda İmar Yasası 164 kez değiştirilmiştir. Aynı şekilde AKP’li dönemde her 2,5 yılda bir, toplamda sekiz kez de imar affı çıkartılarak hiçbir mühendislik hizmeti almamış ve hiçbir mühendislik normuna uymayan yapılar affedilerek sisteme kaydedilmiştir.

»

 

Yüzyılın son on yılında yaratıcı belediyecilik konusunda çığır açıp önderlik eden Brezilyalı kent yönetimi kahramanı Jaime Lerner’ı vefatı nedeniyle bu ortamda anmamızın üzerinden neredeyse iki yıl geçmiş. »


 

Eğer endüstriyel arkeoloji diye bir bilim olsaydı, şüphesiz Detroit incelenen ilk örneği olurdu. Yine de şehrin tarihinde gelişim de pırıltı da bolca bulunabilir. Kutsanmış Motor Şehri on yıllar boyu dünyanın önde gelen otomobil merkeziydi. 1902’de şehir Cadillac’ın doğuşunu kutlarken, bir yıl sonra Henry Ford 1908’de ilk montaj hattı üretimi olan Ford T’nin yapılacağı tesisleri kuruyordu. Aynı yıl General Motors kuruldu, 1925’te de peşine Chrysler. Kısacası, ABD otomotiv endüstrisine dair her şey Detroit’te doğdu.

Motor Şehri 

Şehir ilerlemenin kanatları altında büyüdü. 20. yüzyılın ikinci on yılında nüfusu iki katına çıkan Detroit, ülkenin en kalabalık dördüncü merkezi oldu. Şehre akın edenlerin büyük çoğunluğu Güney eyaletlerinden geliyordu, büyük kısmını Afrika kökenli Amerikalıların oluşturduğu bu göç dalgası Amerikan tarihine “ilk büyük göç” olarak geçti.

Genişleme yalnızca dört teker dünyasını etkilemiyordu. Amerika’nın II. Dünya Savaşına girişi, Michigan’ın önde gelen şehrini, Franklin Roosevelt’in deyişiyle “demokrasinin büyük cephanesine” dönüştürüyordu. Kadın erken büyük bir işçi nüfusu şehre akın ederken, Detroit silah sektöründe büyüyor, savaş üretimine diğer tüm Amerikan şehirlerinden daha fazla katkı sağlıyordu. 1945’ten sonra da büyüme devam etti, 1956 itibariyle şehir nüfusu 1 milyon 865 bini buldu. Dönemin ünlü profesörleri ve saygın gazetecileri bu büyümeyi Amerika’da sınıf mücadelesinin sonunun simgesi olarak selamlıyor, işçilerin kitlesel halde orta sınıf seviyesine yükselişini ve bununla gelişen avantajlardan duydukları hoşnutluğu kanıt gösteriyorlardı.

O günden beri köprüden çok sular aktı. Gerileme 1960’larda başladı, 1973 ve 1979 petrol krizleriyle çöküş hızlandı. Bugün Detroit’te ancak 700 bin kişi yaşıyor, tarihinin en düşük nüfus seviyesi, bu düşüş yokuş aşağı gidecek gibi görülüyor. 21. yüzyılın ilk on yılında, şehir nüfusunun dörtte birini kaybetti.

100 Bin Boş Arsa 

Şehir sınırları içerisinde yüz binden fazla boş arsa ve terk edilmiş ev var, evlerin çoğu ya harap ya da yaşanamayacak kadar çürümüş durumda. Önümüzdeki yıllarda on bin tanesinin daha yıkılması gerekiyor ancak bunun için gerekli finansman yok. Hakiki bir tenhalık hissi tüm şehri kaplıyor, çoğu blokta ancak bir evin sakini var. Detroit o kadar boş ki bütün bir Boston ya da San Francisco içine sığdırılabilir. Kent yönetimi nüfusu bir arada, belirli bir bölgede tutmaya çalışıyor ve kalan kısmı tarımsal ürün yetiştirmek için dönüştürmeye çalışıyor. Ancak 2008 krizi şehrin durumunu öncesinden bile daha umutsuz hale getirdi.

Sosyal durum, dışsal etkenlerden daha iyi değil. Detroit’te üç kişiden biri, 18 yaş altının ise yarısından fazlası yoksulluk içerisinde yaşıyor. Irk ayrımı hâlâ çok belirgin: nüfusun yüzde sekseninden fazlasını oluşturan Afrika kökenli Amerikalılar şehir merkezlerinde, ‘beyaz’ işçiler içerisinde hâlâ şehri terk etmemiş olanlar ise ya çeperdeki korunaklı banliyölerde ya da büyük dükkânların yakınlarında yaşıyor. Bu da zamanlar değişse bile 1967’de dönemin Amerikan başkanı Lyndon Johnson’ın müdahale için şehre zırhlı araçlar yolladığı, 43 kişinin yaşamını kaybettiği, 7.200 kişinin tutuklandığı ve 2 binden fazla binanın yıkıldığı çatışmaların sonucu şehri savaş alanına çeviren ırkçılığın hâlâ Detroit’te kanlı canlı var olduğunu gösteriyor. Ülkede suç oranının en yüksek olduğu şehir ve kaderin ironisi, kasko fiyatları, otomotiv endüstrisinin doğduğu kentte hiç de iç açıcı değil. Gerçek işsizlik oranları yüzde elliyi geçti ve devasa yatırımlarla anacaddeye inşa edilen kumarhane sadece tek bir şeyi değiştirdi: umutsuz, hayata küstürülmüş ruhların her akşam son dolarlarını ve son kurtuluş umutlarını harcamak için slot makinesi sırasında beklemesi.

Çin’e Hurda Metal 

2009’da, krizin sarsıntısı sürerken General Motors ve Chrysler iflas başvurusu yaptı, Ford da ağır hasar almıştı. Büyük üçlüye hem Bush hem de Obama yönetimleri döneminde verilen desteğin toplamı 80 milyar doları bulmuştu. Buna karşılık, işten çıkarmalar, ücret kesintileri, güvencesiz sözleşmeleri içeren “yeniden yapılandırma” süreci genişletilerek, 1994’te General Motors ve Chrysler’e düşük maliyetli parça üretimi için sunulan üretim modelinin de ömrünü uzatmıştı.

Sonuçta, Detroit yalnızca 20. yüzyılın değil, aynı zamanda bugünlerde yaşanan ve yarınlara gebe olan değişimin de tanığı. Yoksulluk ve işsizliği, teknolojik gelişmelerin toplum yararına işlemesinin önüne geçen ekonomik ilişkilerin doğurduğunun da kanıtı. Fabrikaların iş olmadığı için değil, üretimin emek maliyetinin düşük olduğu ve sınıf mücadelesinin görece zayıf olduğu ülkelere kaydırıldığı için boş olduğunun kanıtı.

Kışın Detroit’te akşam erken geliyor. Kimileri çevre yolunda dilenciliğe çıkıyor. Uzaklardan, bir zamanların sanayi bölgesinde yanan ateşler parlıyor. Bir grup genç viran haldeki bir fabrikada, denizyoluyla doğuya taşınacak parçalardan ellerine kalacak döküntüler arıyor. O parçalar, poundu 2,5 dolara gelen metal parçaları, şehirde geçinmeye yarayan tek şey.

Bu metal hurdalar ABD’nin Çin’e en büyük ihracat kalemi ve Detroit dünyadaki diğer bütün şehirlerden daha fazla sahip. Bir zamanlar burada üretilenler şimdi başka bir yerde üretilebilsin diye gemilere yükleniyorlar, daha yüksek kârlar getirecek altyapıların kurulabilmesi için. Fakat kuşkusuz; yeni fabrikalar yeni çelişkiler ve yeni umutlar yaratacaktır.

Çevirmen: Yunus Emre Ceren 

 

Kaynak: Birgün


İktidar ve ana muhalefetin İstanbul Belediye Başkan adaylarını açıklamalarıyla birlikte yerel seçimler gündeme oturmuş oldu. İktidarın 2018-2023 yılları arasında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı olarak görev yapan Murat Kurum’u İstanbul için aday göstermesi iktidar açısından tutarlı bir adım olurken İstanbul’da yaşayan ve insanca yaşanabilir bir kent için çabalayan kentsel muhalefeti oluşturan bizler açısından kent suçlarının bilançosunu hatırlatan bir kabusu hortlattı. »


Son günlerde gözlerimin önüne “iki şehir” geliyor. Depremin yerle bir ettiği Antakya’ya hüzünlenirken insan aracılığıyla fırlatılan bombaların yerle bir ettiği Gazze’yi görmezden gelmem mümkün olmuyor. »


Deprem felaketinde en fazla yıkımın yaşandığı Hatay ile Adıyaman’ın inşa süreci için Türkiye Tasarım Vakfı’yla protokol imzalandı. Kentlerin teslim edildiği vakfın başkanı ise Kalyon Holding veliahtı Mehmet Kalyoncu. »


   Kentsel dönüşüm beyliği
27 Kasım 2023

Toprak düzeni rejimin göstergesidir. Toprakların sahibi ve tasarrufu bir kişiye aitse orada demokrasi yoktur. Bugün kentsel dönüşüm kanunu ile karşı karşıya kalınan durum tamda rejim değişikliğinin mekânsal kurgusudur.
»


Kanalizasyon sorununun, hava ve su kirliliğinin ve yıkılan binalardan kalan kalıntıların, İsrail’in Gazze’yi insansızlaştırma çabalarını desteklediği düşünülüyor. Uzmanlara göre Gazze’de yaşanan savaş, büyük bir deprem felaketinden daha büyük bir çevresel krize neden oluyor.  »


Meclis’teki yeni yasa değişikliği tarihin en büyük mülkiyet gaspının yolunu açacak bir düzenlemedir. Kimsenin “benim binam sağlam”, “lüks yerde oturuyorum” filan diyerek kurtulamayacağı, parası yetmeyenin şehir dışına sürüleceği, kent merkezlerinin iktidarın seçkinlere uygun biçimde yeniden imar edileceği bir büyük çitleme harekatıdır. »


Beton molozunun altında can vermiş bulunan yüzlerce insanın, hem öldürülmelerini hem de öldürülme biçimlerini sistematik ve yapısal bir imha eylemi olarak görmemiz gerekiyor. İmha mantığına teslim edilmiş bir kentleşme biçimi. Yerleşimci-sömürgeci şiddetin yeni ve belki en son stratejik safhası. »


WordPress › Hata